GÖNÜLLER IŞIK OLSUN
Yazı: İsmail Kaynar
Fotoğraf: Arthur Ogleznev
Başka ülkelerde böylesi var mıdır bilmiyorum ama bizim türkülerimizde muhteşem ifadeler, harika deyişler, nefis tespitler var. Mesela bir türküde diyor ya:
“Güzel ne güzel olmuşsun
Görülmeyi görülmeyi”
Ne denir ki buna şimdi! Nasıl anlatsam bilemiyorum, gözlerim kararıyor. (Ah Barış abi aşkolsun!) Bu lafın üstüne bir şey denmez ama şöyle bir şerh denemesi yapayım: Güzel güzelliğini başkalarına göstermediği müddetçe güzelliği katlanır, artar. Bir gizem perdesinin arkasına saklanmıştır çünkü. Fakat, lakin, ancak bu güzelliğe bakan göz sayısı arttıkça kusur bulma yüzdesi de artar, dört kusur bir doğruyu götürür ve standart sapmayı da hesaba katarsak çok sayıda bakışın güzellikten büyük miktarda parçalar koparttığını söyleyebiliriz. (Bu açıklama bu söz için yeterli mi diye soracak olursanız “nerdeee!” derim. Yanına bile yaklaşamaz. Öyle derin yani.)
Başka bir türküde diyor ki mesela:
“Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmasa”
Şu iki mısra üstüne iki yüz sayfa yazı yazabilirim. (Amma velakin yerim dar.) Ama şair burada ne demek istemiş diye sorarsanız eğer şunu derim: Galiba sevdiği kendisine meyletmemiş, o da sevdiğinin güzelliğine laf etmeden, o güzellikte kendi bakış açısının da payı olduğunun görmezden gelinmesine sitem ediyor. Bu nasıl matematiksel, mantıksal ve dahi felsefik söylemlerdir canlarım! Pes doğrusu!
Bizde güzellik başa bela bir durum. Kimisi “Ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca.” diyerek sahiplenici ve de nöropsikotik yaklaşır mevzuya. Kimisi “Yâri güzel olanın uyku girmez gözüne.” diyerek kronik uykusuzluğuna sebep olarak görür bu güzelliği. Kimisi de olaya profesyonel bir bakış açısıyla yaklaşarak “Ben güzelden anlarım.” deyip üstüne vazife olmadığı halde jüri üyeliğine soyunur. Hatta kimisi güzelliğin kaynağını bulmak amacıyla “Yavrum baban nereli? / Nereden bu kaşın gözün temeli?” diyerek işin içine biyoloji ve genetik ilmini dahi katmaktadır ki mevzunun ciddiyeti anlaşılsın. Daha ileri gidenleri de var. Böyleleri olmayana ergi yöntemiyle fantastik bir düzlemde tezatlardan bir fantezi kurarak şöyle der:
“Bir güzeli bir çirkine verseler
Güzel ağlar çirkin güler bir zaman.”
Evet dostlar, yukarıdaki girizgâhtan da anlaşılacağı üzere mevzumuz çirkinlik. (Nasıl da ters köşe yaptım ama!) Son derece izafi ve netameli bir konu bu. Yani kime göre neye göre çirkin? Bu sorunun insan zihni kadar cevabı olabilir. Hal böyle olunca ben de çirkin kelimesine kendimce bir tanım getirdim. Buyrun.
Çirkin: Bulunduğu konuma göre güzelliğinin değeri anlaşılmayan her şeye çirkin denir.
Bu tanım aslında hiçbir çirkinliğin olmadığını ima etmektedir ki doğrudur. Zira bu bir kıyas meselesidir ve bu kıyası yapan kişinin şahsına, konumuna, zamana, konjonktüre ve daha pek çok etkene bağlı olarak değişkenlik gösterir.
(Misal vereceğim, dikkat!) 80’lerde çevrilen Maymunlar Cehennemi filmini bilirsiniz. Charlton Heston’ın oynadığı versiyonu diyorum (Filmi seyredin, çok iyidir. Diğeri çok kötü.) Orada bir dişi maymun, filmin yakışıklı jönü Charlton abimize diyor ki: Seni öperdim ama o kadar çirkinsin ki yüzüne bile bakamıyorum. (Demek ki neymiş? Değeri bilinmeyen her şey çirkinmiş. N’aber?!)
Sadede gelemedim bir türlü ama güzelliğin bakış açısına bağlı olduğunu hatırlatan şu muhteşem sözü de hatırlatıp mevzuya giriş yapacağım inşallah. Diyor ki bir büyük âlim: “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Elhak.
Çirkinliğin anlatıldığı bir kitap olsa nasıl olurdu acaba? (Nihayet evirdim çevirdim lafı istediğim noktaya getirdim. Bunca yıl boşuna okumadık nitekim.) Gönül Tufan namında genç bir kızımız var. Feleğin sillesini yemiş, çevresindeki herkesten (ana babası, akrabaları, komşuları ve en yakın dostları dâhil, hatta en çok onlardan) fiili ve kavlî (sözlüğe bakınız lütfen) hakaretler görmüş bir zavallı delikanlıdır Gönül. Neden? Çünkü çirkindir. Kendisine sürekli çirkin olduğu söylenmiştir. Güzellik abidesi sayılan bir anneden böyle bir çirkin nasıl doğar sözünü duymuştur hayatı boyunca. Annesi, çirkin olduğu için onu sevmez ama onun bakımına muhtaçtır, babası o çirkin diye evi terk etmiştir, komşuları çirkinliğinden dolayı ondan uzak durur, işyerindeki arkadaşları onun çirkinliği sayesinde kendilerini daha güzel sandıkları için onunla çalışmaktan memnundur. Çirkin şansı diye bir şey vardır ya hani, Gönül’de o bile yoktur. Çünkü o şansı hak edemeyecek kadar çirkindir. (Off! İçim şişti. Hiç mi güzel bir şey yok bu kızda?) Var tabii ki! Bir kere çok merhametli. İyi sır tutar. Akıllı. Becerikli. Öyle kolay kolay herkese güvenmez. (Önemli bir meziyet. Aferin.) Şüpheci yani. Şu kaypak zeminde hepimizin ihtiyacı olan hususiyet.
Sonra Ali Deniz çıkıyor ortaya. Kendisi dıştan bakınca çok sığ, ama içine bakınca soyadının hakkını verircesine derin ve engin bir ruha sahip. Ama bir kusuru var onun da. (Dikkat, spoiler!) Ted Bundy’nin Türkiye şubesidir kendileri. Ve Gönül Tufan onun radarına girmiştir. Ama ava giden avlanır misali olaylar onu da Gönül’ü de (hatta bizi de) şaşırtacak bir noktaya doğru ilerlemektedir.
Güzelliğin içimde büyüyen bir yaradır diyor şair. Çünkü güzellik şiirlere konu olmuştur. Öyküler, romanlar, destanlar hep güzeller için yazılmış. Ama çirkinler için çok az kimse kalem oynatmış. Ayça Güçlüten de onlardan biri. Romana, Gönül’ü tanıyarak başlıyoruz. Sorunlu anne-baba ikilisi, kemgözlü tanıdıklar, kötü niyetli arkadaşlar üçgeninde Gönül için ayrılmış bir köşe yok. Bu yüzden kalabalık içinde yalnızdır. Onun yalnızlığını Ali Deniz giderecektir. Kitabın sonlarına doğru Gönül’ün bütün tanıdıkları madden ve manen çirkinleşirken Gönül güzelleşmektedir. Son kertede yazar benim yukarıda bahsettiğim konuyla aynı düzleme gelmektedir: Güzelliğinin değeri bilinmiyorsa çirkinsin. (Kitabın kurgusu baştan sona harikaydı, ama özellikle son bölüm baş döndürücüydü. Başım öyle döndü ki üç haftadır şu satırları yazamadım a dostlar! Tembelliğime bulduğum bahane de şahane.) Okurken fevkalade keyif aldım. Tavsiye ederim.
Son söz: Kitabı okurken hep şunu düşündüm. İnsanoğlu kötüdür. Kendi kötülüğünü sözle ve fiille pekiştirir. Zulmeder, sonra zulmettiği insana çamur atar. Kalp kırar, kırdığı kalp tekrar düzelmesin diye söz balyozuyla ezer. Oysa üç günlük dünyada, bir ağacın gölgesinde oturup, dinlenip, yolumuza devam edecektik. Değer mi bunca eziyete? Değer mi bir insanın ahını almaya? Değer mi gıybetle, iftirayla, kem sözle kalp kırmaya? Değmez elbette. Hiçbir zaman değmedi.
Öyleyse bırakalım kötü sözü. Kimse bir başkasına çirkin demesin. Kimsenin gönlü kırılmasın. Gönüller nur olsun. Gönüller ışık…