Paralel Evrenden Mektup
hikaye- Merve Yılmaz
Posta kutusuna alelade atılmış zarfı gördü. Şaşırdı çünkü beklediği bir posta yoktu, artık olamazdı da. Biraz önce posta kutusunun önünden geçip evine girmişti ve bir şey görmemişti. Muhtemelen o girdikten sonra bırakılmış olmalıydı, önceleri onun evine uğramaktan yolu aşındırmış postacı tarafından. İçi zarflarla dolu çapraz taktığı çantasının gözünü aralayıp, onun için herhangi biri hükmündeki zarfı kutuya bırakmıştı postacı. Göreceli zarflardı bunlar. Postacı için yerine ulaştırılması gereken bir yük olsa da, bekleyen için çok şey ifade ederdi. Ama zarf beklediği günler geride kalmıştı. Öyle sanıyordu.
Zarfı eline alınca gözleri fal taşı gibi açıldı. Gönderen adı kendisiydi ve gönderilen adres önceden kaldığı bir yerdi. Mektubu açtı hemen heyecanla elleri titreyerek. Kendime mektup yazıyordu başlıkta. Aklına yıldızlar arasında filmindeki gelecekten geçmiş zamana, paralel evrenden mesaj göndermeye çalışan adam geldi. Böyle bir şey mümkün müydü yoksa? Ama nasıl olur? Bunları düşünürken bir yandan yutkundu ve gözlerini alt satırlara kaydırmaya korktu. Kendinde cesareti topladıktan sonra okumaya başladı.
“Yarın büyük gün. Kader anı. Şu an çok heyecanlı ve aynı zamanda endişeliyim. Sonuç ne olursa olsun için her zaman rahat olsun. İnsan unutur hem de çok çabuk unutur. Bende bazı şeyleri hatırlatmak istedim. Bu yüzden bu mektubu yazıyorum. Paralel evrende ileriki tarihlerde bana ulaşmak üzere yazıyorum. Mektubu yazdığım ortamı iliklerine kadar hisset diye yazıyorum, yazarken üzerinde oturduğun demir yatağı, yazarken ki heyecanlı bekleyişini, haleti ruhiyeni tekrar yaşamış gibi hisset diye yazıyorum. Bunu yazan benim, okuyan sensin, sen bensin…
Eğer bu satırları okuyorsan şanslısın. Gökyüzüne sınır çizmeden, onu bir çerçeveye koymadan doya doya izle. Ve bu satırları yazarken o gri çerçeveyi ne kadar kırmak istediğini hatırla. Yıldızları seyret, drone mu yıldız mı ikileminde kalmadan, yıldız olduğundan emin olarak.
Koş o çayırda bitiş çizgisini kendinin çizdiği özgür yarışmada koşar gibi, ama kimseyle yarışmadan sadece istediğin zaman çizgiyi çekme özgürlüğünü hissederek, rüzgarın saçlarını savunmasına izin vererek koş. Metrelerce koşabilirsin istersen. Yirmi adım da koşsan, yirmi adımı kendinin seçtiğini hissederek koş. Benim için koş, geçmişteki senin için, özlemin için, geride kalanlar için, koşamayanlar için. Nasıl olsa artık istediğim zaman istediğim kadar koşabilirim serbestliği ile koşmayı erteleme sakın.
Şu an satırları yazarken sağ tarafında gürültüyle çarpıp kapanan mavi demir kapıyı hatırla. Ve ona enginliğiyle bizim dünyamız, bizim kapımız havası estirmek için astığın pembiş ev şeklinde dikilmiş perdeyi hatırla. Sonra da sana adeta enginlik menginlik yok burda demek için bağırtıyla koğuşa daldıklarında ‘yasak!’ diyecekleri o pembiş perdeyi hızlıca kaldırdığını hatırla. Ve bunu yapmaya devam eden pembiş perdelileri hatırla.
Bulaşık leğenini, banyo lifini, envai çeşit eşyayı kendi üretim amaçları dışında kullandığını hatırla. Leğeni görünce basket potası gelsin aklına gülümse, banyo lifini görünce voleybol filesi gelsin yine gülümse. Gülümsemelerin artsın. Çok bahanen olacak zaten.
Eşine yine aşk mektupları yazabilirsin mesela. İlla ayrı yerlerde mahsur bırakılmış ellerinizde demir halkalar olmasına gerek yok bunun için. Ama Saralle kağıdından kalpler yapmana gerek yok. Zarflar hep göreceli kalsın senin için, anlamını bilemeyecek insanlara sakın önemini anlatmaya çalışma. Paralel evrenden gelen mektup farklı bir görecelik de katacak aslında olaya. Burada karşındakine söylemek istediğinin iki yada üç hafta sonra ulaştığını düşündükçe paralel evrenden iletişim kuruyormuşsun hissini unutma diye yazıyorum bu satırları aynı zamanda. Grip olduğunu mektubunda yazdığın zaman eşinin çabuk iyileşmen konusundaki temennisinin sana sen iyileştikten 4-5 gün sonra geldiğinde, kafanın içinde Einstein ile izafiyet teorisini konuştuğunu hatırla.
Kavuştuklarının kıymetini bil, yokluklarındaki beni hatırla. Yarın sonuç ne olacak bilmiyorum ama bu mektubun kendime ulaşmasını temenni ediyorum yada kendimin mektubun gideceği yere ulaşmasını… Muhtemelen mektubu görünce şaşıracaksın, dedim ya çünkü insan çabuk unutur. Allah öyle yaratmış ama hatırlama diye bir programda koymuş insana. Okumaya başlayınca ağlayacaksın ve hatırlayacaksın. Bu ağlama ve hatırlamaların seni buraya saplı bıraksın diye yazmıyorum bu satırları. Aksine bu hislerle beraber hiç durma! Yapmak istediklerini, yapamadıklarını, yani şu anki benim istediklerimi, engel olunanları, buradakiler için yap ve yürü. Yazamadıklarını yaz, hissettiklerini söyle, düşündüklerini gerçekleştir.
Demir şakırtılarını kollarında altın bilezik diye hava atarak gülüştüğün günleri hatırla ve bununla asla boynunu bükmediğini, utanmadığını oradakilere selamımı söyleyerek anlat. Buradan çıkmak için ettiğin dua derinliğini yakalamaya çalış, geri dönme ihtimalin hiç kalmasa bile.
Bu satırları okuyorsan şanslısın. Kendim…”
Gözlerini silerek kağıdı katladı ve göreceli zarfa dikkatli bir şekilde kırıştırmadan, torunlarına saklayıp göstermek düşüncesiyle koyarken okuduklarını da zihnine yerleştirdi. Başını yukarı kaldırdı, derin bir nefes alarak çerçevesiz gökyüzüne uzun uzun baktı ve paralel evrene mesajını gönderdi.
hikaye- Merve Yılmaz