Sabun
Mektup: Meryem Samur
Fotoğraf: Oleg Bolochev
Sevgili Dostum,
Dün rüyamda gördüm seni. Geçen beş kış boyunca giydiğin sonra atmaya kıyamayıp dolabın bir köşesine sıkıştırdığın, sarı pötikareli kabanın vardı üstünde. Elinde bir sabun tutuyordun. Yeşiliyle moru birbirine karışmış bir güzellik sabununa benziyordu. Sabunu bana doğru uzatırken, iri çekik gözlerin iyice kısıldılar. İçimle dostluk kuran gülümsemenin esintisi kuşattı rüyamı. Aniden bir ısırık aldın sabundan. Gayriihtiyari, yüzünün ekşimesini bekledim. Biraz çiğneyip yuttuktan sonra, bir ısırık daha aldın. Ağzından çıkan köpükler yanaklarını al al kabarttı. Acelen olduğunda yaptığın gibi, kesik kesik konuştun:
-Merak etme, yenir bu.
Uyandığımda kalbimden gelen sızıyı dindirmek için, yüzümü; lavanta kokan bir güzellik sabunuyla yıkadım. Kahvaltı etmeden önce, bana attığın son fotoğrafa baktım uzun uzun. Karların içindeki o mahzun duruşun, ezilen mideme bir ayrılık sancısı olarak oturdu. Oysa daha bu sonbaharda, benim suladığım zeytin ağaçlarının altında; neşeli kahkahalar savuruyorduk hayata. Şarkıda dediği gibi:
‘Şimdi uzaklardasın
Gönül hicranla doldu.’
Başka bir ülkeye gittiğini öğrendiğim gün, çok sıradan bir gündü. Sıradan bir günde sıra dışı haberler almanın tedirginliğiyle, kalbimi bir endişe kaplamıştı. Küçükken oynadığımız ‘Kim?, Kiminle?, Nerede?, Ne Zaman?’ oyununa benzemiyordu sorularıma verdiğin cevaplar. Her birine sakin ve hazırlanmış cevaplar sunuyordun. Oysa ben, hazırlıksız bir yolculuğa çıkmış olan bedeninin pek yakında gireceği, bilinmezlik titremesini biliyordum. Yine de mutlu kapattık telefonu. Hayat bize umutlarımızı ertelerken de mutlu olmayı öğretmişti ne de olsa.
Hatırlıyorum da: ‘Biri var.’ dediğin de tam 3 yıl önceydi. Şaşırmıştım. Öyle ilk tanıştığın anda söylemezsin ki hiç. Önce kendin emin olursun sonra paylaşırsın benimle. O yüzden biri var dediğinde, yakında bir düğün olacağı müjdesini sezmiştim. Öyle de oldu. Sıcak bir yaz günü, avucumda küçük kızımın eli, yüzümde terleten beyaz bir maske ile allı pullu gelin oluşunu seyretmiştim.
‘Sıradanlık’ pek uzun sürmüyordu hayatlarımızda. Eşinin haksız yere alıkonuşu haberini verdiğin gün uzun uzun ağladım. Haksızlığın getirdiği ayrılık, zakkum meyvelerini sunuyordu peşi sıra. O gün delice gezindiğim sokaklarda şairin mısrası dolandı durdu dilime:
‘hani yok burada yanlışı yoklayacak hiç aralık’
Hiç alışacaksın demedim sana. Nasıl olsa alışacaktın bir gün. Haksızlığa, ayrılığa ve acıya alışılır mı bilmiyorum ama, baş etmeyi öğreniyor insan. Bazen mücadele etmeden kabul ediyorsun kaderini. Bazen de senin yaptığın gibi mücadele ederek sürdürüyorsun günlerini.
Sahi, yaşamın simyasını öğrenmeye niyetlendiğinde 15 yaşındaydın. Geçen yıllar sana yolculukla taçlanan mücadelenin insana vereceği huzuru öğretmiş olmalıydı. Arayış hikâyelerinin bitmeyen seyahatleri öyle işlemişti ki zihnine, bir gün gideceğini hep biliyordum.
Eşinin yanına dönmüş olması yetmedi değil mi? Ayrılıkla çevrelenmiş bir kavuşmanın tadı kısa sürmüş olmalıydı. Karnını doyurmaya çalışan bir ceylan tedirginliğinde sürdürdüğün hayatın, aslanların vicdanına kalmıştı. Merhamet dilemek zaten sana hiç yakışmazdı.
O yüzden değil mi gidişin? Birileri kaçarken, birileri hep kovaladı şu dünyanın çarkında. Çocukken oynadığımız oyunlardaki gibi bir kovalamaca olsaydı keşke. Büyümek, kovalamanın düşmanlık, kaçmanın çaresizlik olduğunu öğretmişti.
Mektubumun sonuna gelmeliyim artık. İçimi soğutacak kelimelerle tanışmadım henüz. Ne zaman yeniden birlikte şarkı söyleyeceğiz bilmiyorum. Sen bana okuduğun son romandaki kahramanın saf cesaretinden bir daha ne zaman bahsedeceksin? Elinde bir torba abur cubur ve yüzündeki afacan gülüşünle ne zaman kapımı tıklatacaksın? Ben sana içimdekileri dökerken suskun suskun gözlerime ne zaman bakacaksın? Sözlerimiz tükenip başımızı yastığa koyduğumuzda dostluk yorganının ağırlığı altında, içimizi hafifleten bir uykuya ne zaman dalacağız?
Bilmiyorum. Ben yine lavanta kokulu sabunlarla yüzümü yıkayacağım. Sarı pötikareli ceketinle hayal edeceğim seni. Bir gün sevdiğin yanında, kapımı tıklattığını ve elinde hediye olarak sevdiğin bir kitabını getirdiğini hayal edeceğim. O gün dönüşünü konuşacağız. Gidişin sessiz oldu, dönüşüne türküler yakacağım!
Mektup: Meryem Samur