Hale

Hale

Hikaye: Meryem Samur

Fotoğraf: Yulia Polyakova

 

-Guk guk!

-‘Heb bük!’ diye atıldı Hale. Nenesi ne zaman Hale’nin yüzünü asık görse, onun bal rengi gözlerini güldürmek için böyle söylerdi. Bu sefer pek işe yaramamıştı. Hale’nin gözleri salonun bordo renkli, üstü minik krem çiçeklerle kaplı halısında gezinmeye devam ediyordu. Nenesi, Hale’nin suskunluğuna dayanamazdı. Gündelik birkaç soruyla moralini yerine getirmeye çalışır, son çare, eski yörük masallarını anlatmaya koyulurdu. Yine öyle yaptı:

‘Çok eskiden, Yörüklükten gelme bir aile varmış. Bir gün evin anası ölünce, evin babası işleri çekip çevirsin diye bir üvey anne getirmiş. Üvey anne yanında kendi çocuklarıyla gelmiş. Bir gün evin babası pazardan portakal almış. Portakalların büyüklüğünü gören üvey anne,  üvey çocuklarına vermek istememiş. Çocuk seçtikçe ‘Hep büyük, hep büyük!’ demiş. Bu muameleye dayanamayan çocuk:

-Allah’ım kuş olsam gitsem buralardan diye intizar etmiş. Duası kabul olmuş da Hebbük kuşu olmuş. 

-Guk guk!

-Heb bük!’

‘Ah nene’ dedi Hale. Ben artık hep senin istediğin gibi gözleri gülen o sevimli kız çocuğu olamam. Büyüdüm ben. Hiç fark etmesen de büyüdüm ve âşık oldum.

Birden nenesinin yüzüne baktı. Yüksek sesle konuşmuş olabilir miydi? Nenesinin bakışlarında bir şaşkınlık görünmüyordu. Demek ki içinden konuşuyordu. Hiç âdeti değildi böyle şeyler. Düşündüklerini saklamaya gerek duymadan konuşan Hale’ye ne oluyordu?

Mirza’nın dükkânına gittiği o günden beri bir şeyler değişmişti. Geceleri uyku tutmamak neymiş öğrenmişti. Oysa Hale, dertsiz başını yastığa koydu mu, uyumasını becerenlerdendi. Şimdi geceleri uykuya dalmakta zorlanıyor, sabahları mide ağrısı ile uyanıyor ve tüm gün süren mahmurluğunu artık etrafındakilerde fark ediyordu. 

Masal bitince annesi söze karıştı:

-‘Hep o şiir kitaplarından böyle oldun sen! Okudukların neşeni aldı sanki kızım. Diyorum ki biraz okumasan. Zaten yeni bir sürü üzüntü yaşadık. Bir de şiir okuyorsun, ne bilim!’

-‘Ben şiir okumayı bırakınca abim mezarından dirilip gelecek mi anne!’ dedi Hale. Anlaşılmak istiyordu ve gizlemek zorunda kaldığı duyguları onu öfkeli birine dönüştürüyordu. Fakat nenesi masal anlatarak, annesi şiir okumasını yasaklayarak bir çözüm öneriyorlardı. Ne garip!

Annesi dolu dolu gözleriyle Hale’ye baktı. Önce bağırmak istedi. Çok kısa bir an vazgeçti ve içine doğru derin bir nefes aldı.

.

-‘Abin gelmeyecek Hale, biliyorum. Fakat sen en azından, sen bizimle ol kızım. Bir evlat acısı daha kaldıramaz yüreğim.’ Annesi böyle konuştuğunda, Hale hiç dayanamazdı. Hemen ayağa kalktı ve sarıldı annesine. En güzel becerdiği şeyi yaptı: Teselli arayanların neşe kaynağı oldu.

Sahiden, küçükken neşeli bir çocuktu Hale. Saklambaçların en son bulunanı, kovalambaçların en hızlı koşanı, ip oyunlarında tekerleme ustası, herkesin çok sevdiği bir çocuktu. Gözlerindeki çocuksu ışık 17’sinde sönmeye yüz tuttu. Abisinin dermansız bir hastalığa yakalanması varoluşsal sancılarını arttırmıştı. Ölümle giriştiği savaşlarda, kazanmanın ne olduğunu sorguladı durdu. Yaşamak ve daha çok yaşamak mıydı onu mutlu edecek olan? Savaşmaktan vazgeçtiği gün yaşama sevincini hatırladı Hale. Üzgünken de mutlu olabilirdi. Mutluluk ve neşe hep bir arada olmak zorunda değildi.

Fakat aşk! Ey Aşk!

‘’ dirilmek yeniden
Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın
Bulutları yarması gibi gün ışığının
Yağmurun ansızın boşanması
Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması
Erimesi gibi karların ve buzulların
Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların’’ (Erdem Bayazıt)

Mirza, abisinin yaşıtıydı. Hale’den sadece 3 yaş büyüktü. Çok tanımıyordu onu. İlk defa sınıflar arası bir okul maçında görmüştü. Abisiyle karşılıklı takımlardaydılar. Mirza’nın topa her vuruşunda koruduğu sakinliği etkilemişti Hale’yi. Her anını coşkuyla yaşayan Hale, attığı top kaleye ulaştığında çevresindekiler onun tepesine üşüşürken bile bu kadar sakin kalan birini görmemişti. Bu sakinliğin insanı rahatsız eden bir tarafı vardı. Huzurlu diyemezdi fakat Hale’yi etkisine alan bir dinginlikti. Mirza’yı son görüşü, babasının abisine kefen aldığı gündü. Dükkâna girmek istememiş, uzaktan seyretmişti. Ölüm fikriyle savaştığı gecelerde kefen bezi satan o genci düşledi. Abisinin şiir kitaplarında altını çizdiği satırları ezberlediği bir gecede anladı: Savaşmayı bıraktığı gün barışın rüzgarına teskin olabilirdi. 

-‘Ölümü ve öleceğimi kabul ediyorum Allah’ım. Bana nasıl baş edeceğimi öğret!’ 

İşte böyle bir gecede karar verdi: Ölümle ateşkesini, kendi kefen bezini alarak başlatacaktı. Mirza’nın dükkânına girdiğinde ise ölüme dair bütün fikirler uçtu gitti aklından. Daha büyük bir şey kapladı içini. Ölümsüzlük vadisinde düşledi kendini. Mirza ile el ele üstlerinde sade kefenleri hiçbir şeye sahip değillerdi. İşte tam da bu yüzden hiçbir zaman kaybetmeyeceklerdi.

Ah aşk! 

Unutturuyorsun acının çıplak söylevini. Ölümsüz hisler giydiriyorsun kalbime. Kavuşmanın özlemi, ayrılığın kavruk tadıyla daha da sarılıyorum hayata. Aşk, umudumu arttırıyor sahi. Ben izin vermedikçe kimsenin öldüremeyeceği umudum…

 

Hikaye: Meryem Samur

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi