Yaşam Talimatnamesi

Yaşam Talimatnamesi

Hikaye: İsmail Kaynar

Fotoğraf: Наталья Маркина

 

1-Uyan ama gözlerini açma.

2-Kahvaltı hazır diyecekler, bekle, kalkma yataktan. Özgürce kendi yatağında yatmanın tadını çıkar ilk önce.

3-Oğlun geldi, bak. Kapıdan girip sessizce yatağa süzüldü. Seni uyandırmaya çekiniyor. Haklı. Bilmiyor ki seninle, bir babayla, babasıyla yaşamanın keyfini. Üç yaşındaydı bıraktığında. Şimdi sekiz olmuş. Kocaman. Yanağından öptü ya, şimdi gülümse ona, sanki o öpücükle uyanmışsın gibi yaparak sevindir oğlunu.

4-Kızın da kapıda. On yedi olmuş. Aman Allah’ım! On yedi yaş. Söylemesi ne kadar kolay! İnsanın hayatındaki en önemli zaman dilimi bu. On yedi yaş,  çocukluğun kabuğunun çatladığı, içinden taptaze bir gençlik fidanının çıktığı yaş. Çağır onu da. Sarılın şimdi. Kucaklaşın. Tortop olun. Çığ gibi. Beş yıllık hasreti bir anda bitirecek kadar sıkı. Sarılın.

5-Kalktın. Elini yüzünü yıkadın. Tıraş olmalısın. Aynaya bak. Bu sen misin? Aynaya bak ve tekrar et. Bu ben miyim? Kırk yılın yorgunluğu yüzümdeki çatlaklara nasıl da sirayet etmiş.  Ya sakalımdaki beyazlıklar! Her beyazın ayrı ayrı acısını duyarak yolmalıyım bu sakalları. Çünkü bu ben değilim. Bıraktığım kişi değil bu adam. Bir başkası, bir yabancı. Kendinden ötede olan, kendine hiç gelmeyeceğini sandığı bütün acıları yaşayıp, hayattan bezerek ömrünü tüketen, bütün acıları, bütün sancıları içine atan ve buna rağmen hep iyiyim diyen bu adam, kesinlikle ben değilim. Değilsin tabii ki, yabancı, el, yaşlı, yıpranmış, huysuz bu. 

6-Şimdi kahvaltı zamanı. Günaydın sevgilim, günaydın, fidanım, günaydın kartalım. Sevecen ol, yakışıyor sana. Hem burası tam öyle olunması gereken tek yer. Ailenin yanı. En sevdiğin şeyleri hazırlamış eşin. Sucuklu yumurta, of! Kıymalı börek, vay! Evde yapılmış reçeller, haşhaş-pekmez karması, kahvaltılık soslar ve sınırsız çay. Beş yıldır sadece peynir-zeytin yerken en çok özlemini çektiğin şeydi bu kahvaltı. Şimdi seni rahat bırakıyorum. Tadını çıkar.

7-Tıraş demiştim. Kahvaltı bitti. Çay keyfi de. Şimdi kendin olma zamanı. Yavaş yavaş köpüğün verdiği yumuşaklığı hissetmelisin. Tek bıçaklı aletlerle sakallarını yola yola tıraş olmaktan bıkmıştın. Nasıl rahatladın ama! Yüzün çıktı ortaya. Şimdi sana daha çok benzedi bu yüz. Artık eşinin kokusunu çok sevdiği kolonyayı sürmenin tam zamanı.

8-Yeşil olsun, evet. Griden ve siyahtan bıkmıştın. Yeşil tişört iyi. Seni açtı. Eski günlerdeki gibi. Tamam, abarttım. O günler gibi olamaz, geçti gitti. Ama kendini yeni ve zorlu bir sürece hazırlaman lazım. Moral bulman şart. Belki daha güzel zamanlar olacak. Sen hep şöyle demiyor muydun?

                            “ Güzel günler göreceğiz çocuklar

                             Motorları maviliklere süreceğiz”

                                                                                  İşte başlıyoruz. Başlamalısın. Güzel ve mutlu günler göreceğiz. Motorları özgürlüğe süreceğiz. Tazeliğe, serinliğe, huzura, baharlara süreceğiz. O günlerin arifesindeyiz. Kapısındayız. O kapı açılır açılmaz dal içeri.

9-Kapıyı çalmadan öyle dalmayın içeriye çocuklar. Bakın, iki yaramaz çocuk gibi nasıl da kızardılar anne ve baba. Ama olsun, alışacak çocuklar babaya, babası olan bir eve alışacaklar. Şimdi salona geçilecek. Dudağında yarım kalmış busenin sıcaklığı…

10-Korkunç, değil mi? Bu duydukların, bu haberler ne kadar ürkütücü! Kapat televizyonu. Sana moral lazım dedim, böyle iç karartan yalanlardan uzak dur.

11-Bu neymiş? Oğlunun karnesi. Hepsi pekiyi. Aman, biliyor muyum sanki ben, bizim zamanımızda not falan yoktu, pekiyi vardı, bana göre seninkilerin hepsi yıldızlı pekiyi. Maşallah. Aferin sana. Bir hediyeyi hak ettin. Forma alacağım sana. Siyah beyaz, çubuklu, şampiyonluk forması. Şampiyon olamadık ama baba. Olsun oğlum, seneye kesin oluruz. Hem gideriz birlikte şampiyonluk maçına. Çıkışta konvoya katılırız. Kornaya sen basarsın. Ama baba, arabayı sattık biz. Evet, unutmuşum. Unutmuşsun. Yokluğunda eşin parasız kalınca sat arabayı dediğini unutmuşsun. Eşinin ağlayarak ne kadar idare ederiz bu parayla bilemiyorum deyişini, ben çıkana kadar olsa yeter dediğini, unuttun hep. Yeter miydi? Yetmedi, bilmiyorsun. Bir vebalı gibi senden ve ailenden kaçan akrabaların, dostların, komşuların ufak bir desteği bile esirgediler, bilmiyorsun. Ama öğreneceksin. Her şey sırayla.

12-Son sınıf mı dedi? Evet, son sınıf. On iki. Sınava girecek kızın bu sene. Sonra üniversite ve yine ayrılık öyle mi? Kahretsin dedin. Kahır olacaksa buna olmalı. En taze, en sevecen, en sevinçli yıllarını kaçırmışsın kızının. Geri gelmez. Asla. Şimdiyi değerlendirmeli o zaman. Kızınla gezip dolaşmalısın. Hani beş sene evvel birlikte kaçıp hamburger yemeye giderdiniz. Sonra sinema. Patlamış mısır. Kola. Annesinin yasakladığı tüm yiyeceklerin serbest olduğu bir günlük kaçamak. Arada yapardınız. Şimdi de yapılmalı. Zaman dar.

13-Kapı çaldı. Kim gelmiş? Dostun. Seninle benzer kaderi paylaşan dostun. Geçmiş olsun. Kucaklaşın. Perçinlensin yazgılarınız birbirine. Cıvadan ağır gözyaşları dökülsün. Uzun uzun susulsun karşılıklı. Sonra yine sarılın. Kader birliğinin şerefine. Geçmiş ve bitmiş olsun.

14-Kahve? Evet, sade olsun. İçmezdin ama buna da alıştın. Acı olan ne varsa alıştığın gibi acı kahveye de alıştın. Gülme, bazen arabesk olmak geliyor içimden, oluyorum. Bol köpüklü, duble sade kahve, mis gibi. Hayat kadar acı. Tamam, gül buna da.

15-Dostun gitti ama tekrar görüşeceksin. Hele biraz dışarıya alış, gez, dolaş dedi. İyi fikir.

16-Hazırlan. Yürü biraz. Daracık mekanda üç beş adım atmaktan bıkmıştın. Çık dışarıya. Taze nefes, taze hayat, teze ve yeni ve hiç dokunulmamış tertemiz bir sayfada yeniden yazmaya başla kaderini. Tasayı, kederi, umutsuzluğu söküp atarak içinden, umudu hep umudu yeşertecek günleri tasarla. Bırak insanlar seni yordukları yerde takılı kalsın, sen yürümene bak.

17-Yürümek, hiç bitmeyen bir yolda yürümek ne kadar da keyifliymiş, hatırladın şimdi. Şu kaldırımlar, şu ağaçlar, şu çukurlu tümsekli yol bile özlemiş seni. Ama bu yoldan gitme demiştim sana. İnadına döndün yine bu köşeden. Alışkanlık mı? Peki, sen bilirsin.

18-Evet, sen bilirsin. Okulun yolu değil mi burası? Hani eskiye dönüş yoktu? Dinlemiyorsun. Ama madem geldin, bak şimdi duvarın üstünden okuluna, eski okuluna. Beton bahçede top oynardın çocuklarla. Karşıdaki basket potasının altında sıraya girip birlikte basket atardınız. Kızlarla can oynadığınız arka bahçe görünmüyor buradan. Ama pencere görünüyor. Üçüncü kat, sağdan üçüncü. Senin sınıfın. Hani bir sabah dersteyken gümbür gümbür kapısı çalınan… İçeri dalan iki sivilin seni yere yatırıp arkadan kelepçe taktığı… Ağlayan çocukları sakinleştirmeye çalışan zavallı müdür yardımcısının ne olur böyle yapmayın diye çırpındığı… Karga tulumba dışarı çıkartılırken birinin bilerek çelme takıp seni kapının girişinde yere düşürdüğü, aşağıladığı, hakaret ettiği sınıf…

19-Of! Gelme demiştim buraya. Hatırlama demiştim. Ama unutulacak gibi değil ki! Haklısın. Hatırla o zaman. Bahçe kapısında tepe lambaları yanan iki araç. Büyük bir olay varmış havası vermek için uzun namlulu tüfeklerle bekleyen yüzleri maskeli resmiler. Tam araca bindirilirken birinin ensene vurduğu yumruk.  Aracın içinde küfürler, hakaretler. Tartaklamalar. Daha şu köşeden dönmeden yediğin onlarca yumruk. Hastanede yüzünü gördüğü halde darp yoktur raporu veren doktor. Sonra yirmi gün betonda yatış. Uçsuz bucaksız yokluk, sonsuz bir hiçlik hissi. Geceler boyu bitmeyen sorular, sorgular, beğenilmeyen cevaplar, baskı, zorbalık. Soru ve cevapların yazıldığı kağıdı imzalaman karşılığında özgürlük teklifi. Defalarca reddedişin. Sabahlara kadar üşümelerin. Soğuktu. Çok soğuk. Üşüyordun ama üşüdüm diyemiyordun. Nefes almak dışında her şey yasaktı. Böyle söylenmişti.

20-Yeter, yürüme, dön geri. Böyle gideceksen yürüme. Dur ve sonrasını da hatırla madem. Bomboş iddialarla gittiğin cezaevi. Tek başına kaldığın yıllar. Sonra otuz kişilik kalabalık koğuşlar. Sabah akşam sayımları. Zorla bir ritim tutturulmuş zoraki yaşamaklar.

21-Keşke mi? Deme bunu. Yıpratır seni. Keşke demeye devam edersen geleceğini kaybedersin. Çünkü keşke geçmişe aitmiş gibi görünse de tamamen geleceğe dairdir. Keşke, seni ileriye götürmez, hayatın frenidir o, ne kadar sert basarsan o kadar hızlı savurur seni. Basma frene. Yavaşla ama bekleme. Bırak hayat seni geriden takip etsin.

22-Yoruldun. Beynin de yoruldu. Bu park iyi. Otur dinlen biraz. Hem burada güzel anıların da var. Şu ağacın altında eşinle oturup çay içerdin. İlerideki masada ailecek oturup tavuklu pilav yemiştiniz. Poşette. Evet, işte böyle, gülümse biraz. Koyacak tabak bulamayınca poşete doldurtup parka gelmiştiniz ama kaşık da yoktu. Gecenin yarısı geçtiği için açık bakkal aradınız, plastik kaşık bulmak için, koşa koşa. Ne çok eğlenmiştiniz! Hayat buydu işte. Diğeri değil. O başka bir şeydi.

23-Dön eve. Ekmek al. Sıcacık. En sevdiğin çorbadan iç. Özlediğin yemekleri ye. Ailecek oyun oynayın. Sevdiğiniz bir filmi seyredin. Bekleme, bekletme. Hemen şimdi yap. Sonra mahrum kalınca yapmadığın şeyler için ne kadar pişman olduğunu sen daha iyi bilirsin.

24-Yorgunluk çökmüş üstüne. Dinlenme vakti. Çocuklar yanlarında yatmanı istemiş. Oradasın şimdi. Rahatsın. Dünyanın en huzurlu yerindesin. Mutlusun. Yarın için planların var ama beklesin onlar. Şu anın tadını çıkar.

25-Uyu şimdi. Sabah görüşürüz.

 

Hikaye: İsmail Kaynar

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi