Kırmızı Okul Çantası

Kırmızı Okul Çantası

Hikaye: Meryem Samur

 

Onu ilk defa bir kırtasiyenin solgun sarı ışıkları altında dünya klasiklerine bakarken gördüm. Raftaki bütün kitapları eve götürmek ister gibi bir hali vardı. İlk bakışta, kitap okumak isteyen ama ne okuyacağını bilmeyen birine benzese de, siyah kıyafetlerinin içinde daha da parlayan süt beyazı yüzüne biraz uzunca baktığınızda; daha bu yaşında pek çok kitapla tanışmış olduğunu anlayabilirdiniz. Siz belki anlamazdınız ama ben anlardım. 3 yıldır bu kırtasiyede tavana yakın bir askıda ben yaşıyorum. Bulunduğum noktada çanta ihtiyacı olan hiç kimse beni fark etmese de, ben onları izleyerek geçiriyorum günlerimi. Dükkândaki orta yaşlı, zayıf elemanın tozumu aldığı bir gün kırmızı rengimin yaşlılık tozuna bulandığını fark ettim. Artık çıkıp gitmeliydim bu dükkândan. Takılı olduğum askıyı lanetler okuyup parçalarken, gözlerini çantalara dikmiş bir çocuğun saf kalbi üzerine düştüğümü hayal ediyordum. Beni sırtına takıyordu ve maceram o gün başlıyordu. Okuldan kaçıp, internet kafede oyun oynuyor oradan arkadaşlarla tostçuya gidiyorduk. Ödev dolu içimi evde boşaltmaya lüzum görmeyen taşıyıcım, beni açma zahmetini her zaman okula saklıyordu.

Onun da beni fark edişi böyle hülyalarla zihnimi meşgul ettiğim bir gündü. Kitaplardan başını kaldırıp beni gördüğünde kadim bir dostun ihtiyar gülümsemesi belirdi yüzünde. Beni sırtına geçirdiği ve evinin yolunu tuttuğu günün bahtiyarlığını ömrüm boyu unutamam. Bu bahtiyarlığı tadan kalbim artık ne yaşarsam yaşayayım hayat kolay geçecek izlenimine kapılmıştı. Her şey güzel giderken hep güzel gidecek sanıp, olan bir kötü şey ile dünyası başına yıkılan letafetsiz kimselerin hoşgörüleri ruhuma etki etmiş olmalıydı. O solgun sarı ışıklar altında geçirdiğim yıllar, güneşin ışıkları altında yıkanmama engel olmamalıydı.

Sonra beni sırtına takıp yatılı okulun yolunu tuttuğu günler başladı. Kitap defterlerin yanına üzüm leblebi katardı annesi.  Evden götürülen kuru ekmek yatakhanede kaymak bala dönüşürdü. Yurda varışının ilk gecesi bana sarılıp ağlardı. Siyah kıyafetlerinin altında taşıdığı genç bedeni güçsüz hissettiği zamanlar renkler ile savaş açıyordu dünyaya. Siyahı hep o giyecekti ve kötülüğe siyahın hiçbir tonu kalmayacaktı sanki. Uzun kış gecelerini kitap okuyarak geçirirdi. Onu ilk gördüğüm gün önünde durduğu raftaki tüm kitapları okuyup bitirdiğinde artık üniversite başlamıştı. Beni bir kenara kaldırdı. Öyle canım yandı ki! Her anında onun yanında olan kırmızı okul çantasıydım ben. Benimle taşıdı sırtında özlemi. Benimle koştu okul çıkışı sokaklara. İlk defa kamikazeye bindiğinde bir ben bir de en yakın arkadaşı vardı yanında. Üniversite sınav sonucunu öğrendiğindeki sevincinde benim de iki damla yaş damladı fermuarlarımdan. O ne yaptı? Eskidim, diye bir kenara kaldırdı beni.  Bir de büyümüştü tabi. Artık mavili yeşilli mini çantalar takan, çıtı pıtı bir kıza dönüşmüştü. Beni ne yapacaktı ki!

Yıllarca o bazanın altında durdum.  Bir gün beni çıkardığında kalbim yerinden fırlayacak da beni toprağın altına gömecek sandım. Öyle olmadı. Beni kullanmak için tozumu aldı. Heyecanlanmıştım. Ne de olsa eski emektar dostuydum. Beni gün yüzüne çıkardığına göre gençliğinin ateşini özlemiş olmalıydı. Nereye gideceğimizi merak ederken ses tonundaki kederden işlerin pek de iyi gitmediğini anladım. Beni hazırlamak istemediğinden bahsediyordu. Fakat tedbirli davranmakta fayda vardı. Beni acil bir durumda yanında olacak ihtiyaçlar için yanına almalıydı. Bir deprem çantası mıydım? Fakat yiyecek bir şey, bir fener koymadı içime. Çaresizlikten köşe bucak kaçan umudunu koydu iç cebime. Bir kaç çift çorap, bir hırka, diş fırçası, boş bir defter, bir de kalem. En acil ihtiyaçları bunlardı.

Kimseye eyvallahı olmayan bu kadının esaret çantası olduğumu anladığımda vurgun yemişe döndüm.  Ayrılığın ölümcül tokatları içini kanatırken, küçük kızına gülümsemeye çalışan bir annenin tarifsiz çaresizliği hayatta gördüğüm son şey olmamalıydı. Bu yalancı hikayeyi kim yazmıştı? Ben karanlık bir köşede emekliliğimi sürerken ne olmuştu bu ülkeye? Kelimeler ülkesinde doğmuş, kitaplarla nefes almış, kimseyi incitmemiş bu deli dolu ama bir o kadar da sakin kadın, böyle bir yolculuk planının içine nasıl düşmüştü? Aklım almıyordu. Delirecektim.

Eşine sarıldı. Gönül yangınlarını birbirlerinin gözyaşlarında söndürdüler. Başını yastığa koyduğunda çocuk uykusu saflığını düşledi. Haksızlığın olmadığı bir ülke düşledi. Fildişi kulesinden düşerken ağıtlar yakan bir topluluk düşledi. ‘’Seyreyle güzel Kudret-i Mevlâ neler eyler, Allah’a sığın Adl-i Te’âlâ neler eyler.’’ dizesi dilinde, onuruyla yaşamanın ferahlığını diledi.

Sabah aydınlığı, inadına yitirmediği umudunu taşırıyordu kirpiklerinden. Dokunsam ağlacaktı ama kimsenin ona dokunamayacağını bilen emin bir duruşu vardı. Bu duruşu sağlayan şey ne giydiği kıyafetler, ne de seçtiği renklerdi. İçinde taşıdığı bir şey vardı ve bu şey; yarası olanlara şifa macunu hazırlayan bir şifacının, başkalarının acılarını dindirerek iyileşmesini anımsatıyordu.

Mahkeme salonuna beni götürmediğine sevindim. Bu ulu yaşımda daha fazla hezeyanı kaldıracak halim kalmamıştı. Arabada onları beklerken yağan yağmuru seyrettim. Yıllardır hasret kaldığım bu grimsi mavilik sonsuza kadar yaşayacak tek çantanın ben olacağımı düşündürecek kadar güzeldi.

İkisi birlikte arabaya bindiklerinde içimden mavi bir oh yükseldi. Yatılı okula gittiği ilk günlerdeki gibi kucağına aldı beni. Sarıldı sıkı sıkı. Ama ağlamadı. Büyümenin içine çağlayan bir selde akıntıya karşı yüzmek olduğunu öğrenmiş olmalıydı.  Eve döneceğiz sanarken Arnavut kaldırımlı eski bir çarşıya çıktı yolumuz. Şakır şakır yağan yağmurun altında küçük kızlarına tren almak için koşarken, adımları ıslak kahkahalar atıyordu. Acılarını ve sevinçlerini erteleyerek yaşamak zorunda bırakılan bu insanlar, kahkahalarının ve aşklarının özgürlüğünde hafifliyordu. Gülmek ne de yakışıyordu kalpten bağlı iki insana. Yağmurdan sırılsıklam olmuş bir halde arabaya döndüklerinde bana sevinçle baktı. Artık onun esaret çantası değildim. İçimden çıkardığı kuru kıyafetleri giyerken, hayatın bilinmezliklerine karşı dayandığı kudretin saklı sevinçlerini diledi. Yağmurda ıslanmanın tadını yanında kuru giysileri bulunan kimselerden daha fazla kim çıkarabilirdi ki?

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi