Cengiz Aytmatov’un İzinde
Yazı ve Fotoğraflar – Ahmet Doğan
Kırgızistan’a düşünce yolum, aklımdaydı orası. Uzaktan sevmiştim zaten, bir de yakından görmeliydim. Omuz omuza verip sırdaşım, fotoğraf makinemle, yürüdüm. Rüzgârın uğultusu kulağımda. Uzun bir düzlük, sarı ve yeşil. Toprak, yüz yıllık kızıl yarayı gizliyor sanki. Mezar taşları değil, hüzün kuşları var her bir yitiğin. Gökyüzünden düşen bin parça, canı sıkkın, içi dolu. Dokunmaya kıyamazsın…
Orası, kitaplarında kaybolduğum adamın ayak izlerini bulduğum yer…
Bu çiçekleri Mayıs 2019’da Kırgızistan’ın Başkenti Bişkek’in yakınlarındaki Atabeyit’in hemen yanındaki tarlalarda çektim. Atabeyit, “Babaların, ataların mezarlığı” anlamına geliyor. 1938 yılında sarısıyla, kırmızısıyla binlerce çiçeğin doldurduğu bu tarlalar 137 kişinin isimsiz mezarı olmuş. O dönem sert esen yeni Sovyet rüzgârı bütünüyle saralı henüz bir yıl olmuş Atayurt’u. KGB’nin atası NKVD (Sovyet gizli polis teşkilatı) rejim muhalifi gördüğü kim varsa Tanrı Dağları’nın yamaçlarındaki bu arazide katletmiş. Öğretmenler, politikacılar, aydınlar… Okuyan kim varsa, “neden” diye soran kim varsa… Bu kanayan hatıraya dair yazılmış ve söylenmiş çok şey var, benim sözlerimin ne gücü yeter ne de takati anlatmaya.
Cengiz Aytmatov’un Sovyetler döneminde atandığı ve Kırgızistan’ın bağımsızlığının ardından da Kırgızistan adına Brüksel’de büyükelçilik yaptığı dönemde giydiği üniforma.
Bir cümle var duyduğum, onun peşindeyim ben. O cümle çizmiş haritalarda buranın yerini. Söylenmese, duyulmasa kayıp bir yara daha düşülecekmiş toprağın kara defterine.
1938’de kan ile sulanan bu toprakların hikayesi 1991 yılına kadar gizli kalıyor. Neredeyse o katliama tanık olduğu günden ölene dek dili tutulan sekseninde bir baba, kızının kulağına fısıldıyor o cümleyi: “Bübüram, Atababalarımıza kıydılar!”
Bu fısıltının peşine düşenler, çıplak ayakların toprağa dokunuşlarını, yaralı dizlerin ani ve ağır çöküşlerini, bozkırdan yükselen yüzlerce kurşun sesinin yankısını, kan kokusunu, feryatları, vedaları, ayrılıkları duyuyorlar, görüyorlar, biliyorlar.
O mel’un sene, on yaşında olan bir çocuğun babası da aynı yerde kurşuna diziliyor. O çocuk, büyüyor, kitaplar yazıyor, en prestijli edebiyat ödüllerine layık görülüyor; siyasete giriyor, elçilik yapıyor, Sovyet Parlamentosu’nda milletvekilliği yapıyor hatta. Kitapları dilden dile çevriliyor, filmlere konu oluyor.
Cengiz Aytmatov’un Babası ile olan nadir fotoğraflarından. Fotoğrafta babası Törokul Aytmatov, Annesi Nagima Abduvalieva ve Kardeşi Ilgiz ile beraber.
Hasılı 1963 yılından yazdığı ilk kitabına şu cümle ile başlıyor:
“Babam Törökul Aytmatov,
Bilmiyorum mezarı nerededir.”
Kırgızistan’a geldiğimin ikinci yılıydı, “Cingiz Aga’yı kaybettik!” dediklerini hatırlıyorum. Henüz birkaç yıl önce öğrendiği babasının kabrine komşu şimdi, Cengiz Aytmatov… Mekânı Cennet Olsun.
Vefatının ardından defnedilği Atabeyit. Ortasında Kırgızların simgesi ve bayrak motifi olan Tünduk ile örtülen toplu mezar ve sonundaki beyaz yapının olduğu bölüm ise Cengiz Aytmatov’un kabri.
Kabrin yanında şu sözü yazıyor:
“İnsan için en zor olan şey, her gün insan kalabilmektir..”
Yaşarken yazmaya imkânı olmayanların, destan hak ederken hakkında bir kırık cümle bile söylenmemiş insanların ve hayatların hakkını veren; mürekkebi, kalemi, kâğıdı, daktiloyu, gece lambasını, uykularını, gecesini, güneşini, “Asra bedel günler…” düşleyerek kelimeler tezgahında ince ince dokuyan o adamın, hatıralarına dokunmaktı hayalim, dokundum.
Bu fotoğraflar da şahidimdir. Siz de şahit olun…