Bir Kafa Tatili

Bir Kafa Tatili

Biraz kafa tatili hepimize iyi gelecek. Hepsini olmasa da sarılabilmesi mümkün bütün yaralarımızı saracak.
Ünlü Düşünür Dilan Kılıç

 

Gezi Yazısı- Dilan Kılıç 

 

Bir oh çekip, uzun yıllardır çıkmak istediğim bir yolculuğa çıktım. Yani öyle çok uzun değil tabi ama… Neyse sonuçta yol var, yolcu var, otobüs var, otobüste kek var… Gece yolculuğu çoğu insanın içini enteresan bir şekilde hoş eden bir durum. Hele hele mola vermek için indiğin, otobüslerin foşur foşur yıkandığı o ıslak zemine şap diye basıp ‘Aiyh!’ diye içini titreten serinliğe doğru yöneldiğin an… İşte o his var ya o his, çok başka. Dinlenme tesisine yeni ulaşan otobüsten inen yolcuların koşturması, uykulu gözler, hediyelik arayışı, otobüse yetişme telaşı, gitmenin hüznü, dönmenin heyecanı, bazen tam tersi… Ve bütün duygulara kokusu sinen mercimek çorbası…

Bir grup tatlı kadın olarak, Cunda hayali kurarken, başka bir grup tatlı kadının hiç bilmeden yönlendirmesiyle ve de ilk gruptaki tatlı kadınlardan birinin ittirmesiyle kendimi çok tatlı bir kadının mekânında Boşnak mantısı yerken buldum. Tekerleme oldu böyle de. Bazı tatlı kadınlar iyi ki var diyerek bağlıyorum.

 

 

 

Küçükköy. Eski adıyla Yeniçarohori. Yeni ney, Yeniça… neey? Yeniçarohori. Söylemesi biraz zor, bence yazması da oldukça zor. Ben bu yazıyı birçok kere evirip çevirip düzenlediğim için rahat yazıyorum artık. Yeniçarohori. Hehehe…

Artık bu bir içsel yolculuk mu, dışsal gezenticilik mi, kafa tatili mi bilmem. Ya da sadece, ‘Başlayacağım ulan işinize gücünüze.’ciliktir belki. Öyle öyle valla öyle. Yalnız bir tavsiyem olacak. Herkes kendini, keyfini ve de kâhyasını da alıp bir kafa tatiline çıksın. Hatta çok sevdiğim önemli bir zatın bir sözü vardır. Biraz tatil diyor hepimize çok iyi gelecek. Yaralarımızı saracak mıydı o neydi öyle bir şey işte. Kurban olduğum ne de güzel söylemiş ama. Hay yaşa.

Biz mi çekeceğiz dünyanın kahrını canım? Allah Allah! Neyse dağılmayalım arkadaşlar, şöyle buyurun lütfen.

 

 

Fatih Sultan Mehmet, Midilli’deki korsanlardan, prenslerden illallah etmiş ve Midilli’yi almaya karar vermiş. Adayı alınca, yeniden korsanların eline geçebilme ihtimaline karşın yeniçerilerini, muhafızlarını Midilli’ye, yeniçerilerin bir kısmını da Küçükköy’e yerleştirmiş. Böylece köy Yeniçeri Adası olarak anılmaya başlanmış ve adaya artık Yenicarhion denmiş. Sonra göçler başlamış. 1913’te Midilli ve Serez’den gelen göçmenler buraya yerleştirilmiş. Bir süre sonra yönetim Rumlara geçmiş, 1924’teki Mübadele Anlaşması’yla Rumların boşalttığı bu köyün yeni yerlileri de Balkanlardan, yoğunlukla da Karadağ’dan gelen Boşnaklar olmuş. Bir süre Boşnak Köyü olarak da anılmış. 1920-1980 yılları arasında burada yaşayan Boşnaklar maddi sebeplerden dolayı yine evlerini terk etmek zorunda kalmış. İnsanlar, tam alışmışken, yerini benimsemişken yine yollara düşmüş.  Kendini bir yere ait hissetmeye çalışırken, tam oldu derken yine bir şeyler olmuş. Her devirde olduğu gibi… Boşnaklar da gittikten sonra Yeniçarohori, artık sessiz ve de yalnız bir köy olarak varlığına devam etmiş. Ta ki, Rum evlerine ilgi duyan zengin girişimciler tarafından keşfedilinceye kadar. Yeniçarohori’nin keşfinden sonra zengin girişimciler evleri satın alıp, ‘tarihi dokusuna sadık kalarak’ evleri restore etmişler. Restore edilen köy, sanatçılarla sanatseverlerin buluşma noktası oluyor. Bu gelişmelerden, canlanmalardan sonra göç eden halk geri dönüyor. Yeniçarohori’ den Küçükköy’e geçme vakti de böylelikle gelmiş oluyor artık.

Balkanlar’dan gelen Müslümanlar, Midillililer, Serezliler yurdundan ayrılmak zorunda bırakılan herkes; eksik kalanlarıyla ve de gönül yorgunluklarıyla, geleneklerini de devam ettirerek yepyeni bir hayata başlamışlar Küçükköy’de.

İzmir’den sonra 28 Mayıs 1919’da Ayvalık’a çıktıklarında Yunanlılara, buradaki 172. Alay karşı koymuş. Cumhuriyet’in kuruluşuna doğru geçen bu süreçte Küçükköylülerin çok emeği geçmiş.

Günümüzde maalesef çok az rastladığımız ‘aslına tabi kalınarak’ yapılan restorasyonların yanı sıra, bazı evler de yıkık dökük kalmış. Kırık camlardan görünen kristal avizeli o koca salonda kim bilir kaç aile kimsesizliğinin yaralarını birbiriyle sardı, kaç çocuk doğdu, kaç insan güldü, kaç insan öldü, kaç anne geride bıraktıklarına ağladı, kaç evlat annesinin, babasının kokusuna sarılıp uykuya daldı… Göç, insanların içinde koca bir yara…

 

Göçün tanımını yazar Ayşe Kilimci şöyle yapmış:

“Bir çiçeği köklersin, toprağını silkersin, götürüp başka bir köşeye dikersin, göç bu demek. Başka toprak, başka ülke, başka dil, köklendiğin topraktan sökülmek demek. Hasret demek, göç.” Evlerinden, yurtlarından, sevdikleri her şeyden uzaklaştırılan insanları, atalarımı anlamam mümkün değil. Ama insanın içinde ince bir sızı oluyor. Her göç biraz daha yalnızlık gibi…

Küçükköy meydanda eskiden kilise olan Küçükköy Merkez Cami’sinin avlusundaki kent müzesinde göçmenlerin bağışladığı eşyalar sergileniyordu. Göçmen kızlarının telli duvaklı gelinlikleri, esnafın fatura defteri, dikiş makineleri, film makinesi, ütü, radyo, terazi, anı defteri, fotoğraflar, ajanda, paralar, tabancalar… En çok dikkatimi çeken şey ise birkaç parça taş ve bir tas toprak. Taşına, toprağına yani özüne sarılıp bunca yıl saklamak…

 

Çıkışa doğru ilerleyin. Gözlerinizi silip, Sağ tarafınızdaki Küçükköy Muhallebicisi’nden içeri girip bir tahinli muhallebi sipariş edin. Sonrasında dışarda köşede bir masaya geçin. Biraz nefes alın ve insanları seyredin. Bu müze gezisinden sonra yerli halkın sakinliği, sevgisi, gülümsemesi size çok iyi gelecek eminim. Biraz afallayabilirsiniz. Çünkü İstanbul… Cümle içinde kullanırken bile yorduğu için yarım bıraktım. Aslında İstanbul’un ne suçu var ki? Özür dilerim güzelim İstanbul. Senden bıktıran utansın! Neyse… Herkes, her şey o kadar sakin ki. Kediler bile… Zaman su gibi akıp geçmiyordu orada. ‘Etrafına bak. Kuşların konuşmasını dinle, rüzgârı hisset…’ der gibi yavaş ve de sakin akıyordu. Taş evleriyle, müzesiyle, sanat atölyeleriyle modern zamana kurban gitmeyen nadir yerlerden bir tanesi Küçükköy.

 

 

 

 

Hâlâ keşfedilmemiş olmana bağlı olarak devam eden sakinliğin kalbimi çaldığı için bir kez daha görüşmeye niyet ediyorum sevgili Yeniçarohori. (Yazmaya alıştım çünkü ) Tatlı biriymişsin. Umarım hep böyle tatlı kalırsın. Seni bozmalarına sakın izin verme.

 

İmza, bir dost.

Mutlu sonla biten hikayelerin müptelası.. tohumu çatlatıp umut yeşerten kelimelerin peşinde.. Herkesin içinde mutlaka olan ama söyleyemediği sevginin sözcüsü olmaya gönüllü...

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi