Papatya Çayı
Hikaye: Betül Saadet Evli
Fotoğraf: Cotton Bro
Kapıdan gelen bir gıcırtı, içeriye dolan taze hava; yeni bir müşteri.
İçeriye mavi elbiseli, sabun kokan genç bir kız girdi. Sanki gözleriyle zarar vermekten korkarcasına hafif bakan gözleri; raflardaki eski kitaplarda, yerdeki halının desenlerinde, yarısı erimiş mumlarda dolaştı. Eskimiş bir ahşaba kazınmış cümleyi okudu:
Duygularınıza tercüman oluyoruz.
Dükkanın arka tarafındaki kapıdan yaşlı bir adam çıktı. Beyaz sakalı, kahverengi gömleği, demir çerçeveli gözlüğü ve yarısı dökülmüş saçlarıyla masallardan çıkmış gibi görünüyordu. Hafifçe gülümsedi “Hoş geldin kızım, oturmaz mısın?” Gözleri rengi solmuş kadife koltuğu gösteriyordu.
Genç kız yavaşça oturdu koltuğa, elbisesinin etekleri halıya döküldü. Yaşlı adam içeriye gitti, döndüğünde elinde iki fincan çay vardı. “Papatya çayı” diye düşündü genç kız, kalbinde bir gariplik hissetti. İşte, yine olmuştu. Aniden gelen o his, o duygu yine gelmişti. Ne olduğunu öğrenmek istediği o duygu, hem acı veren hem mutlu eden o garip his. Tam da bu yüzden bu dükkandaydı. Duygularına tercüman arıyordu.
Yaşlı adam çayları sehpaya koyduktan sonra kızın karşısındaki yeşil koltuğa oturdu. “Anlatmak ister misin?” dedi. Sesinin çok uzak ve kutsal bir geçmişten geliyormuş gibi bir havası vardı. Genç kız hafifçe iç çekti.
“Nereden başlayabilirim ki?”
“İçinden neler geçiyorsa aynıyla söyle, kelimeler yeterli gelmezse gözlerinle anlat ve nereden başlamak istiyorsan oradan başla. Ne kadar uzun sürse de dinlerim. Ama anlatmaya başlamadan önce bilmen gereken bazı küçük kurallar var. Kendinden bahsetmemen gerekiyor, ismini dahi söylememelisin. Duygularını anlatmalısın, kendini değil. Ayrıca tamamen dürüst olman lazım. Kendinden bile sakladıklarını anlatmalısın ki gerçek duygularını anlayabileyim.”
Genç kız duraksadı, ,”İsmimi bile söylemeden ona en büyük gizlerimi anlatmamı mı bekliyor benden?” Ama her ne olursa olsun sonuna kadar anlatacaktı. .Çünkü bu bilememe, ne yaşadığını çözememe hali ona çok acı vermeye başlamıştı. Parmakları kelebek desenli yüzüğünü okşadı, içinde yine o anlayamadığı his belirdi.
Derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. “Farklı farklı zamanlarda, farklı farklı yerlerde içimde uyanan bir his var. Hem acıtıyor hem de o hissi seviyorum. Neden bilmiyorum ama, hafiflemiş gibi hissettiriyor. Fakat, aynı zamanda kalbimi yakıyor. Hafiflemiş bir bedende yanan bir kalbe sahip olmak, çok tuhaf değil mi?” Durdu ve çayından minik bir yudum aldı, çay hala sıcaktı dili yandı.
“Peki bu duyguyu en son ne zaman hissettin?”
“Bana getirdiğiniz çayın kokusunu aldığım zaman… Sıradan bir papatya çayı halbuki.”
“Çayın kokusu gözünde bir yer ya da şey canlandırdı mı?”
“Evet. Ama ne canlandırdı tarif etmesi çok zor. Unutulup gitmiş bir anı gibiydi. Tanıdık geliyordu ama hatırlamıyordum. Ve orada birisi vardı. Uzun, çok uzun zamandır görmediğim; yüz hatlarını unuttuğum biri. Ona dair hatırladığım şey mor bir elbise.” Genç kız konuşurken farkında olmadan parmakları yüzüğüyle oynamaya başlamıştı. Yaşlı adamın gözleri de bu yüzüğe kaydı, hafifçe gülümsedi.
“O yüzük senin için değerli mi?”
“Hayır, aslında güzel bile olmayan sıradan bir yüzük. Gergin olduğum zamanlar farkında olmadan parmaklarım üstünde geziniyor ve biliyor musunuz, beni sakinleştiriyor.”
“Nereden buldun bu yüzüğü?”
“Eski eşyalarımı karıştırıyordum, çocukluk kıyafetlerimin arasından çıktı. Gördüğüm an o hissi hissetmiştim. Bana iyi hissettirdiği için takmaya başladım.”
“Papatya çayının, mor bir elbisenin ve bu yüzüğün birleştiği bir anın var mı? Hatırladığın bir şeyler var mı?”
Genç kız hemen cevap veremedi. Çok fazla anısı yoktu, geçmişin üstündeki sis perdesini kaldıramıyordu. Anılarını unutmayı o seçmemişti ama hatırlayamıyordu işte. Çayına uzandı tekrar, kısa bir yudum; soğumuştu. Kısa bir yudum daha, yine o his.
“Cevap vermedin?”
“Çok fazla anım yok benim. Onları unutmayı ben istemedim ama artık hatırlayamıyorum.”
“Hatırladığın küçük bir sahne peki, o da mı yok?”
“Aslında var. Çimlerin üstünde kareli bir örtü, sıcak bir içecek, çikolatalı kurabiyeler ve birisi. Kim olduğunu bilmiyorum ama yanında güzel hissettiğim biri.”
“Bu kişi hakkında başka neler söyleyebilirsin?”
“Yanındayken çok ama çok mutlu oluyordum, tüm üzüntümü alıyordu. Ona her şeyi anlatırdım, hepsini dinlerdi. Ve sanırım onu çok seviyordum. Eğer sevgi anlatıldığı kadar güzel bir duyguysa; evet, ben onu seviyordum. Onu nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama gülümsememi sağlıyordu.”
“Peki o sıcak içecek papatya çayı olabilir mi?”
Hayır demek için ağzını açtı ama sesi çıkmadı. Doğru, o içecek papatya çayıydı. Papatya çayı ve çikolatalı kurabiye; ikisini beraber düşününce kalbi daha çok yanmaya başladı. Kısık bir sesle “Evet” dedi. Sesini kendisi bile zor duymuştu.
“Peki o hatırlayamadığın ama çok sevdiğin kişi; onunla mor elbiselerin ve yüzüğünün bir alakası olabilir mi?
Genç kız yine cevap veremedi. Haklıydı, ancak şimdi hatırlayabiliyordu. Çimlerin üstünde yanında oturan o kız, mor elbiseli kızdı. Mor elbiseli kız ona kelebekli yüzüğü vermişti. O zaman küçük bir çocuktu, yüzük parmaklarına büyük oluyordu. Babaannesini örgü ipleriyle kolye gibi boynuna asmıştı o yüzüğü. Evet, hatırlıyordu. Mor elbiseli kız o çok sevdiği kişiydi. Yüzük onun hediyesiydi. Onunla beraber papatya çayı içerlerdi. Ve şehirde geçişinde kalbini yakan her yer, beraber oyun oynadıkları yerlerdi.
Gözleri dolmaya başladı. Cevap vermek istedi ama sesi çıkmadı. Çayından bir yudum aldı, bardağı boşaldı. Yaşlı adamın çayına hiç dokunmadığını fark etti.
“Sorun yok, duyguları anlamaya çalışırken hep olur. Ama ne hissettiğini tam anlayabilmek için sormam gereken son bir şey var. Bu hissettiğin duygu, her gün artıyor mu? Suladıkça büyüyen bir çiçek gibi; her gün büyüyüp yeni şekiller mi alıyor? Yoksa giderek azalıyor mu? Belki de aynı kalıyordur?”
Titreyen sesiyle cevap verdi “Artıyor.”
Yaşlı adam hafifçe gülümsedi, gözlüğünü çıkarıp sehpaya koydu, ellerini birleştirip kıza döndü.
“Sen özlüyorsun.”
Hikaye: Betül Saadet Evli