Ah Be Saadet!
Hikaye: Dilan Kılıç
Fotoğraf: Alan Cabello
Bir anda şak diye kovuldum yıllardır çalıştığım iş yerimden. Yeni çalışma arkadaşları arıyorlarmış. Bölümlerde değişiklik falan filan… Ne kadar güzel değil mi? “Siz beni kovamazsınız efendim. Ben istifa ediyorum asıl!” diyemedim elbette. Öyle beylik laflar anca filmlerde olur. Patronumun gelmişine geçmişine rahmet okuya okuya topladım eşyalarımı. Karagümrük’te babadan kalma bir kahve vardı bizim. Kiraya vermiştik. Sonra da hiç uğramadık. Yani ben uğramadım. Ve kovulur kovulmaz aklıma düştü orası. Beyaz yakalılıktan esnaflığa hızlı bir geçiş. Süper!
“Ragıp Bey, öyle hemen nasıl çıkayım ben? İnsaf biraz!”
“Valla Sadık Bey, ben bilmem artık nasıl çıkarsınız. Onu da siz düşünün. Bizim de işimiz gücümüz var ona göre, lütfen.”
“Yahu böyle mi anlaştık biz zamanında? Habersiz adam mı çıkarılır Allah aşkına?”
“Beni çıkardılar hiç haberim olmadan. Ben de işsiz kaldım. Ne yapalım yani? Sadık Bey, tamam o kadar insafsız değilim. İki gün sonra boşaltınız lütfen dükkânı. Hayır, canım içindekiler bizim zaten. İki güne gerek yok. Bu akşam son akşamınız Sadık Bey. Hoşça kalın.”
Dükkân benim değil mi istediğim zaman çıkartırım. Öf! Söylene söylene eve giderken ara sokaklardan bir ses duydum. Genç bir çocuk, etrafında yalan olmasın on kişi falan var. Biri duvara yapıştırmış çocuğu, elleri de boğazında. Nefes alamıyor çocuk. Bir başkası yumruğunu yapıştırıyor suratının ortasına. Kan içinde yere düşüyor. Diğerleri de vur babam vur! Öldürecekler çocuğu. Bu ne vicdansızlık. Yok mu lan kimse? “Vay kalleşler, adam mısınız ulan? Bir kişiye on kişi saldırır mı? Piçlere bak! Dağılın lan şerefsizler!” demek isterdim ama kan tutar beni. Arkama bakmadan ayaklarımı kıçıma vura vura kaçtım. Öyle bir koşmuşum ki üç beş sokak geçmişim evi. Gördüklerimi unutmam gerekliydi. Hem bana ne canım. Benim bir meselem yok kimseyle sonuçta. Allah’ım inşallah fark etmemişlerdir beni. Dükkânım var benim. Bir şey yapabilirler Allah korusun. Neler geliyor insanların başına. Bence o çocuk kesin bir haltlar karıştırmıştır. Yoksa niye öldüresiye dövsünler. Allah vere de ölmemiş olsun. Ay aman bana ne ya. Ucu bana dokunabilecek ne varsa hepsini başka yöne çevirmem gerekli bundan sonra. Uğraşamam, dükkâ…
Sabah işe giderken bir kız gördüm. Ve sonrasında her gün. Adı Saadet. Güzelim Saadet. Ama var ya nasıl güzel. Her gün geçiyor önümden. Ama görmüyor beni. Sevdiği mi var lan bu kızın? Eğer öyleyse var ya ant olsun yakarım ulan! Yakarım kendimi de O’nu da! Saadet’imin hayaliyle çalışıyorum. Nereye baksam onu görüyorum. Sanki O içecekmiş gibi dolduruyorum çayları. Nasıl içer onu da bilmiyorum ama. Saadet ile akşam oluyor. Sabah onunla gün doğuyor. Ah be Saadet…
Ertesi gün, bir işim vardı onu halledeyim diye erkenden dükkânı kapatıp çıktım. Bu sıcakta da hiç çekilmiyor ama ne yapalım, otobüse bindim. Geçtim bir köşeye oturdum. Günlerce uyuyup uykumu alsam bile otobüse bindim mi bir uyku basıyor beni, neden anlamam hiç. Hafif dalmıştım ki seslere uyandım. Birileri birilerine saydırıyor. Şöyle bir göz ucuyla bakayım dedim. Amman tövbe Allah tövbe. Bir oğlan bir kız. Al işte üçüncüsü şeytan. Yok ya o iki kişi yalnızken mi oluyordu? Ay neyse işte. Çocuk kızın elini tutmuş, gülerek konuşuyorlarmış el âlemin içinde. Vay efendim sizin eviniz yok muymuş? Doğru tabi. “Hadsizler sizi, yok mu eviniz? Milletin içinde böyle, puuu reziller! Bu kadar da olmaz ama ya! Ananız babanız sizi okuyor sanıyor, siz buralarda erkeklerle fingirdiyorsunuz. Kız yetiştirmek çok zor bu devirde. Bak hele şunlara bak. Atın bunları otobüsten. Çoluğumuzun çocuğumuzun ahlakını bozuyorlar. Allah Allah!”
Otobüsten indim. Bir nefes alalım ya şöyle. Bir şeyler oluyor yine. İnsanlar bir şey izliyor. Bir adam yanındaki kadına bağırıyor. Yahu bir bitmediniz. Neyse ki bunlarda bir tek adamın sesi çıkıyor. Aman neydi canım öyle otobüstekiler… Bunlar daha iyi, adamdan başka konuşan yok. Al al olmuş kadının yanakları, saçlarını dolamış parmaklarına adam, soğuk betona yapıştırıyor yüzünü. Çüş! El âlemin içinde olur mu? Eviniz yok mu sizin? Şimdi kadına bir şey olsa bizi de şahit yazacaklar. Uğraş dur sonra. Merak da ediyorum aslında. Ne oldu bilmem ama bence kesin kadın suçludur. Delirtmeseymiş adamı. Allah Allah! Saadet mesela, kavga etsek Saadet ‘le kıyamam ki. Çok sinirlenirsem ya? Sinirlendirmesin O da o zaman!
Her mahalleye bir hayvan besleme alanı yapmış bizim belediye. Bir akşam eve dönerken gördüm ilk defa. Ne güzel düşünmüşler be helal olsun. Daha önce nasıl görmedim ki? Mahallenin kadınları, adamları geldi. Hayvanları çok severler burada. Ah güzel komşularım benim.
“Bu ne kardeşim her gün her gün bıktık valla!”
“Havlamalarından uyuyamıyoruz!”
“Şu kediler hele, gece korkunç korkunç sesler çıkarıyor çocuğum korkuyor canım!”
“Çocuklarımıza saldırıyor bu köpekler! Kuduzlar mıdır nedir? Allah korusun.”
“Sabah arayalım şu belediyeyi de gelip toplasınlar şunları!”
“Yok, yahu ne sabahı? Sopayla mopayla biz mi kovalasak şimdi?”
Evet. Arayın belediyeyi gelsinler. Böyle olur mu? Yatamıyoruz seslerinden. Çocuklar da korkuyor zaten. Kediler de nankör oluyor hem! Sabaha bırakmayın, kovalayın gitsinler. Mahallenin ortasına yapmışlar bir de. Besleme alanıymış, daha neler!
“İyi geceler komşum.”
Gün çok yorucuydu. Belleğimi sıfırlamam gerekliydi. Duşumu almış, yatağıma uzanmıştım ki değişik bir his oldu kalbimde. Böyle soğuk su içince falan dişleri sızlar ya insanın. Aynen öyle, içimde bir şeyler sızladı sanki. Değişik bir histi. Anlam veremedim. Üşüttüm mü acaba? Ne bileyim, cereyan da kaldım dükkânda herhalde. Çok üstünde durmadım. Dalmışım zaten.
Yeni güne, yeni kararlar alarak başladım. Konuşacaktım artık Saadet’le. Benden iyisini mi bulacak be? Elim ayağım düzgün. Yakışıklıyım da yani. Dükkânım var en önemlisi. He hey! İndim aşağıya, tam kapımın önünde bir araba diğerinin yolunu kesmiş. Yolu kesilen, arabadan inmiyor. Yol kesen bir oraya bir buraya saldırıyor deli dana gibi. Camlara vuruyor. Kaputa kafa atmak nedir ya? Kaputa kafa atıyor adam. Küfrediyor. Arabadaki adam inmiyor haliyle. Aha! Camı kırdı levyeyle manyak. İçerdeki adamı tuttu boğazından, öldürecek nerdeyse. İnsanları bu kadar delirtmeyin ama. İkilemde kalıyorum eve geri mi dönsem aradan sıvışsam mı acaba. Mahalleli ayırmaya çalışıyor. Ne gerek var? Koca adam bunlar, hallederler aralarında. Kahramanlık yapmak size mi düştü? Polis molis de çağırmışlardır. Aman bize ne, hadi açılın şuradan ama ya. O kaputa kafa atan adam birini arıyor, dakika geçmeden nerdeyse bir ordu hücum ediyor sokağa. “Hasss… bu ne lan? ” Geri eve çıkıyorum. Kimvurduya gitmeyeyim şimdi aralarından geçerken, Allah korusun. Eve girdiğimde perdelerimi çekip, müziğin sesini açtım sonuna kadar. Şahit yazılamam hiçbir şeye.
Ertesi sabah, sokak tertemiz. Dükkâna kaçtım hemen. Bir kahve yaptım kendime, kimse gelmeden ağız tadıyla içeyim diye. Gazetemi de aldım. Ooh be mis. Kadın cinayetleri, adam kesme, taciz, tecavüz, hırsızlık… Bu ne canım sabah sabah? İçim kalktı. Kapattım attım gazeteyi. Keyif yapmak haram bana. Tam kalktım içeri geçeceğim, bir kız koşarak geçti önümden. Arkasında adamlar. Ne oluyor lan yine? Bitmedi aksiyonunuz içine sıçayım. Az ilerde yakaladılar kızı. Yüzünü bir gördüm ki kızın, ruhum çekildi. Yine o geçen geceki gibi bir sızı. Saadet. Attılar yere Saadet’imi. Biri tutmuş saçlarından, yerlerde sürüklüyor. Kömür karası saçları Saadet’in, alev almış. Hem onu yakıyor hem beni. Tekme atıyorlar kıza. Saldıranlardan çam yarması gibi olanı, etrafa tükürükler saça saça konuşuyor. Domuz!
“Orospu seni! Kaçacaktın he?“
“Evlenmek istemiyorum ben. Bırakın Allah aşkına, bırak abi!”
“Yok öyle! Söz verdik. Ya evleneceksin ya da gebertirim seni burada!”
Kalabalık toplandı. Fısıldaşmalar…
“Bir haltlar yemiştir kesin. Yoksa apar topar kız mı evlendirilir?”
“Okula göndermişlerdi sözde. Bak, al sana sonu… Tövbe estağfurullah.”
“Atasının sözünden çıkar mı kız dediğin?”
“Evlerden ırak.”
O kadar güzeldi ki Saadet. Tek bir kusuru dahi yoktu. Ağzı, yüzü kanlar içindeyken bile kusursuzdu. Bakmaya kıyamadığım gözleri yaş doluydu ve ilk defa o zaman buluşmuştu gözlerimiz. Kuş gibi narin elleri bana doğru uzanmış, “Kurtar beni.” diyordu. Kurtar kendini Saadet, kurtar. Ben yapamam. Elini tutamam. Kendimden başkasına yardım edemem. Aslına bakarsan kendime bile yardım edemem ben. Göremem, duyamam, konuşamam. Gerçekler benim için bir kâbus. Kimseye derman olamam.
İçimdeki sızılar çoğalıyor bir bir. Durduramıyorum. İnsanların yardım çığlıklarını duyamıyorum. Kötüyüm ben. Kim ne tarafa çekerse o tarafa gittim yıllarca. Gördüm ben her şeyi. Her söyleneni işittim. Ama sustum. El âlem konuşunca konuştum sadece, susunca da sustum. Dünyayı kurtarmak bana mı kalmıştı? Kurtaramam ben, ne dünyayı ne seni Saadet.
Saadet’in bana baktığını gördüler.
“Buna mı kaçacaktın ulan! “
Ben ne olduğunu anlayamadan yakamdan tutup Saadet’in yanına fırlattılar beni. Kızı bırakmış bana vuruyorlardı. İçimde sızlaya sızlaya çatlayan yer, her darbede biraz daha iyi oluyordu sanki. Tarifsiz bir histi. Boğazımı sıkan bir el, suratımın tam ortasında bir yumruk. Kimse görmüyordu. Kafamı yere yapıştırdılar. Bir Allah’ın kulu “Ragıp yettim!” demedi. Yer misin, yemez misin? Kaç kişi bunlar? Göremiyorum ki. On kişi var mı? “Bir kişiye on kişi saldırır mı ulan?” Ağzıma sıçtılar be ağzıma. Beni orada öylece bırakıp gittiler Saadet’i de alıp. O’nu son görüşümdü. Bir insan evladı da elimden tutup kaldırmadı beni. Ayıp be!
Yetmişimdeyim şimdi. Utancım izin vermedi ki kırk yıldır tek bir noktayı dahi unutmama. Bütün sustuklarım, görmediklerim, duymadıklarım sonumu hazırladı sanki. Kendimden utandım. Saadet’e yardım edemedim ya, uzattığı eli tutamadım ya o gün, ben O’ndan utandım. Kendi varlığımdan, vicdanımdan utandım. Acıdan kıvranıyorum ama ölemiyorum. Bir kere bağırsaydım avazım çıktığı kadar el âleme, şimdi huzurla ölebilirdim belki. O kadar aciz ve biçareyim ki ben, susuşlarımdan utandım. Sahi ölsem toprak kabul eder mi beni?
Hikaye: Dilan Kılıç