Kayıktaki Adam
Hikâye: Ahmet Bozkuş
Asıldı küreklere.
Suya değen küreklerin ses çıkarmaması için
azami dikkat gösteriyor, bir yandan da var gücüyle kürek çekiyordu.
Karanlık kıyıdan ne kadar çabuk
uzaklaşır ve suyun üstündeki sise karışırsa o kadar
iyi olacaktı.
Siyah bir karanlıktan, beyaz bir karanlığa
nefes nefese…
Avuçları ağrımaya başlayınca
anladı eldivenleri unuttuğunu.
Hep böyleydi zaten…
Ne zaman bir yolculuğa çıkacak olsa muhakkak
unutmaması gereken bir şeyi unuturdu.
Bu yolculuklar faydasızdı.
Unutmak istediği hiçbir şeyi unutturmuyor,
inatla götürüyordu yanında.
Bir defa da geride kalan yararlı bir eşya
değil de yaralı bir hatıra olsaydı alnından öpecekti
yolları.
Bu yolculuk bir başkaydı ama…
Ellerindeki acıya aldırmadan kürek çekmeye
devam ediyordu.
Kürekler ellerini; rüzgâr yüzünü yakıyordu.
Yüzündeki acıdan da memnundu o anda.
Rüzgâr tam da gitmek istediği yöne esiyordu.
Gitmek istediği yönden emindi ama gitmek
istediği yeri bilmiyordu.
Amacı sadece kaçmak olan bir insandı
nihayetinde.
Onu bu yolculuğa çıkaran hayalleri değil
korkularıydı.
Ve korku, plan yaptırmazdı insana.
Kayıkta kürek çekmenin en hazin yanı da buydu
belki,
Yüzün kaçtığın yere dönüktü hep,
sırtın kurtuluşa…
En azından sırtından vurulma endişesi
duymuyordu.
“Vurulduktan sonra kurşunun ne yönden
geldiğinin ne önemi var ki…” diye düşündü bir an.
Katilinin gözlerine bakmak!
Bu dünyada gördüğün son şeyin kine
batmış gözler olması…
O halde sırtından vurulmak daha
iyiydi, gözlerin gökyüzüne dönük…
Aklına en olmadık düşünceler hücum
ediyordu.
Nereden ve neden geldiğini bilmediği bu kadar
hayal, hatıra, düşünce, endişe…
Yazabilmeye imkânı olsa roman olurdu su üstündeki
yolculuğu.
Yanında bir kalem bile
olmadığını hatırladı.
Unutkanlıktan değil, ihtiyattan
bırakmıştı kalemi, kâğıdı.
Silah muamelesi görüyordu, yazmak ve okumak.
İlkokul terk bir insan gibi gezinmişti
kalabalıkların içinde bir süre.
Okuyamayan, okusa bile anlayamayan, düşünmekten
hazzetmeyen bir canlı türü gibi.
Kılık değiştirse, yüz nakli
yaptırsa, maskeyle yaşasa bu kadar iyi gizlenemezdi.
Kafasının dışından çok
içindekine düşmandı kaçtığı karanlık
kıyıdaki insanlar.
Asıldı küreklere…
İllaki bir kalem bulunurdu, yeter ki
kırılmasın kalemi!
Karadan ne kadar uzaktı, suyun üstünde ne kadar ilerlemişti, ne zamandır kürek çekiyordu?
Saatine baktı, camı
kırılmış ve durmuştu.
Kayığı suya iterken duyduğu
çıtırtının sebebini şimdi anlamıştı.
Zaman o an durmuştu.
Geçmiş zaman olmuştu.
Geçmeyen günler, saatler, dakikalar
yaşamıştı onca zaman.
Saatini çıkarıp bıraktı suya.
Sanki geride kalan bütün zamanlar yok olacaktı
böylece.
Asıldı küreklere…
Zaten gittiği yönde saatler de başkaydı.
Yürüyebildiği halde topraktan korkmak,
yüzemediği halde suya güvenmek.
Bu noktaya nasıl geldiğini düşünürken bir
balık böldü düşüncesini.
Zıplayarak suyun üstüne çıkan,
kısacık bir an görünen ve sonra kaybolan bir balık.
Suyun dışındaki o an, ne hissediyordu
balıklar?
Özgürlük mü, ölüm korkusu mu?
Asıldı küreklere…
Uzun bir günün ardından içecek suyu, yiyecek
ekmeği biterken ulaştı bir kıyıya.
Kollarında bir his vardı, ağrıdan
öte.
Sanki durmasa sonsuza kadar kürek çekebilecekti.
Kasları titriyordu.
Her gözünü kırpmasında bir dalga vuruyordu
kayığa.
Kayalıkların arasında bir kuytu yer buldu,
acemice yanaştı.
Denizin suyuna hiç basmadan toprağa ulaşmak
için atladı.
Başardı da…
Ama hiç öpmeye niyeti yokken yüz üstü kapandı deniz
kumuna.
Üstü sıcak, içi serin ve nemli.
Bıraktı kürekleri.
Artık yeni bir yerde, yeniden, bir yerden
başlayabilecekti.
Ardında bıraktığı
toprağın kuraklığından kurtulmanın
hafifliğiyle bata çıka ilerledi kumların içinde.
Kayığa binerken ayakkabısında kalan eski
toprak, ayak bastığı yeni toprağa bulaştı.
Sarı kumlarda kara bir nokta, tane tane istilaya
başladı.
Kaçtığı ne varsa peşindeydi hala.
Karanlıktan tenine sinmiş bir esmerlik,
Kördüğümden saçına düşmüş bir
karmaşa,
Kötülükten miras kalan bir iç
sıkıntısı…
Sahilden uzaklaşırken dönüp ardına baksa,
kayalıkların arasında, dalgaların itip
kaktığı kayığın içinde endişeyle bekleyen
yorgun adamı, kendisini, peşinden gelen gölgeyi görecekti.
Bakmadı, görmedi.
Yürüdü, ellerinde kürek izi.
Özgürlük nasıl bir şeydi?