Müslüm Baba, Kürt İdris ve Ben
Hikaye ve fotoğraf: Muttaki Kolbasar
İstanbul’un aynı adı gibi Levent bir delikanlıya benzeyen Levent ilçesinde bekliyorum. Bir saat kadar boşluğum var. Hava öyle soğuk ki maşayla alsan havadan bir parça, rakıya buz yaparsın. Boğazdan yarım kadeh su alsan rakının ödü kopar bembeyaz kesilir. Kar yok. Olsa, daha iyi. Aylaklanıyorum orada burada. Isıtmaya çalıştığım ellerim cebimde gezinirken gördüm: Zincirlikuyu Mezarlığı.
”Her canlı ölümü tadacaktır’.’ diyor edebi bir dilde Kur’an’dan bir cümle ile kapısında. Ölümün tadını düşünerek içeri giriyorum. Çocukluğumda okul servisiyle mezarlık yanından geçerken müziği kapatan bir servisçi vardı onu hatırladım. Kulağımdaki müziği durdurdum. Sonra düşününce ölülerin müzikten rahatsız olduğuna dair bir menkıbe ya da dini bilgi hatırlayamadım. Saygının sınırlarını o kadar geniş çizmişiz ki bununla başa çıkamayıp iyiden iyiye saygısız insanlar olmuşuz. Bu saygısızlığın vermiş olduğu asi güçle birlikte tekrar üzerine düşününce kimse ile bir saygı durumu oluşturmadığım kanaatine varıp sıradaki
şarkıyı açtım:
”Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi.”
Sigara da yaktım. Babamın yanında bile içiyorum sonuçta. Tanımadığım ölülerin yanında niye içemeyeyim?
Zincirlikuyu Mezarlığı çok geniş bir alana yayılmış. Her yer bir şey ailesi diye bir zamanlar varlıklı olan insanların mezarlarıyla dolu. Abdi İpekçi’yi gördüm girişte hemen. İki lafladım. Havanın soğuğundan kimse ölüsüne sahip çıkmamış gibi bugün. Mezarlığın aşağısında bulunan camiden sesler geliyor. Muhtemelen yeni bir varlıklı insan son karbondioksitini salmış dudaklarından. Onun dışında mezar başları sakin. Neyi aradığımı bilmiyorum ya da kimi.
Aylaklık ediyorum. En sevdiğim aylaklık yerleri de mezarlıklar. Kırk dakika kadar tanımadığım ölülerle tanıştım. Ölüm tarihlerinden en eski ve en yeni ölüleri bulmaya çalıştım. Çürümüş, bitki olmuş mezarının üzerinde fotosentez yapanı da var. Bedenini nemli toprakta serinleten taze ölüler de. Bitkisinden toprak altındakine kadar hepsine laf atıyorum.
Neşeli bir gün, bugün. Uzaktan bayır aşağı kan ter içinde inen bir genç adam gördüm:
– Müslüm Baba’nın mezarı nerede abi?
– Ben de onu arıyorum gel beraber arayalım, derken yol arkadaşı olduk. Ben Müslüm Baba’nın mezarını aramıyordum ama güzel bir teklif gibi geldi o an. Eline bir mezarın taşına bırakılmış yamuk beşlik şişeyi aldı genç adam. İlk gördüğü çeşmede doldurdu hemen gittiğimiz yerde bulamayız diye. Gördüğümüz bir grup mezarcıya da sordu Müslüm Baba’nın mezarını. Ben utandım biraz nedense. Belki onunla Müslüm Baba’nın mezarını arayan arkadaşı olarak göründüğüm için mezarcılara.
Tarif ettikleri yere doğru giderken, ”A Kürt İdris!” dedi genç adam ve elindeki suyu hiç düşünmeden dökmeye başladı mezara. Sonra düşündü dedi ki, ”Abi su dökerken videoya alır mısın?” Bir yandan telefonunu uzattı. Aldım videoya. Kürt İdris de sanırım arabesk dünyasının ünlülerinden biri diye düşündüm genç adamın heves ve saygısından. ”Dua ederken de çek abi.” Çektim. ”Işık arkandan geliyor öbür tarafa geç.” Mezarlıkta öbür taraf demek başka anlamlara gelebilirdi ama genç adam kastettiğim anlamı anladı. Geçti diğer tarafa. Elini dua pozisyonunda bozmadan. Ağzında sigarası. Benim de ağzımda onun ikram ettiği sigarası. Sonra yürüdük yine asıl hedefimize doğru.
Bir grup mezarcı daha gördük. Müslüm demeye kalmadan, ”Bak şurada yatıyor, Baba!” dedi ağzında sigarasının uzamış külünü dökmeden konuşan bir mezarcı. Sevindik ikimiz de genç adamla. Birbirimize bakıp gülümsememizden de belliydi bu. Sevinçle mezarına geldik Baba’nın. Bizden önce mezara su dökmüş başka bir hayran, fıs fıs bir şeyler konuştu kabre doğru eğilip, sonra bize dönüp, ”Allah rahmet eylesin gençler.” dedi. Cenaze sahibi gibi bir şey olmuştuk. Koskoca Müslüm Baba’nın bir anlığına cenaze sahibiydik. Bizimki hemen yakındaki çeşmeden su doldurdu yine beşlik şişeye. Hızlıca döktü. Bu sefer düşünmüştü telefonu bana vermişti su dökmeden. Video çekildi. Işık gayet güzeldi. Çünkü Baba’nın mezarının üzerine yandaki çamın gölgesi düşüyordu.
Hacı misi gibi bir koku aldım mezardan. Hiç sevmem hacı misini. Midem kalktı biraz. Sanki mezarın altından geliyordu bu koku. Daha mümkün yanıtı yanımdaki genç adam verdi elinde tuttuğu hacı misi misketini bileğinde yuvarlarken. Bana da uzattı. Midem yine ayaklandı. Yok dedim sağ ol. Sonra bileklerini mezar taşına sürdü. Hacı misi kokusu Muhterem Hanım’a kadar ulaştı muhtemelen. Muhterem Hanım ile aynı mezarda gömülü olmaları dikkatimi çekti. Romantizm ve arabesk üzerine düşündüm. Sonra, ”Dua eder gibi de çek abi” dedi, genç adam. Çekildi. ”Sen de su dökecek misin?” dedi. Yok oğlum, dedim bizden önceki abi de baya dökmüş boğmayalım adamı. Ben güldüm o anladı, ama gülmedi.
O sırada çeşmeden doldurduğu beşliği elime verdi. Döktüğüm su topraktan taştı. ”Videoya alayım seni de abi” dedi. Yok dedim, ama fotoğraf çek. Dua eder gibi de yap abi, dedi. Yaptım. Bir de mezar taşını tut abi. Tuttum. Sigara yaktık birer tane. Bir şişe daha su dökmek istedi genç adam. Bana sormadı zaten. Onun su doldurmaya gittiği boşlukta eğildim ben de mezara doğru. Az önceki abiden öğrendiğim gibi.
– Müslüm Bey nasıl sizce ölümün tadı, dedim. Sanki kulağıma o şakrak çocuk kahkahası geldi babanın. Güldüm. ”Ne gülüyon abi?” dedi genç adam. Gülüyor muyum, dedim. Cevap vermedi. Memnun oldum değişik bir insansın dedim.
-Kars’tan geldim abi iş görüşmesine. Cenazesine de gelmiştik Baba’nın ama koca yer tabii bulamadık, şimdi işte… Yemek Sepeti’ne işe girdim bugün, gelmişken babaya da bi selam verelim dedik, dedi.
”İyi yapmışsınız, bana müsaade.” dedim. ”Eyvallah abi!” dedi. Babanın bilmediğim bir şarkısından bilmediği bir cümle söyledi. Bir yerlerden hatırlıyor gibiydim. ”Eyvallah!” dedim. Güldüm. Telefonundan görüntülü birini aradı. Ben uzaklaşırken kulağıma gelen son cümlesi: ”Bak burada kim var?” amcaydı.
Geçerken az önce tanıştığım Kürt İdris’e selam verdim. Sonradan yer altı dünyasının ünlüsü bir abi olduğunu sanatçı olmadığını öğrendiğim. İdris Bey ile ölmüş olmasa yollarımız asla kesişmezmiş diye düşündüm. Ölü olmanın güzel yanı, hayatlarında ne kadar ulaşılmaz olurlarsa olsunlar, öldüklerinde çoğu insanı randevusuz ziyaret edebilirsiniz. Bir mafya babasını bile fedaileri olmadan yakalamıştım işte.
Hikaye: Muttaki Kolbasar