Hücre

Hücre

Hikaye: Serkan Öztürk

Fotoğraf: Masha Raymers

1-

Konuşurlarken duydum. Yakında beni buradan dışarıya çıkartacaklarmış. Oysa ben çok alıştım bu tek kişilik hücreme. Rızık endişem yok burada, soğukta kalma derdim yok. Huzurluyum bu karanlıkta. Bu sadece bana ait dünyada. Değişiyor ve gelişiyorum burada. İyi geliyor bana. Dahası güvende hissediyorum kendimi. Dışarıdan daha çok güvende. Şüphesiz burası evim, yuvam. Dışarısına nasıl alışacağım bunca zaman sonra? Güneşe nasıl adapte olacağım? İnsan ait olduğu yerde mutlu olur sadece. Ben buraya aitim. Biliyorum, çıksam bile buradan hep buradaki günlerimi özleyeceğim, buradaki zamanlarımı arzulayacağım sebepli sebepsiz. İnsan unutur, zamanla yıllarca aynada baktığı yüzünü bile unutur. Sonra fotoğraflara bakınca anımsar geçmiş yüzünü, ‘çok gençmişim’ der. Yani bir zamanlar nasıl bir yüzünün olduğunu hatırlamak için bile, bir belgeye ihtiyaç duyar. İnsan unutur. Belki ben de unutacağım buradaki beni. Ama bu huzuru, buranın sıcaklığını, buranın kokusunu unutmayacağım. Nasıl unutabilirim ki? Yalnız başına sıkılmıyor musun, diyebilirsiniz. Yalnız değilim, inanın. Evet, Rabbim her daim yanımda hissediyorum. Ona dua ediyor, onunla konuşuyorum. Bana cevap vermese de beni duyduğunu, beni gözettiğini biliyorum. Tebessüm ediyorum ona. Fakat başka konuştuğum biri daha var. Yüzünü hiç görmesem de konuştuğum bir kadın var. Galiba o kadına aşığım. Deli olduğumu düşünebilirsiniz ama değilim, inanın. Gerçekten o kadın var ve onunla konuşuyorum, hissediyoruz birbirimizi. Ama bu mutluluğumu bozacaklar. Duydum. Onun için ne var ne yok, yığdım kapının önüne. İçeri girip beni alamasınlar diye. Bu mutluluğumu bozmalarına izin vermeyeceğim, direneceğim. Elimden geleni ardıma koymayacağım.

2-

Geldiler. İçeri girip beni dışarıya çıkartmak için zorluyorlar. Mücadeleyi bırakmayacağım. Anlaşılan onlar da bırakmayacak. Üst tarafı kırıp içeri giriyorlar. Hücreme gittikçe dolan ışık adeta beni boğuyor. Karanlığımı ışıkla öldürüyorlar. Yapamıyorum. Sonunda yakalayıp dışarı çıkartıyorlar beni. Onca bağırmalarıma, ağlamalarıma aldırış etmeden yapıyorlar bunu. Allah’ıma dua ediyorum, ağlıyorum. Kadın da ağlıyor. Ah güzel sesli kadın bir daha duyamayacak mıyım seni? Bir daha olmayacak mısın hayatımda?… Beni ait olduğum yerden koparıyorlar. Köklerinden söküyorlar sanki dallarında yaprakları, meyveleri olan bir ağacı.

3-

Dışarıdayım. Nereden bilecektim böyle olacağını? Nereden bilecektim bunun bana daha iyi geleceğini. İnsan, endişelerinin dişleri arasında ezilen bir mahluk. Senin iradenin dışında olana teslim olmak gerekmiş, anladım bunu. Meğer gereken buymuş. Meğer beni o kadına vermek için çıkartmışlar. Meğer anne deniliyormuş o kadına. Ben doğmuşum. Bu kavuşmanın adı doğummuş.

Meğer insan bir zaman sonra hissettiklerini yaşar, onları seyredermiş.

Meğer insan doğmak için yaşarmış.

Hikaye: Serkan Öztürk

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi