Rakı, Komik Babam ve Ben
Hatırat: Serkan Öztürk
Bana öyle geliyor ki komik babaların evlatları da komik olur ve komik evlatlar babalarına çok gülerler. Bu baba öldüyse eğer, acılarıyla değil de komiklikleriyle anılır geride kalanları tarafından. Biz geride kalanları olarak öyle anıyoruz ileriye giden pek rahmetli babamızı. Yani rahmetli güldürüyor bizi yattığı yerden. Bazı insanların öldükten sonra amel defteri açık kalırmış. Bizimkinin umarım açıktır ve bizi güldürmesi sevap hanesine yazılıyordur. Öldükten sonra bile güldürmek her yiğidin harcı değil çünkü.
Babamın alkolle azımsanamayacak derecede iyi bir ilişkisi vardı. İçmediğinde somurtan bir yüz maskesi takıyormuş da içmeye başlayınca o maskeyi çıkartıp hep akıllarda kalan sevimli, komik, şen şakrak yüzü ortaya çıkıyormuş gibi olurdu. Hasta, ilacına kavuşurdu sanki. Belki alkolün kimi insanı güzelleştirme özelliği vardı da biz bilmiyorduk. Bildiğimiz, babam çok içiyordu ve sağlığı için az içmesi gerekiyordu. Gündüz iş yerinde ekseriyetle içerdi. Eve gelince de kendi tabiriyle ‘kimselere zararı olmadan’ içmeye devam etmek isterdi. O nedenle buzdolabımızda rakı eksik olmazdı. Eğer dolapta yoksa evin bir yerinde bulunurdu muhakkak. Babamın “zula” diye tabir ettiği yerlerde olurdu genelde yedek 35’lik rakısı. Çünkü annem, babamın eve iş getirmesine değil de rakı getirmesine çok bozulurdu. Babam tedbirli adamdı, ne olur olmaz diyerek yedekte, kimsenin bilmediği bir yerde bulunsun isterdi. Rakı bu, şişede durduğu gibi durmaz bitebilirdi. Evde başka içen yoktu ama döken vardı. Annem kızıyor, sonunda tartışıyorlar, ‘hem zararlı bu’ diyerek babamın içmesini istemezdim ve biraz da kızdırmak için rakıyı dökerdim lavaboya. Babam bunu anlayınca ve dolapta dolu olması gerekirken boş olan şişeyi gördüğünde dramatik sahneler yaşanırdı. Sanki küçük bir kardeşimiz varmış da onu aniden kaybetmişiz gibi babam şişeye şefkatle sarılır; “Ulaynn… Boş bu, dökmüşler! Ziyan etmişler. Oyyy, nasıl gıydılar sana, açmamıştım bile seni, bir tuble bile içmemiştim seni guzummm.” dercesine bir ruh haline bürünürdü. Babam böyle tiyatral sahnelerin yaşanmasını istemediğinden zulalardı rakısını.
Babamdan başka evimizde herkesin bir zulası vardı. Abilerim ergenliğin zorluklarının nasıl atlatıldığının eğitimli kişiler tarafından öğretildiği, gösterildiği ya da anlatıldığı dergi, Vhs kaset zulalardı. Annem, babamdan habersiz zor günler için para zulalardı. (Burada ki “zor günlerle” komşuları arasında yaptıkları kurabiyeli, kısırlı, sonu çeyrek altınlı biten günleri kastediyorum.) Ben de, benden başka kimse yemesin diye cips, çikolata, muz zulalardım. “Zula” bizde bir örftü, adetti. Galiba hala bu zula geleneğimizi yaşatmaya, gelecek nesillerime aktarmaya çalışıyorum. Geçen gün zulaladığım ‘jelibon’umu çocuklarım kıskıvrak yakaladı mesela.
Babamdan hiç şiddet görmedim. Normalin, olması gerekenin altının çizildiği zamanlardan geçti çocukluğum. Çünkü çoğu alkollü baba, eşini ya da çocuklarını dövüyordu. Anlamıyordum, bir insan canından çok sevdiklerine nasıl kıyabilirdi? Demek ki o kadar da çok sevmiyorlardı. Şükür biz yaşamadık öyle şeyler. Çok göstermese de severdi bizi ve merhametli insandı rahmetli. Benim yeni oyuncak, yeni kıyafet gibi hedeflerim olurdu ve o hedefler yerine getirilene kadar hayatı dar ederdim evdekilere. Genelde anneme yapardım bu nazları. Bazen de babama… Bir keresinde bizimkilere reklamlarda gördüğüm bir spor ayakkabıyı aldırmayı kafama koymuştum. Annemi denedim önce ama aradığım Nazmiye’ye ulaşılamıyordu. Başka numaraları denemek üzere babama yanaştım. Baktım babamdan da olumlu dönüş alamıyorum, vitesi yükselttim. Göz yaşları ve huysuzlukla süsledim bu talebimi. Babam, “Ayakkabıların zaten yeni ya oğlum.” dedi. Ben neden öyle söylediğimi bilmiyorum; “Neresi yeni ya? Epeski işte, senin suratın gibi!” dedim ağlayarak. Sessizlik oldu, büyük abim “Doğru konuş!” diyerek bana vurmaya yeltenince babam durdurdu onu ve tek cümle söyledi abime; “Vurma!”
Babamın beni korumasına, sevgisini göstermesine çok az rast geldim ya da fark edebildim. O sevgisini genellikle evladına kokoreç yedirerek, kafayı demlediği Hancı Meyhanesi’nde patates kızartması ısmarlayarak ya da kızması gereken yerlerde kızmayarak gösterirdi. Bana ‘vurma’ demesini, kendince babalık yapmasını hiç unutmadım. Babanızla onca şey yaşarsınız, onca şey anlatmıştır size ama aklınızda cümleler, paragraflar barındıran bir kelimesi kalır. Size hiçbir zaman “seviyorum seni” dememiştir belki ama söylemediklerinden nice söylediklerini çıkarırsınız… Size benden bir tavsiye; babanız komikse ve hala hayattaysa onunla çok gülün. O öldükten sonra, onsuz ona dair hikayelerde gülüşünüz biraz eksik kalıyor çünkü. Çünkü ileride çokça anlatacağınız hikayelerinizin kahramanıyla gülmek ayrı bir lezzetli…
Kabrin nur dolsun baba, sevabın çok olsun. Umarım bir gün seninle dünyada karşılıklı söyleyemediğimiz o cümleyi cennette söyleriz:
“Hadi Şerefe!”
2021 Ocak Lapsus Dergi
Hatırat: Serkan Öztürk