Ellerimde Çiçekler
Hikaye: Betül Saadet Evli
Fotoğraf: Mohamed Abdelghaffar
Elimde bir buket gül var. Öğrencilerini dikenlerine rağmen, dikenlerini görmeden seven öğretmenlere ithafen başka bir çiçek değil de gül var. Bunlar ne kırmızı ne de beyaz güller. Hafiften mora kayan soluk pembe, enfes kokan güller. Hayatımda çok özel yeri olan insanların oturduğu şirin bir sokağa giriyorum. Her evin kendine özel bir kokusu var. Kimi kıştan sonra gelen bahar gibi kokuyor, kimi boya kalemi gibi, bazıları da çok yeni kokuyor.
Buketten özenle iki gül seçip minik ellerimle ilk iki kapıya bırakıyorum. Burnuma pastel boya kokusu geliyor. Kapılarını tıklattıktan sonra açılmalarını beklemeden koşarak uzaklaşıyorum. Koşarken annemin iki tarafa ayırdığı uzun saçlarım sallanıyor. Bu iki ilk ve eski öğretmenimin beni hatırlamayacağından eminim çünkü ben de isimlerini ve yüzlerini unutalı çok oluyor.
Demekten bir gül daha alıyorum ve sokakta yürümeye devam ediyorum. Ela ve Lale’nin oynadığı oyunların tekerlemesi takılmış dilime. Gri okul eteğimde çim lekeleri var. Okulda görmediğim zaman çok yalnız hissettiğim, okulu evim gibi sevmemi sağlayan ilkokul öğretmenimin kapısında biraz oyalanıyorum. Beraber geçirdiğimiz 3 yılı tekrar yaşayabilecek gibi. Kapıyı çalıyorum ama kaçıp gitmiyorum bu sefer. Her zaman kocaman gülümseyen öğretmenim açıyor kapıyı. Elimdeki gülü veriyorum. Sımsıcak sarılıyor bana, gülümsüyorum. 3. sınıftan sonra onu ne kadar da özlediğimi hatırlıyorum. Evi uzun zamandır açılmamış sevilen bir kitap gibi kokuyor.
Yürümeye devam ediyorum, elimde yeni bir gül var. Sokağın bu kısmı biraz çamurlu, yürümesi zor. Sıradaki kapıya çok zor ulaşıyorum. Gözlerinde korku olan, son birkaç aydır olan hiçbir şeye anlam veremeyen küçük bir kız çocuğu olarak varıyorum sıradaki kapıya. Tüm bu karmaşanın içinde tanıdığım öğretmenimin kapısını çalıyorum, yüzünde tedirgin bir gülümsemeyle açıyor kapıyı. Gülü uzatıp hızlıca teşekkür edip yine aynı hızda uzaklaşıyorum oradan çünkü ben neden tedirgin olduğunu biliyorum; ayağıma bulaşan çamurlara takıldı gözü. Benim değil sokağın kiri olmasına rağmen yine de görmezlikten gelemedi. Olsun, kapıyı açtı ya o da yeter ve ilkokulun son yılı için de fazla fazla yetmişti. Burnuma çamurla karışık kağıt kokusu geliyor.
Sıradaki kapıya yürürken heyecanlanıyorum, öğretmenimin heyecanının bana yansıması belki de. Ayaklarım ise hala çamurlu, biraz daha temiz görünüyorlar ama tertemiz değiller. Ama bu sefer umursamıyorum çünkü sıradaki öğretmenimin bu çamura aşina olduğunu biliyorum. En güzel güllerden birini alıp tıklatıyorum kapıyı, kapı açılınca içeriden simit, poğaça, çay ve çikolata kokusu geliyor. Kocaman sarılıyor bana, kendine has tonlamasıyla “Sevgili öğrencim” diyor. 4 yıl boyunca bize matematikten çok nasıl yaşanılır öğreten öğretmenime daha sıkı sarılıyorum. İçimde ortaokulun üstümde bıraktığı neşe büyüyor. “Devam etmelisin.” diyor öğretmenim. “Edeceğim.” diyorum çocukluktan kurtulmaya başlayan sesimle ve hala elimde tuttuğum gülü veriyorum. Sıradaki kapıya doğru yürürken arkamdan beni izlediğini hissediyorum, ayaklarımdaki çamura sevgiyle baktığını da.
Sonra bana değerli olduğumu hissettiren bir öğretmenimin kapısını çalıyorum. Tahmin ettiğim gibi hemen hatırlıyor beni. Sadece 1 yıl, o da pandemi sırasında dersimize girmiş olmasına rağmen sıcaklığını ve mesaj atarken kullandığı emojileri asla unutamayacağım öğretmenime uzatıyorum gülü. Evinden bilgisayar fanı ve dezenfektan kokusu geliyor. Hep yaptığı gibi koluma dokunuyor hafifçe. Teşekkür ediyor ve ben de rica etmek yerine teşekkür ediyorum.
Ayaklarımdan tamamen silinmese de çamur izleri son kapılarda büyük ölçüde kayboluyor. Yöneldiğim yeni kapıya doğru yürürken tekrar belirginleşiyor izler ama tek bir farkla; artık saklama ihtiyacı hissetmiyorum.
Zor ve yoğun geçmesi gereken sınav senemde hayatıma girip her şeyi kolaylaştıran öğretmenlerimin evleri birbirini takip ediyor. Önce ismi kadar nadir bir kişiliği olan öğretmenimin kapısına gidiyorum. Aslında sert ama bi o kadar da yumuşak olan bu öğretmenim sıcacık “Hoşgeldin.” diyerek açıyor kapıyı. Artık çocukluktan tamamen sıyrılmak üzere olan ellerimle bir gül veriyorum. Evi zımba makinesi, test kitabı ve deneme kitapçığı kokuyor. Bu kokuyu ne kadar sevdiğimi düşünüyorum. Tanıdığım en az “müdür” olan müdür bu öğretmenimin bir zamanlar bana sorduğu “Beni hatırlıyor musun?” sorusuna verdiğim cevabı hatırlıyorum: Ben o çamurdan geçerken çok küçüktüm. Ve öğretmenimin ayaklarına baktığım da benimkinden çok daha çamurlu olduğunu görüyorum.
Ortadoğu ve balkanların en iyi matematik hocası olarak tanıdığımız ve hatırladığımız öğretmenimin kapısını çalıyorum. Bize öğretmenden çok bir abi olan, başka sınıfın dersine girdiği zaman “Bize hocamızı geri verin.” dediğimiz belki de en unutulmaz öğretmenime uzatıyorum çiçeği. Hep dediği gibi “Teşekkür ediyorum canım benim.” diyor. Evinden 0.7 uç kokusu geliyor. Onunla geçen derslerden sonra olduğu gibi kahkahaya kaçan bir gülümsemeyle ayrılıyorum.
Sonra evi çay kokan İngilizce öğretmenimin evine uğruyorum. Dilinde bir türküyle karşılıyor ve uğurluyor beni. Ondan hemen sonra da kapıyı “Kuzum benim.” diyerek açan Fen Bilimleri öğretmenimin. Bu evden de tükenmez kalem kokuları geliyor.
Ve sıra belki de en çok beklediğim eve geliyor. Bana benden çok güvenen öğretmenimin kapısına doğru yürüyorum. Beni kapıda karşılıyor, sanki geleceğimi önceden biliyor gibi. İkimizin ayakları da çamur içinde. Bu evden ayrılmak istemiyorum, o da anlıyor bunu. Karşılıklı iki sandalyeye oturuyoruz. Bir zamanlar yine böyle karşı karşıya otururken ona ayaklarımdaki çamuru göstermiştim, acı içindeydim. O da kendi çamurunu gösterip bana o çamuru sevmeyi öğretmişti. Her öğretmenin kendine ait konuşma tarzı olur ya, bu kahraman öğretmenim de “Hoş geldiniz hanımefendi.” diyor kendi tarzında. Ve ben gerçekten hoş geldiğimi hissediyorum. O evden çıkmak istemiyorum. O evin kokusundan, tarif edilemez ama çok tanıdık olan o kokudan vazgeçmek istemiyorum. Benim için öğretmenden çok kahraman olan bu insandan ayrılmak istemiyorum. O çamura battığımdan beri aradığım şeyi sonunda bulduğumu hissediyorum ve tekrar kaybetmek istemiyorum. Gül demetinden en güzel gülü seçip veriyorum ona, bir zamanlar teşekkür etmek için verdiğim küçük not kağıdı gibi. Kocaman gülümsüyor bana ve ben emin oluyorum: Ben bu evden çıkmak istemiyorum, yola devam etmek istemiyorum. Ona anlatmasam bile anlıyor bunu. Evine çok uzun zaman sonra gelen ama çok özel bir misafiri olduğumu söylüyor. Bana yola devam etmem gerektiğini anlatıyor. Ama ben yolun devamından korkuyorum. Hafif bi kahkaha atıyor ve “Ama sen bunu yapabilirsin.” diyor. Bana yola devam etmek zorunda olduğumu söylüyor. Ayağımdaki çamuru temizlemiyor ama o çamurla gurur duymamı sağlıyor. Kapıya kadar eşlik ediyor bana hatta bir süre sokakta da yanımda yürüyor. Bir noktaya geldiğimizde yol çakıllaşıyor, yürümesi çok zor bir hale geliyor ve ben devam etmek istemiyorum. Bana devam etmem gerektiğini söylüyor. Korka korka çakalların üstüne çıkıyorum ve sürekli dönüp arkama bakıyorum. Her baktığımda onun hala orada olduğunu görüp güç alıyorum. Tek elinde verdiğim gül var, diğer elini bana sallıyor ve gözlerimin içine bakıyor.
Çakıllı yolda yürürken çok yoruluyorum, geriye dönmek istiyorum ama ne zaman arkama dönsem bana el sallayan öğretmenimi görüyorum. Devam etmem gerekiyor. İyice yorulduğum bir anda etrafı sis kaplıyor, artık ne geldiğim ne de gideceğim yönü görebiliyorum. Yolu göremediğim için defalarca takılıp düşüyorum, ellerim ve dizlerim yara içinde kalıyor. Sis dağılıp da yol düzleştiği zaman sokağın bu kısmının çok daha farklı olduğunu görüyorum. Sokağın bu tarafındaki insanlar teşekkür ederken bile farklı kelimeler kullanıyor.
Çakıllı yolun bıraktığı yaralarla birer birer dolaşıyorum kapıları. Buradaki evler yabancı bir ülke gibi daha çok da Alman çikolatası gibi kokuyor. Başka bir dilde edilen teşekkürlere, yine o dilde rica ediyorum. Yabancı bir dili konuşurken tınısı değişen sesim de yabancı geliyor bana. Buradaki öğretmenlerimin hepsi yaralarımı sarmaya çalışıyor, ayaklarımdaki çamuru da kimse umursamıyor. Her biri kocaman gülümsüyor, ben de her birine demetten birer gül veriyorum.
Sokağın en sonundaki evden de ayrıldığımda dönüp arkama bakıyorum ve hepsine birden sesleniyorum: Öğretmenler gününüz kutlu olsun.