Teşekkür

Teşekkür

hikaye- Dilan Kılıç

Üniversiteye başladığım ilk gün, ilk derste sırtım kapıya dönük otururken, belki de ilahi bir güçle kapıya dönüp baktığımda gördüm O’nu. Hayda, oldu mu böyle?  İşin yoksa yan şimdi. İlahi bir güç evet. Siz inanır mısınız ilk görüşte aşka? Ben inanırım. Tüm hücrelerimle hem de.

Ben düştüm aşk ateşine sen de düşme yanarsın balım.

İlk gördüğüm an, kalbim göğsümü yırttı, gitti o sürmeli, ela gözlerin içine hapsoldu sanki. Yerine oturana kadar peşinden gitti gözlerim. Normal insanların midesinde kelebekler uçuşur, benim midemde at vardı. Valla bak. Oradan oraya koşturuyordu hayvancağız. Tutabilene aşk olsun. Ah hep aşk olsun… Ama işte görebilseydi belki… Görmedi.

İmza listesi dolaşıyor. Hah hadi kızım sen yaparsın bu işi. Aslansın. Listeden ona en yakışan ismi seçtim. Yaparım dediysem yaparım. Yaptım da. Altıncı hissime çok güvenirim. Gerçekten O’ymuş. Şak diye buldun kız helal sana.

Ömer.

O zamanlar kalbimin en büyük ağrısı olacağını ben nereden bilebilirdim ki? Bilemedim. O da bilmiyordu. Zaten hiçbir şey bilemedi de. O’nu nasıl sevdiğimi; ders çalışırken satır aralarında gözlerini gördüğümü, gözümü her kırptığımda göz kapaklarıma gelip oturduğunu ve gitmesin diye gözlerimi açmak istemediğimi hiç bilmedi. Bilse bu kadar duru sevebilir miydim bilmiyorum. Ulan ama insan biraz severdi be. Valla ayıp.

Belki rüyamda görürüm diye uykuya daldım kaç gece. ‘Bir kere gördün mü?’ diye sorun. Allah aşkına yahu çekinmeyin sorun. Görmedim. Hiç mi? Soruya bak. Evet hiç. Senelerce bir kere bile göremedim. Platonik aşklarımı hep rüyamda görürdüm ben küçükken.  Ama uyanıkken hiçbiri de görmezdi beni. Oha bunu rüyamda görmedim daha. O zaman… Oldu oldu, kesin oldu. Eheh tamamdır bende bu iş, şşh… Rüyanda görmediysen kesin büyük aşk yaşarsın tezim  bom! elimde patladı sonra. Yok ya ne ağlayacağım. Gözüme to…

Platonik bir aşkın pençesine düştüm yani bir kez daha. Sonra yine gazladım bizim kızı. Gaza getirme konusunda efsaneyim. Söyle ulan. Çık karşısına “Seviyorum seni. Ekmeği tuza banı…” Bu kadar abartma  canım. ‘Seviyorum.’ desen kâfi. Olursa olur, olmazsa herkes kendi yoluna. Sen de unutuncaya kadar sevmeye devam. Gözlerini sıkıca yum. Yüzünü gördüğün an usulca gevşet gözlerini. Çok sıkma…

Facebook’un yeni çıktığı, daha seviyeli olduğu zamanlardı o zamanlar. Teknolojiyi de iyi kullanıyoruz tabi ne diyorsunuz heheyt… Aradım taradım buldum. Kaçıncı ayda sütten kesilmiş, hangi ek mamayı kullanmış, sünnet düğününde yengesi ne takmış, babası askerliğini nerede yapmış… Ohoo bir uçan kurtulur benden bir de kaçan. Yedi ceddine kadar öğrendim her şeyi.  Bu arada yengesi de pek pintiymiş, gram altın takmış çocuğa. Hiç utanmamış. Akrabalık ölmüş be ölmüş! Ne ayıp.

Kızlarla uzun ve de derin  bir istişare sonrası hayatımda hiç yapmadığım bir şey yaptım o gün.

“Selam.”

“Selam.”

Sonrasında da derin bir sessizlik. Kızlarla göz göze gelme. Onlarda salak bir gülümseme, bende saçma bir dehşet ifadesi ve… Bilgisayarın fişini çekip Allah Allah nidalarıyla kendimi dışarı attım. Koştum koştum koştum… Nereye koştum o kadar hiç bilmiyorum. Mirkelam’mışım da ben haberim yokmuş. Peki, bilgisayarın fişini niye çektin yavrucuğum? Olanlara dair hâlâ bir fikrim yok.

Çok sonra bir cesaret açıldım. Tabi yüz yüze değil. Cesaretim var ama o kadar  yok henüz. Sesini bile duymamışım. Karşılaştığımızdaysa görüntü var ama ses yok. Ayarlar birbirini tutmuyor hiç. Bazen heyecandan görmemezlikten gelme, bazen görüp salakça gülümseme, bazen kafayla selamlaşma…  Ama asla konuşmak yok. Diliniz mi yok yavrum sizin? Eşek kadar insanlarsınız bir ‘Hey, hişt, hop’ falan bir şey der insan bari. Yok diyemedik. Ama tabi artistlik ya fıtı fıtı yazıyorsun. Konuş dersen kelime yok.

Bir cevap beklemiyordum aslında. Karşılıksız, beklentisiz kendimce seviyordum. Zaten bir şey de olmadı bizden. Bana bir kere ‘Baş belası’ diye yazdı bir mesajında. Çok zoruma gitti. Son konuşmamız oldu. Ara tatildeydik. Ben evdeydim. Bilgisayarın fişini çekmedim bu kez. Bir yere koşmadım da. Facebook’tan güvenli çıkış yaptım. Bilgisayarı kapat sekmesinden girip düzgünce kapattım. Işığımı da kapatıp usulca yatağıma geçtim. Yorganı tepeme kadar çektim. Unutana kadar sevdim.

Mezun olduk sonra. Facebook’un devri kapandı. Kırk yaş üstü amcaların, teyzelerin mekânı oldu. Gül kokulu Cuma mesajlarını oradan paylaştılar birbirleriyle bir süre. İnstagram çıktı. Gençlerin yeni eğlencesi. Yıllar sonra mesaj attı bu yeni sosyal mecradan. Nereden de bulduysa düdük. Bak düdük oldu şimdi. Niye? Unuttum da ondan. He he ne dedim ben? Yaparım dediysem yaparım. Yaptım.

“Nasılsın?”

Nasıl mıyım? Anlatıyorum dinle. Senden sonra uzunca bir süre kimse olmadı hayatımda. Gerçi sen de olmadın da. Gittin mi geldin mi belli değildi zaten. Neyse. Seni yazdığım yeşil kaplı bir defterim vardı. Mezun olunca yırtıp attım senli sayfaları. Tamamına kıyamadım. Havalı olsun diye yakacaktım da… Belki bir gün bir yerde karşılaşırız diye gezdim şehrin tüm sokaklarını. Kokoreç seviyordun sen. Bir fotoğrafında görmüştüm. Söylediklerine göre İstanbul’un en meşhur yerinde en güzel kokoreci, arkadaş nasıl yiyorsunuz be şunu öf, yiyemedim üzgünüm. Belki görürüm diye şöyle bir uğradım. Göremedim. Of bok gibiydim işte anlayacağın.

Neyse ne. Sildim oğlum seni çoktan. Sesini hiç duymamıştım, duysam da farketmezdi yabancıydın zaten. Şimdi daha da yabancısın. Ama sana çok içten bir teşekkür etmek isterim. Beni sevmediğin için sana minnettarım. Sen varken en çok sen olmuştum ben. Aynaya her baktığımda kendimi değil, seni görmüş, konuştuğumda seni duymuştum. Seni yazmıştı kalemim hep. Sana değmişti kalbim. Ben kendimi bırakıp sana göçmüştüm. Sonra senin sayende anladım ilk önce kendimi sevmem gerektiğini. Ben varım ve tahmin edemezsin ama öyle değerliyim ki. Çok sağ ol. Sayende büyüdüm, ben oldum.  Ne de güzel sevmedin beni. Çok teşekkür ederim. 

“İyiyim. Sen nasılsın?”

hikaye- Dilan Kılıç

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi