Zaman Tamircisi

Zaman Tamircisi

Hikaye: Sevde Budakçı

Şimdiki zamana, yıllar bulanmıştı çoktan. Zaman kavramı yitik durumda, akrep yelkovanı boğuyordu. Zamanla kavgası, hayat kavgasından daha baskındı. Kızgındı zaman’a. Kimi zaman; inatçı, iki yüzlü. Kimi zaman, sinsi algılıyordu an’ları.

Aslında çok iyi adamdı. İyi adamdı da, iyilik karın doyurmuyordu. “Kötü olmalıyım!” diyordu. Sonra, bir sigara yakayım, ağız dolusu küfür edeyim dese de, nasıl kötü olunur, nasıl yakılır onu bile bilmiyordu.

Koskoca on iki yıl olmuştu odasından çıkmayalı. Odasının dört kenarını ezbere biliyor, duvarına eskimiş bir çizik atılsa canı yanıyordu. “Yaşadıkları ve yaşayamadıkları” ağır geliyordu…

İnsanlardan korkuyor, göz teması kurmaktan dahi kaçınıyordu. Zordu bazı şeyler anlatılmıyordu. Fakat, yaşadıkları tüm bedenine sirâyet ediyordu. Yılların yorgunluğu aksiliğini arttırıyordu. 

‘’Nasılsın?’’ diye sorsalar, ”sana ne lan!” diyecek kadar aksileşiyordu. Yalnızlık onu, değişik bir insan türüne dönüştürüyordu. İnsanların içinde, insandan yoksun bir insana.

Bazı şeyleri çok iyi biliyordu. Hatta tek şeyi.

”Uzaklaşmak!”

Öyle alışmıştı ki uzaklaşmaya, kendisi dışında bir sesi duymak yoruyordu. Bir sese tahammülü vardı. Tek bir sese. Onunla da arasında bazı engeller vardı. Ah, “O” olsaydı her şey başka olacaktı. Ama yoktu. Dedim ya olsa, tahammül artık mümkün olacaktı. Onu da düşünmek istemiyor uzaklaşıyordu.

İnanmak, güvenmek zor geliyordu.

Hiçbir şey geçmiyor, diyordu. Geçmeme hastalığının kurnazca hayattan aforoz ettiğini bir kez daha anlıyordu. Ama yine de ara ara bir iyileşme istediği de geliyordu. İyileşmekten utanıyordu. İyi nasıl olunur, hatırlamıyordu. Neden utandığını bilmeden, iyi olmaktan korkuyordu. Yalnızlığın yarattığı insan onu sarsıyordu…

Bir sabah kalktı. Her şey başkaydı sanki. Dört duvara ağacın dalları gölgeleniyordu. Belki de hep öyleydi. İlk kez dikkatini çekiyordu. Gün inatçı doğuyordu. Uzun zamandır hissetmediği bir his beliriyordu yüreğinde: “Yaşamak!” Sahi yaşıyor muydum? diyordu kendi kendine. Yaşama sancısı dedikleri bu olsa gerek. Başkalaşmalıydım.

“Yeniden insan dilini öğrenebilir miydim?” diyordu.

Sonra duvara asılmış  ilanlara takılıyordu gözü. Ya da hayatın getirdiği bir iyilik. Tanrı bir armağan çıkarıyordu karşısına. Yaşadıklarının, çektiklerinin mükâfatı  geliyordu. Tanrı unutmamış beni de derken canı çok acıyordu. 

Takılmakla kalmadı. Sakarlık bu ya, gözünden sonra gönlü de düştü ilana,

“Zaman Tamircisi, Eskici Ali!”

“Detaylar Hayal dükkânında, karar verdiğiniz an karşınızda sizi bulacak” yazıyordu. Zaman tamircisi hadi bir bakıma anladım. “Eskici” ne işe yarar ki, diyordu. Düşündükçe insan diline bulanıyor dili, yalnızlığı buharlaşıyordu. Nasıl özlemişim iki kişi hissetmeyi farkında değilmişim, diyordu.

Mahallede sesler birbirine karışıyor, uzun yıllar sonra o sesler onu yormuyor, karışıklık kırışıklığını dağıtıyor, azaltıyordu. Gençleşiyordu. Yaşalmışlığına, çocuk sesi yakışıyordu.

Bir yandan, eskilerrr alır eskiciiiii, öte yandan; ‘’Yalnızların dikkatine! Zaman tamircisi  ayağınıza geldi. Üç dakikada onarılır, hemen teslim edilir.’’ sesi yankılanıyordu. Gülümsetiyordu duydukları, hayal dükkânı bu muymuş, diyordu.

Bir heves seslendi,

 -Eskici Ali !

 -Buyrun!

 -Ne alır ne satarsın, diyordu. 

-Eskimiş, küflenmiş düşüncelerden kurtarıyorum. Tezgahımda ikinci el duygu da bulunduruyorum. Eskiler alıp, yenisini veriyorum. 

-Nasıl yani kelepir duygu mu alacağım!?

-Hayır efendim, ikinci el sahibinden az kullanılmış, daha doğrusu kullanılmamış, kullanmaya imkanı olmamış üründür! “Umut” isterseniz, dünyadan erken göç etmiş umudunu hiç kaybetmemiş o insanların umudunu veriyorum.

-Nasıl olur, uygun mu başkasının umudunu kullanmak, diyordu. Başkasının malını bırak, düşüncesine bile hiç el uzatmamış, korkuyordu. Hem “satılık umut” sahibinden az kullanılmış, insan neden umudunu satar? diyordu.

-Evet efendim. Bunlar vasiyet edilmiş duygular. Yakınları tarafından getiriliyor. Öldükten sonra ihtiyacı olanlar kullansın diye bırakılıyor. Bir nevi Nazım gibi. Diyor ya, “Ne diyeyim, dilerim ihtiyacı olan birine gidiyordur bizden çaldıkları umut!” fakat bir ayrıntı biz çalmıyor, satın alıyoruz. İyi insanlar benim umudum başkasına da umut getirsin, diyor bırakıyorlar. 

Bu nasıl incelik, Eskici Ali…

Böyle bir incelik efendim. Siz ne istemiştiniz?

-Benim benden sonra bırakabileceğim bir duygum yok. “Yalnızlık ve geçmişten kurtulabilir miyim” diye soruyordu.

Eskici Ali, ‘’ Efendim sizin iş kolay! En baştan hayal edeceksiniz ve bir de umut edineceksiniz. O da ben de var! Biliyor musunuz, eskiden ben de hastaydım. Eskileri atmaya kıyamayan o meşhur hastalardan. Ve hep dalgındım. Ama dalgınlığım, dargınlığımdandı bazı insanlara. Sonra dedim, dalgınlıktan çıkacağım, kafa göz dalacağım günler de gelecek. Bazen, küfür etmek bile kalbe iyi gelir mi efendim, geliyordu işte. Hatta içim İsmail Abi küfürleri çekiyordu. Sonra ulan dedim, ne meraklıyız dert çekmeye! O gün dedim bir daha dert çekmeyeceğiz. Eskinin gölgesinde boğulmayacağız. Sonra, ustam Eskici Mehmet ile tanıştım. Eskilerimi ona sattım. O gün bugündür çekmiyorum. Sonra da el aldım buralara geldim… Uzattım sanırım. Bende size uygun bir umut var. Genç yaşta kanserden vefat etmiş bir çocuk.  Annesi bıraktı umudunu. 

‘’Bize yetmedi, aslında yeterdi de, yettirmediler. İhtiyacı olan birine ver.’’ dedi. Siz de bu umuda sahip çıkın lütfen.  Bu arada zaman tamiri için başka zaman uğrayın. Fazla yenilenme yüklenmesi ağır gelebilir. Her şey zamanında güzel. Hadi eyvallah!’’

Eskici Ali, “Eskilerrrrr alııırrrrrr….” sesiyle yoluna devam ederken adam farkına varıyordu bir kez daha: İnsan eskilerini atınca iyileşmeye başlıyordu. Ve herkesin kalbine iyi gelecek bir eskici, hayatının en olgun döneminde; belki de otuz, kırk yaşlarında  geçiyordu mahallesinden.

“Bazı seslere kulak verin.”

Hikaye: Sevde Budakçı

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi