Üç, İki, Bir, Kayıt

Üç, İki, Bir, Kayıt

Hikaye: Hatice Can

Fotoğraf: Jimmy Chan

Ben bir oyuncuyum. Kendimi bildim bileli sektörün içindeyim. Birçok rolüm oldu bugüne kadar. Hatırlayabildiklerimin başında; özgürlüğüne düşkün bir üniversite öğrencisi, idealist bir öğretmen ve fedakar bir anne rolleri geliyor. Hepsini mükemmel yaptım diyemem ama elimden geleni yapmaya çalıştım. Fena olmayan bir performans yakaladığımı  söyleyebilirim. Hatta bu işi kıvırdığıma bile  ikna olmuştum.

Ta ki çocuklarını dışarıda bırakmak zorunda kalmış, masum bir kadın mahkumu canlandıracağım son güne kadar…

Gerçekten bugüne kadar yaptığım işlerden farklı ve zor bir roldü. Üstesinden gelip gelemeyeceğimden emin değildim. Aradan geçen onca zamana rağmen hâlâ çok zorlandığım sahneler oluyordu, ama işe başladığımız ilk gün yaşadığım korku bambaşkaydı. 

Çekimler cezaevi aracına bindirilme sahnesi ile başlıyordu. Işık, kameralar, meraklı bir kalabalık, sağımda solumda görevli jandarmalar arasında araca bindim ve kayıt başladı. Daha önce hiçbir ön çalışma yapmadığım  yerden gelmişti bu defa. Ve ben nasıl davranmam gerektiğini kestiremiyordum. Oldukça ürkek olmam gerekiyordu sanırım, ki fazlasıyla öyleydim. Hayatında ilk defa kafesle karşılaşmış bir serçe kadar şaşkındım. Yüreğim kafesinden çıkacak kadar hızlı atıyordu. Masum dedim  ama  senaryo gereği masum olduğumu da bir ben biliyordum. Hakimler, savcılar bilmediğinden, haliyle F tipi yüksek güvenlikli bir cezaevine sevk edildim ve araçtan indirilip içeriye adımımı attığım an  dış çekimleri bitirmiş olduk. Daha sonra olan bütün çekimler cezaevi içerisinde, etrafı tellerle örülü dört duvar arasında gerçekleşti. 

İlk çekim günü cezaevine girişimizden itibaren bütün ritüeller tek tek sırasıyla yapıldı. Senaryo oldukça gerçekçiydi. Öyle kayırma, çekim yapıyoruz diye biraz daha esnek davranma yoktu. Kimlik kontrolünün ardından arama sahnesinin olacağından haberdardım. Fakat benim bildiğim buzdağının görünen kısmıymış meğer. 

“Kayıt!” sesiyle herkes yerini aldı, çekim başladı. Oldukça önemli bir sahneydi ve  bir  kere de bitirmeliydim. Kimsenin tekrara tahammülü yoktu. Ortam da oldukça gergindi. Önce üzerimdeki montu, bluzu çıkardım. Sonra utana sıkıla pantolonumu. İç çamaşırlarımla kalakaldım o kadar insanın içinde. Tam bitti, şükür derken “Onlarıda çıkarın” diyen başgardiyanın sert sesiyle afalladığımı hatırlıyorum. Etrafa bakındığımda yönetmenin “devam” diyen sesini duymamla, gözyaşları içinde o sahneyi bitirdik. Ne utanç verici bir sahneydi. Unutmak için kendimi ne kadar zorlasam da üzerinden geçen bir yıla rağmen hâlâ dimağımda tazeliğini koruyan, hemen hemen her gün rüyalarıma giren bir sahneydi… 

Şimdi siz, “İnsanlar ne rolleri oynuyor, ne zor şartlarda çalışıyor.” diyebilirsiniz ama kanaatimce insan ne olursa olsun insanlığından utanacak hallere sokulmadan her durumda onurlu bir şekilde işini yapabilmeli. Bu utanç aramasından sonra kendime gelmem biraz sürse de, çekimi bekletmek gibi bir lüksüm olmadığından ufak bir molanın ardından, ”Bir, iki, üç, Start!” sesiyle  yeniden kayda başladık. 

Koridordan koğuşlara doğru yürüme sahnesiyle devam ediyordu senaryo. Yanımdaki kadın gardiyanla birlikte yürümeye başladık. Uyumlu bir partner gibiydik. Aynı anda adımlarımızın yere vuruş sesleri duyuluyordu. O kendinden oldukça emin, dik. Benim ise; başım dik, omuzlarım düşüktü. Bu işte bir gariplik var diye düşündüm o an, ya başım dik olmamalı ya omuzlarım düşük. Ama tam olması gereken gibi oynuyordum rolümü. 

Yüzümde ise oscarlık bir belirsizlik… 

Önümüzde tek tek demir kapılar açılıyor ve hemen ardımızdan kapanıyordu. Adeta demirden bir koridorda  duyduğum tek ses insanın içini ürperten, açılan ve kapanan kapıların gıcırtısıydı. “Devam et” diyordu yönetmen, ediyordum.

Nihayet bir koğuşun kapısında durduk. “Artık evin burası” dedi kadın gardiyan. “Ayşe Bilgin, Öğretmen!” diye de devam etti, yüzünde başkalarının acılarıyla kendine mutluluk damıtan insanlara has gülümsemesiyle.

“Haydi kaynaşın arkadaşınızla.”

Kendimi ilkokula yeni başlamış, çekingen bir çocuk gibi hissettim o an. Aynı o çekingenlikle koğuştan içeriye adımımı attığımı hatırlıyorum, yüzümde ne ile karşılaşacağımı bilmemenin tedirginliği… Fakat, daha ilk andan çok tuhaf şeyler oldu. 

Koğuşta yeterli yatak yoktu, birisi yerinden kalkıp yerini bana verdi. “Allah kurtarsın, bu da geçer.” diye de ekledi. Daha önce televizyon dizilerinden aşina olduğumuz sahnelerden oldukça farklıydı senaryomuz. Ben yine de ilk defa koğuşa gelmiş masum bir kadın rolünün hakkını verdim. Teşekkür bile edemeden kendimi yatağa atıp aylardır içimde biriktirdiğim tüm hıçkırığı oracığa bıraktım. 

Yatak sert ve oldukça alçaktı. Kokusu ise geçmiş hayatımdan ufacık bile bir iz taşımıyordu. Yüzüm gözüm şişene kadar ağladığım halde kimse de; “Stop! Çekimler bitti. Bugünlük bu kadar yeter.” demedi. Gözümü açtığımda bütün  koğuşun benim yatağımın etrafında toplandığını ve  herkesin el birliği etmişçesine  beni teselli etmeye çalıştığını hatırlıyorum. 

Küçük bir el bana doğru uzanmış, “Teyze kalk, ağlama!” diyordu. “Teyze kalk!” Normal zaman olsa,“Yavrum ne teyzesi, ablayım ben, abla!” derdim ama ne yeri, ne zamanıydı. Kalktım ve o günden sonra her gün önüme gelen rolün hakkını vermeye gayret ettim. Sadece ben de değil tüm koğuş oyuncuları aynı performansı sergiledi. 

Bir gün kantinden aldıklarımızdan arta kalan, ambalaj paketlerle yaptığımız sanat eserlerini sergiledik koğuşta, bir gün  koğuşumuzun iki çocuk oyuncusuna kukla şovu hazırladık. Yaptığımız; kitap okuma, değerlendirme, tiyatro, sinema gecelerimizin sayısını hatırlayamıyorum bile. Hikaye akıcı olsun diye haftada bir gün birbirimizin hayatlarını dinlediğimiz bir gece bile yaptık. 

Adını da “umut gecesi” koyduk. 

Her bölüm için ne hikayeler çıktı. Biz bile her defasında küçük dilimizi yutmuş gibi hayretle dinledik birbirimizi. Acısıyla tatlısıyla her çekime günün ilk ışıklarıyla  başladık. Işıklar  kapanana kadar devam ettik. Her anımız kayıt altındaydı. Birçok hüzne de ortak olduk, bir çok sevince de. İşte tam bir yılın sonu bugün; birazdan gardiyan gelecek, sayım yapılacak ve ışık kapanacak. Sabaha kadar iyice dinlenip yarın bana biçilecek rollerin hakkını verebilmek  için kendimi  artık eskisi gibi kokmayan, benden de izler taşıyan yatağıma atacağım. 

Deliksiz bir uyku uyumayı hedefliyorum. Malum senaryo henüz bitmedi(!)

Hikaye: Hatice Can

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi