Eylül’ün Ardından

Eylül’ün Ardından

Eylülde geliyorsun haziranda ayrılık oluyor bakışların

bazan umut ekiyorsun yollara bazan karanlığa çekiyorsun ömrümü

bir kartalın, kanadı kırılan kelebeğe dalgın bakışı gibi

bir yangının ağustos böceğini ansızın yakışı gibi yakarken yüreğimi

gittikçe büyüyen çığlıklarıma nasıl böyle sessiz kalabilirsin” N. Genç

 

Hikaye: Hatice Can 

Fotoğraf- Merve Gül 

Bu neyin ağrısıydı şimdi? Kampüsün fotokopi odasında göğsüne aniden vuran bu ağrıyı adlandırmaya çalışıyordu. Sırada beklerken farketmişti onu. Kalın siyah çerçeveli gözlüklerinin ardında iki küçük, siyah göz. Aslında başını kaldırıp da dikkatlice baktığını söyleyemeyeyiz. Ama işte belki de ezelden bir tanışıklıklıkları vardı ve genç kız o andan itibaren ilahi bir yazgının içinde olduğunu düşündü. Değil mi ki ilk karşılaşmada sol yanı bu kadar acımıştı, muhakkak bunda bir hikmet olmalıydı. O güne kadar hiç görmediği, sonradan  adının Mithat olduğunu bir tesadüf eseri öğrendiği bu genç o günden sonra hep karşısına çıkmaya başladı. Nereye yönelse gözleri onu onlarca kişi arasından seçiyor, gözleriyle görmediği zamanlarda da yüreğinde hissettiği dalgalanmayla onunla aynı ortamda olduğunu anlıyordu. Bu kader değil de neydi!

Genç kız hemen o hafta kendisine kara kaplı bir defter aldı ve ne varsa içinde yazmaya başladı. İçi dışı aşktı o zamanlar. Her karşılaştıklarında hissettiği depremi defterinin satırları arasına kaydetti ama sadece defterine. Her gün şiddeti artsa da hislerinin, kimseye bahsetmedi ne ondan ne de içinde ki büyük fırtınadan. Aşkı ve inancı arasında sıkışıp kalmış bu saf kalp için bu bile kalbine gölge düşürebilecek bir eylemdi. Dindar bir kızdı ve gerçekten aşkını da inancı kadar temiz ve duru yaşıyordu. Tüm çıplaklığıyla içini sadece defterine açtı. Tam üç yıl eylül ayında çiçek açtı kara kaplı defteri, okulların kapanmasıyla haziran ayında herkes yaz yaşarken sonbaharı tattı, yaprakları döküldü. Haziran eylül arası derin bir boşluk doldurdu sayfaları. Her yıl bu yazgı tamamlanacak, genç delikanlı gelip ‘sen benim kaderimsin, ben de seni sessiz sedasız buracıkta bekledim’  diyecek diye bekledi. Üçüncü yılın sonuna geldiğinde artık yorulduğunu hissetti genç kız. Ümidi soluyordu her geçen gün. Belki de bir adım atması gerekiyordu.

O zaman düşünmeye başladı, karşısına dikilip “Al bu kara kaplı defter senin, içinde ki tüm satırlar sana çıkıyor, bütün özneler, yüklemler, tümleçler sensin cümlelerinde. Hadi al bu kara kaplı defteri ki kara bahtlı olmasın bunları yazanın  kaderi .” demeyi. Defalarca düşündü, değil mi ki her daim yanındaydı defteri,  kampüste onun bölümünün önünden geçerken, otobüsü delikanlının  her sabah bindiği durağa doğru ilerlerken,  sık sık karşılaştıkları Kadıköy vapur iskelesinin önünde, bir anda karşısına dikilip “al bu senin” demeyi. Defalarca düşündü ama yapamadı. Üçüncü yılın sonunda kalın siyah çerçeveli gözlüklü prensi mezun olup gitti. Aralarında tek bir konuşma dahi geçmeden, bu derin ağrının yanında en azından kulağında hoş bir seda bırakmadan öylece gitti. Geride kara kaplı bir defter ve yol arkadaşı kara bahtlı bir kız kaldı.

Her yıl eylül ayında bir rutine dönüştürdüğü dolapları dip köşe temizleme zamanında taaa arkalara sakladığı defteri her defasında yeniden karşısına çıktı. ‘Bu yıl artık yakayım şu defteri, çoluk çocuğun eline geçecek’ diye düşünse de bir türlü yapamadı. İşte yine gelmişti  eylül ayı, yıllardır gelmeyene inat ve yine kara kaplı defteri titreyen parmakları arasındaydı. Önce dirense de nihayet teslim olup açtı defterini ve yine satırların arasında üniversite yıllarına doğru bir zaman yolculuğuna çıktı. Sayfaları her çevirdiğinde kâh kampüsü dolaştı, derslere yetişmeye çalıştı, kâh otobüslere bindi, indi, biraz ağladı, biraz tebessüm etti ama en çok müphem sevgilisini hatırladı.  Nihayet sayfaların sonuna geldiğinde yine derin bir pişmanlık hissetti, en çok da sol yanında bir ağrı.  ‘Sahi bu neyin ağrısıydı şimdi’ düşünürken zilin sesiyle bir anda irkildi. Hemen defterini dolabın en ücra köşesine sakladı. Yüzünü yıkayıp hızlı adımlarla  kapıya doğru ilerledi. Gelen ilkokula giden oğluydu. Kapıyı açar açmaz kara gözlerini annesinin yüzüne dikip “Anne neden ağladın?” diye sordu. “Yok bir şey oğlum. Hadi koş banyoya ellerini yıka bakalım” diyerek geçiştirdi annesi. Mutfağa doğru ilerlerken “Mithat, oğlum ödevini hemen yap istersen, akşam teyzenler gelecek” diye seslendi oğluna. Yıllarca kimseyle paylaşmadığı sırrından ufak bir parça taşıyan oğluna sevgiyle gülümseyip kalbinde hâlâ hissettiği ağrıyla işlerine geri döndü.

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi