Fotoğraf Çekmek Ya da İzlemek!
Yazı ve fotoğraflar- Barbaros Kaya
Bir fotoğrafı iyi veya kötü olarak yorumlamak çok da tercih edilmemesi gereken bir konu olduğunu vurgulamak istiyorum aslında. Altınoran, perspektif, netlik, ışık gibi kriterlerin ölçüsünde değerlendirilen fotoğrafların çeken kişi tarafından özeleştiri olarak kritize edilmesinin dışında; başka bir fotoğrafı bu ölçütlerde başarılı bulmamak çok da haddimiz olmayabilir. Çünkü fotoğraf aslında estetik kaygılarımızı gideren bir sanat dalı değildir. Hikaye anlatmanın bir başka yolu ve çok başarılı bir yoludur.
Hikaye anlatımı ve hikayenin anlaşılması konusu fotoğrafın merkezinde yer alan bir meseledir. Photography kelimesinin etimolojisinden bahsetmek gerekirse Yunanca’da ‘’photo’’ ışık, ‘’graph’’ çizmek anlamına gelir. Bir fotoğrafçı aslında ışıkla resim çizendir. Dünyayı ışık ve gölgeyle (gölge konusu fotoğrafın temelini oluşturur ama bunu bir başka yazıda anlatmak istiyorum) yazan ve yeniden yazandır. Tabi bu yazılan şey genellikle protest bir niyet taşır. Benim fotoğraf dersleri aldığım Coşkun Aral, derslerde sürekli ‘’fotoğraf protest bir etkinliktir’’ vurgusunu yapardı. Çekilen fotoğrafın hikayesini anlamak için biraz da eleştirel bir bakış sergileyerek olayı izlemek gerekir.
Fotoğrafı anlamanın temellerine iniyoruz arkadaşlar. Umarım girizgah komplike olmamıştır. Kendi anlatım tarzımda çoğu zaman konstrüksiyon tekniğine başvurmayı tercih ediyorum. Bir kavramı parçalara ayırmak ve yeniden değerlendirmek. Bu yazıyla fotoğrafa olan bakış açımızı değiştirmek, onu yeniden başka açılardan görmek ve mevcut fotoğraf problemlerimizin (gerek incelerken,
gerek çekerken) çözümünü mümkün kılmaya çalışacağım. Anekdot üzerine anekdot paylaşmaktan kendimi konuya veremiyorum ama ben de bunu ilerleyen yazılarda aşmaya çalışacağım. Konumuza dönecek olursak. Fotoğraf protest bir eylemdir dedik. Öncelikle şunu kabul etmemiz gerekiyor: Bizim bütün anlam ve değer sistemimizin altında yatan söylem iktidarın tahakkümü altında belirleniyor. Özellikle bu medya sisteminde tüm algımız iktidarın yönlendirdiği pozisyonda konumlanıyor. Zaten Foucault’ya göre mutlak veya salt özneye ait olduğunu düşündüğümüz söylemler aslında iktidarın söylemleridir. Fotoğraf kritiği yaparken bu durumdan kurtulmamız lazım. Fotoğraf okumasındaki birinci unsurumuz bu. Otoriter bakmamak, iktidarın (siyasi, ekonomik, hiyerarşik) söyleminden uzaklaşmak.
Bir başka unsur zamanın mührü konusu. İşin özünde sahip olduğumuz bütün değerler aslında zamanın mührünü taşırlar. Özellikle portre fotoğrafları için geçerli bir kavramdır bu. Bir portrenin gücü o anda saklıdır. Eğer bu konuya daha da odaklanmak isterseniz (fotoğraf – zaman ilişkisine) Sanderin’in toplumsal tiplere ilişkin panoramik çalışmasına göz atmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Biz daha basit değinecek olursak zamanın ruhu alt okumalar ile anlaşılabilir. Fotoğraf galerileri 1960’lı yıllara dair fotoğraflar sergilemeyi sever. Dünyanın 60’lar dönemi insanlığın kültür birikimi ve aydınlanma süreci için bence önemli bir on yıldır. Bu 1960’lı yıllarda Londra, Madrid, New York, Paris, Buenos Aires, İstanbul, Atina, Varşova, Pekin, Prag gibi dünyanın birçok şehrinde siyasi öğrenci hareketleri başlar. Hala o dönem çekilmiş basın fotoğrafları ödülden ödüle, sergiden sergiye koşar. Çünkü savundukları fikir konusunda radikal eylemler gerçekleştiren öğrenciler hatırda kalıcı olaylar yaşamıştır. O dönem fotoğrafları hala dünyanın farklı müzelerinde belirli bir zamanda açılan World Press Photo Awards’da sergilenmektedir. Zamanın mührü dediğimiz konuyu anlamak için o dönem fotoğraflarındaki olaylara hakim olmanız gerekir. Aksi takdirde fotoğraf bir sosyal medyada durum güncellemesinden ileri gitmez. Kapitalist politikalar sonucunda yaşanan değişiklikler, toplumsal sınıflar arasındaki farkın giderek açılması, siyasi ve kültürel kutuplaşmalar ve artan sömürgecilik… Sadece eylem fotoğrafları değil, o döneme dair portre fotoğrafları da çok önemlidir. Dönemin öğrencileri ve entelektüelleri arasındaki huzursuzluğu hissedebilmeniz için o portrelere alt okuma ile bakmanız gerekecektir.
Bir şeyleri anlamak ve o duyguyu hissetmek için portre fotoğraflarının önemini vurgulamak isterim. Sanırım bu durumu, çok fazla kelime kullanmadan şu şekilde anlatabilirim. Naziler döneminde yasaklanmış kitaplar listesinde çok fazla portre albümleri yer almaktadır. Onlardan bir tanesi ’’ANTLİTZ DER ZEIT’’ (Zamanın Yüzü) Naziler iktidara gelir gelmez zamanın yüzü fotoğraflarını yasakladı ve kopyaların yok etti. Çünkü bir başkasını anlamak ürettikleri politikanın en büyük düşmanıydı. Bu bölümü anlatırken fotoğrafın zaman ile ilişkisine girmek istemiyorum. Herkesin farkında olduğu bir konu olduğunu düşünüyorum. Sonuçta her fotoğraf yaşanan zamanın ötesine uzanan ve belleğin solan tonlarının üstesinden gelen bir misyon yükleniyor.
Fotoğrafın bir haber metninin ötesinde farklı bir etkileyiciliği de vardır. Üçüncü unsurumuz fotoğrafın bıraktığı ize odaklanmak olabilir. Farkındalık diyebiliriz. Kısacası, bir şey, fotoğraflanarak (o şeyi ‘haber’ olarak izleyen başka yerlerdeki insanların gözünde) gerçek kılınmaktadır. Olup geçen bir şey değil de ‘’oldu ve etkilendik’’ dedirtebilmek ister fotoğraf. Gazeteler haber metinleri arasında anlatımı kuvvetlendirici bir etki yaratmak için kullanırlar fotoğrafı ama fotoğraf tek başına da haberdir. Karşımıza çıkan fotoğrafın amaçladığı şey, panoramik bir bakışla izleyiciyi yaşananların gerçekliği konusunda eğitmektir. Video aynı etkiyi yaratır mı tartışılır. Mesela bir vahşetin fotoğraflanmış görüntüleri, kolaylıkla birbirine zıt tepkiler uyandırabilir. Vahşetten ziyade bu bir barış çağrısı olabilir. Veya bir öç çığlığı. Burada bizde bıraktığı iz önemlidir. Öyle ki, artık savaşlar hepimizin oturma odalarında sükûnet içinde seyredilip dinlenen görüntü ve seslere dönüşmüş durumda. Başlarından savaş deneyimi geçmemiş insanların savaşı kavrayış biçimleri, şimdilerde esasen bu görüntülerin etkisiyle belirlenmektedir. Fotoğrafın gücü ise istatistik olarak geçen insan ölümlerini gerçek insan olarak belirtmek olacaktır.
Fotoğrafın bu etkisi aslında insanların ihtiyacı olan bir duyguyu besliyor diyebiliriz. Erotizmin büyük teorisyenlerinden George Bataille, 1910’da Çin’de çekilen ve ‘yüz bıçakla ölüm’ törenine kurban edilen bir esiri gösteren fotoğrafı her gün bakmak için masasında tutuyordu. “Bu fotoğraf,” diye yazıyordu Bataille, “…benim hayatımda yadsınamaz bir rol oynamıştır. Acıyı en çıplak haliyle gösteren, ayrıca
baş döndürücü ve dayanılmaz bir yanı da olan bu fotoğrafa bakıp düşüncelere dalmaktan hiçbir zaman kendimi alamadım.”
Sürekli inceleyebileceğiniz bir fotoğraf keşfetmek herkesten bekleyebileceğim bir şey değil. Ama fotoğraf olayına ‘’bakmak’’ nazarı ile değil de, daha klinik bir tabirle “incelemek” gibi bir hassasiyet kazanmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bir başka fotoğraf dersi aldığım kişiye selam durarak fotoğraf okuma olayını şimdilik sonlandıralım. 4 yıllık lise hayatım boyunca fotoğraf derslerime giren Selahattin Sevi’nin bize kızdığında söylediği söz ile bitirelim: ’’Geleceğin cahilleri fotoğrafı okuyamayan kişilerdir, dersi dinleseniz iyi olur sizin açınızdan.’’
Not: Bu uyarıyı 4 yıl boyunca hiç bana yapmadı.
Yakın zamanda yaptığım Nijerya seyahatimden birkaç fotoğraf
Yazı ve fotoğraflar – Barbaros Kaya