Gökyüzü İyi ki Küsmüyor

Gökyüzü İyi ki Küsmüyor

Hikaye : Meryem Samur

 

Seher ile istatistik dersinden sonra bizi rahatlatacak tek şeyin ana kampüste boş bulduğumuz bir ağacın altında oturup, ayaklarımızın altında çıtırdayan sonbaharı içimize çekmek olduğu konusunda hemfikirdik. Dersin bitimine doğru gözlerim kapanmasın diye uğraştığım bir sırada; uyursam hocadan azarı yiyeceğime dair mesajlar atıp beni büyük bir dertten kurtaran can dostum Seher. Dersten sonra sessiz bir anlaşma imzalamış gibi ayaklarımızı sürüye sürüye yürüdüğümüz Vefa sokaklarından ana kampüse girişimiz; sahneye doğru yürüyen bir gelinin yerde sürünen duvağını tutan, beyaz tütülü kızların o utangaç sevincine benziyordu.

Mutluluk ve üzüntünün kol kola dans ettiği bu mevsimde, piste çıkmaya nazlanan kimseler gibiydik. Gözbebeklerim ile zihnim arasına resmettiğim sararmışlığın portresi, hüzünlü bir düğünü anımsatıyordu bana.  Babasının yokluğunu düğün günü fark etmiş bir gelinin boynundaki kurdeleye takılan çeyrek hayatın sillesini, yanındaki hayat arkadaşının tatlı tebessümünde dindirmeye çalışması gibi, yüzümdeki gülümsemeye gizlediğim duyguları kuvvetli esen bir rüzgâr sonrası dinginliğine bırakıyordum.

-‘Hoş geldin Kasım!’, diye seslendim göğe. Seher gülümsedi; sesime gizlenen öfkeyi görmezden gelerek.

-‘Tabi kızım Kasım’da aşk başkaymış!’ derken muzır bir bakış fırlattı yüzüme. Benim aklımda olmayan aşkları Seher sözleriyle yaşatırdı bana. Bu durumdan bazen yorulsam da çoğu zaman neşelenirdim. Kalbinde lunapark ile gezen, saçlarındaki örgülere kırmızı kurdeleler bağlamış bir kız çocuğuna benziyordu Seher. Kim üzülse onu gönlüne alır. Mutlu etmenin bir yolunu bulurdu. Çocukluğunu küçük kaygıların esiri olarak geçirmiş benim için; hayattaki küçük zevksizliklerden bile neşelenecek bir şeyler bulan Seher, üniversitede tutunduğum can simidim olmuştu.

Dökülen yaprakları güneşin ışığı altında raks eden bir ağacın altına oturduk. Sessizlik anlaşmamız sürüyordu. Ben başımı onun dizlerine dayayıp göğe doğru uzandım. O da süt kahve renginde, deri çantasından bir kitap çıkardı ve sessizce okumaya başladı. Bir araya geldiğimizdeki bu dinginliği seviyordum. Kaygılı bir mizacım vardı. Belki de çocukken yaşadıklarımdan böyle olmuştu. Bilmiyorum.

Babamın ölümünden sonra değişti birçok şey aslında, biliyorum. İnsan, bildikleri hakkında konuşmak istemediği bir acı yaşadığında, suskunlaşıyor. Yaşadığım acıyı anlamlandıramamış oluşum, onu konuşmamdaki en büyük engeldi. Terapistim böyle söylemişti. Nasıl anlamlandırabilirdim ki? 6 yaşındaydım. Bir sabah annemin kan çanağı gözlerine uyandım. Babam yoktu. Gece işten geç gelse de hep birlikte kahvaltı yapardık. O sabah kahvaltı sofrası yoktu evimizde. Babam yoktu.

Önce hasta oldu, dediler. Sonra öldü haberini verdi annem. Küçüktüm, pek de anlamamıştım. Geri gelecek sandım. O gelmedikçe Allah’a çok kızdım. Ortaokulda bir gün ödevimi yaparken babam düştü aklıma. Bilgisayar önümdeydi. İsmini yazdım usul usul. Arama motorunda çıkan haberleri görünce ölümün acısı ilk günmüş gibi deldi kalbimi. Benim babam ölmemişti. Öldürülmüştü.

Çok sonra anneme kızgınlıkla bahsettim bundan. ‘Niye anlatmadın anne?’ dedim. Bir çocuğa yalan söylemek sizin için neden bu kadar kolay anne?

Gözleri dolu dolu cevap verdi annem:

-‘O küçücük kalbin nasıl dayanırdı kızım buna? Babanı, istediği şarkı çalınmadı diye öldüren sarhoşları anlatsam sana nasıl devam edecektin hayata? Sen gülmesen, koşmasan, oynamasan ben nasıl devam edecektim yaşamaya?’

Annem de haklıydı işte. Allah’a kızmayı bıraktım sonra. Babaannem: ‘İmtihan bu kızım.’ derdi. Bir imtihan içinde olduğumu kabul ettim. O zaman da sürekli hatalarımı yoklar oldum. Bitmek bilmeyen yanlışlarım içinde kayboluyordum. Büyüdükçe günahkâr birine dönüşüyordum. Büyümemek gibi bir seçeneğim yoktu oysa. Seçimlerini yapmadığım şıklar, hayatımdaki doğruları da slip götürüyordu.

Hatalarımı saymayı bırakmaya karar verdim üniversiteye başladığım gün. Saydıkça çoğalan bir şeyi saymadığımda varlığına katlanabiliyordum.  Belki de günahkâr değildim. Sadece büyüyordum ve insan olmanın binlerce alametiyle örseleniyordu ruhum. Ölümün hayatımla bitişikliği ruhumla olan bağlantımı diri tutmuştu. Ruhum ve zihnim bir anlaşmaya varıyordu. Hayatımın merkezine hatalarımı koymayı bıraktığımda yerine ne koyacağımı çok da düşünmedim. Çünkü kendisi cuk diye oturuverdi boşalan yere. Bu oturuşun kolaylığı;  ‘İnsan ne ile yaşar?’ sorusunu soran ilk kişi olmadığımı farkına varışımın erkenliğinden olsa gerekti. Sevginin gücünü yüreğimden çıkarıp tüm bedenimle yaşayabilir miydim?

Karar vermiş olsam da her zaman bu iyi ruh halini sürdürmem mümkün olmuyor. Kaygılı mizacım düşüncelerimi ele geçiriyor. Böyle zamanlarda kendime kestirme çıkış yolları oluşturmak, bu ruh halinden çıkışımı kolaylaştırıyor. Bir de sevgili dostum, bir de canım annem ve de kitaplarım.

Rüzgâr şiddetini arttırdığında, üşüdüğümü fark edip iç sesimden sıyrıldım. Seher ile göz göze geldik. Yurda dönmenin vakti gelmişti. Elindeki kitabı kapatmadan önce “Bak şurayı dinle.”, dedi Seher:

‘’Çocuklar dünya karşısında yenik büyüyordu. Babalarından başka doğru bilmeden büyüyordu erkekler.  Çarşılar evleri çoktan teslim almıştı. Kızlar şarkısını kimseye söyleyemiyordu. Sokaklardan esen güneş değil, geri çekimle duygusuydu. Annelerin sütünde ışık yoktu. Kaba adamların kalın sesi örtmüştü ülkeyi. Güzellik, insanların gelecek düşlerinden çoktan çıkmıştı. Kimsenin ortak türküsü yoktu ve kimse türküsünü bir başına söyleyemiyordu. Bir yere gitmeden gelecek birini bekliyordu herkes. Koro halinde susuluyordu ve yalnızca yüksek sesle konuşanlara inanır olmuştu insanlar. İncelik yalnızlığa dönüşe dönüşe bitmişti. Şiddetin coğrafyasında elbette gökyüzü bir lükstü ve ancak yağmur yağınca anımsanıyordu.’’

Burada bitirdi Seher. Yazarı tanımam zor olmamıştı. Şükrü Erbaş inceliğini tanımak benim gibi kitaplarla teselli bulan biri için zor değildi. Ayağa kalkıp Seher’in koluna girdiğimde göğe bakarak konuştum:

“İyi ki gökyüzüne baktım bugün. İyi ki gökyüzüne birlikte bakacağım bir dosta sahibim. İyi ki umudum gökyüzünde asılı. Zira o hiç bana küsmüyor.”

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi