
Ezan Sesi
hikaye- Erdal Dizman
Öğle vakti, ezan sesi uzaktan geliyor, uzak hatıraları taşıyor, yakın ediyor. Boş camide sağa sola koşturan, az deterjan çok ayak kokan kırmızı halıda yuvarlanan oğlumun görüntüsü geldi hatıra ekranıma. Sesler, hep bir şeyleri çağrıştırır, sessizlik ise ‘an’ı yaşatır.
Rükuya kadar duymaya çalıştığım huşuydu. Secdeye varırken, oğlumun sesi, “Nerede bu çocuk, başına bir şey gelmesin.” Rabbena’dan önce ve sonra, “Allah’ım koru oğlumu!” “Güüüm” diye patladı kürsüden yere, oğlumun topuklarının çarptığı tahta zemin. “Çok şükür.” diyerek doğruldum kıyama; Fatiha süresi, “Allah’ım yaşlı adam oğlumun kulağını çekmesin, amin.”
“Gel oğlum buraya, beraber duralım duaya.” Başladı soru yağmuruna. Oğlum ne çok soru, ne kadar az cevap! Öyle herkes konuşamaz camide, cevap veremez şüphelere. Zordur baba olmak, iş başa düştü, giydim cübbeyi, başladım vaaza. Cemaat, oğlum ve yaşlı adamdan ibaret. Benden de ne hoca olur ya! Neden olmasın? Hem boyum uzun hem burnum uzun.
-Evet sevgili cemaat, bugün konumuz 7 büyük günah. 7 miydi bilemedim şimdi? Belki de daha fazla, sonuçta günah, günahtır. “Oğlum, koşturup durma! Yaşlı Amca’yı uyandıracaksın. Şöyle gözümün önünden kaybolma.”
Günahlar, küçük ve büyük olarak ikiye ayrılır. Bak yine kayboldu, neyse vesvese yapmamalı, camiler güvenlidir, çocuğu çalacak değiller ya!
-Evet çalmak büyük günahtır, yani bazı yörelerde büyük ,bazı köylerde küçük, bazı evlerde mübah bile olabilir. Çok da gaza gelme bence. Kısa konuşmalı, süreyi aşmamalı, mikrofonun sesini kısarlar sonra, tıkıverirler bodruma.
Hırsızlar da ikiye ayrılır; ayakkabı çalanlar, musluk bataryası, tarihi olmayan çinileri çalanlar büyük hırsızlardır. Kutsal mekanda günah da katlanır haliyle.
Küçük hırsızlar ise; işçinin alın terini, yetimin mirasını, kamunun malını, ağaçları, tarlaları, gökyüzünü, havamızı, suyumuzu, özgürlüğümüzü çalanlar… Daha iyisini bize vermek için, uzaylılar istila etmesin yeryüzünü diye, dev silahlarıyla bizi o öcüden, o canavardan, o şeytandan korumak için… Bizim için bizden çalanlar.
Evet, kimdir bu hırsızlar ve özellikleri nelerdir, bu tabi öyle bir vaazda anlatılmaz, ama sonraya da bırakamam cemaat, ölümlü dünya, haftaya kim öle kim kala…
Zamane hırsızlarının tamamı yavuzdur, hepsi ev sahibidir. “Sıkıldın mı oğlum?” Ne yapalım yani, biz oyunlara dalarken bu ciddi konuları kime bırakalım? Az düşünen, çok konuşan, az okuyan, çok bilen, az verip çok başa kakan, küçük hesapları uğruna büyük aşkları boğan, az–buz değil çok çalanlara mı bırakalım? Anne sütünü katrana çeviren, bebekleri beşikte dile getiren, son nefesleri suya verdiren ve elleri çaresizliğe kelepçeleyenlere mi bırakalım?
-Evet baba, biz oyun oynayalım, beraber bütün çocuklar, kazanmadan-kaybetmeden, gündüz-gece, incinmeden-incitmeden…
-Oğlum, ne büyük laflar bunlar; yüreğin kadar, masumiyetin kadar büyük. Az kaldı oğlum son sözler, sözlerimin sonu. Sonra oynayalım.
Kendini sever, sevdiğinden çalarsın, seni sevenden, sevgi bekleyenden çalarsın. Laklak eder, mesaiden çalarsın. Miras der, kardeşinden çalarsın. Can alır, mal satar, namazdan çalarsın. Ver der; vermez çalarsın, git der, arkanı döner çalarsın, kal der, kaçar çalarsın. Sen hep çalarsın gözlerimin içine baka baka… Aynı köyde, aynı evde, aynı safta; beni çalar, bana satarsın.
Oğlum biz oynayalım ‘Aşk Sahnesi’nde; “Davetsiz çıkılır aşk sahnesine, bir kapısı kalbe, diğeri sonsuzluğa açılır.”
-Hadi kardeş bırak aşkı filan, tuvalet sırasında ne bu romantik haller, cemaate yetişelim.
-Geldim, ne yapalım ‘Aşk Sahnesi’ filmini de haftaya izleyelim… Erdal Dizman (27.08.2017 – Öğle ezanı vakti)