Cinayet

Cinayet

Hikaye: Zeynep Ayva

Öldürmek ya da öldürmemek! İşte bütün mesele bunun kararını verebilmek! Bazen kişinin dışında gelişir olaylar. Her şey bir anda kendiliğinden olup bitmiştir. Öldürdükten sonra katiller yaşamaya nasıl devam ederler? Vicdanlarını nasıl sustururlar? Hem, öldüren her zaman kötü müdür? Kendisini öldürmesine sebep olduğu için öldürülenin hiç mi suçu yok? Deli sorular…

“Benim bir suçum yok, ben masumum.”

Klişe sözler… Her an biri gelebilir, korkusuyla iri yarı kurbanını saklamak için sürükleyerek salondan mutfağa taşıyan kadının kalbi güp güp atıyor, elleri titriyordu. Kurban ise mutfakta, olduğu yerde çırpınıyor, can çekişiyordu. Bu çırpınışlardan kurbanın artık son dakikaları olduğu belli oluyordu. Fakat çırpınan; kurbanın elleri, ayakları mıydı yoksa kadının vicdanı mı? Amacı ona acı çektirmek değildi. Onu incitmeyi hiç istememişti. Sadece onu öldürmek istemişti! Kurbanına baktıkça beti benzi attı kadının. Midesi bulandı ve kusacak gibi oldu. Daha fazla dayanamadı. Hemen kalkıp lavaboya gitti. Elini yüzünü yıkadı. Kadının elleri hala titriyordu. Aynaya baktı. Kendini tanıyamıyordu. Sanki içine şeytan kaçmıştı. Nasıl yapabilmişti bunu, neden yapmıştı? Yaptığı işten dolayı pişmanlık hissetmiyordu. Öyleyse vicdanı onu neden rahat bırakmıyordu. İnsan vicdan azabıyla nasıl yaşayabilirdi? Vicdanını rahatlatacak bir şeyler bulmalıydı. Yaşamaya devam etmek zorundaydı. Aslında kendini rahatlatacak geçerli bir sebebi vardı.

“Bunu yapmaya beni o zorladı. Ben onu öldürmeseydim o beni öldürecekti! Olması gereken buydu. “

Sonra bir hışımla tekrar mutfağa girdi kadın. Artık onun yaşamasına izin veremezdi. Yarım bıraktığı işi tamamlayacaktı. Üstelik kurban, çırpınarak daha çok acı çekiyordu. Niyeti kötü değildi! Amacı, kurbanın acı çekmeden ölmesini sağlamaktı. Eline kocaman bir bıçak aldı. Yavaş ve dikkatlice yaklaştı ve kurbanına doğru eğildi. Bıçağı göğsün tam ortasına saplamak muhtemelen yeterli olacaktı ama bunu yapmak düşündüğü gibi kolay olmayacaktı. Bıçağı tuttuğu elini havaya kaldırdı. Göğsün ortasını hesaplamaya çalıştı. Fakat eli havada kaldı. Yapamadı. Kendi kendine ölmesini beklemek en iyisiydi. Ayağa kalktı ve arkasını döndü. Ölümü izlemek istemiyordu. Sonra geri dönüp kurbanına bir daha baktı. Dayanamıyordu kadın. Onu can çekişirken görmemek için dışarı çıkıp biraz hava almaya karar verdi. Son anında onu kendisiyle yalnız bırakmak daha iyi olacaktı.

Kadın alelacele kendini dışarı attı ve kalabalıklar arasında yürümeye başladı. Yanından geçen herkes ona sanki bir katilmiş gibi bakıyordu. Ama daha tuhafı, o da herkese katilmiş gibi bakıyordu. Kendisi bile bunu yaptıysa kim bilir etrafında ne katiller dolaşıyordu. Kurbanını öldürmeye karar verdiği birkaç gün öncesini düşündü. Bunu yapabileceğine hiç ihtimal vermemişti ama ona başka çare bırakmamıştı. Canına tak etmişti artık! Geceleri uykusunu yitirmiş, uyusa bile kabuslarla geri uyanıyordu. Ona bir gün bile gün yüzü göstermemişti. Zamanlı zamansız evine geliyor, cıyak cıyak naralar atıyor, onu sürekli rahatsız ediyordu. Sevgisinden mi yapıyordu tüm bunları? “Olmaz olsun böyle sevgi!” Peki bu işi başka türlü halledemez miydi? Mesela öldürmek yerine onu bir kere olsun sevmeyi deneyemez miydi? Aslında bu sorunun cevabını kendisi de biliyordu. Böyle birini asla sevemezdi ve nihayet ondan kurtulmaya karar vermişti. Onu öldürecekti ama nasıl? Daha önce hiç böyle bir tecrübesi olmamıştı. İyi bir plan yapmalıydı. Önce onu bıçaklamak geldi aklına ama bunu yapamayacağının farkındaydı. Sonra bir silahla vurmayı düşündü. Fakat silah nasıl kullanılır daha bunu bile bilmiyordu. Üstelik silahı nereden bulacaktı? Hayır, hayır, yakın temas olmamalıydı. İyi düşünüp dikkatli hareket etmeliydi. Mesela bir yolunu bulup onu zehirleyebilirdi. Ya da zaaflarından yararlanıp, onu bir tuzağa düşürebilirdi! Fakat bu o kadar kolay değildi. Sonuçta bir cana kıyacaktı. Daha sonra internette kısa bir araştırma yaptı. Kendisi gibi mağdur ne çok kadın vardı! Yorumlar ve önerilerden sonra küçük bir alışveriş yapıp gerekli alet edevatı almak gerekiyordu. Birini öldürmek için bile para gerekiyordu. Evet, hayat pahalıydı ama ölüm de pek ucuz değildi! Bunları yaparken hala içinde vicdanını rahatsız eden bir şeyler vardı. Zaten ne olduysa bir anda olmuştu. Neden yapar ki insan bunu, neden?

“Bunu ben istemedim. Hep onun yüzünden! Bunu yapmama kendisi sebep oldu. Beni bu hale o getirdi. Kim bilir kaç kadın bunun gibiler yüzünden katil olmuştur? Kadın kuyruk sallamazsa… diyenler utansın!”

Birçok kadının böyle şeyler yaşadığını duymuştu fakat bir gün bunun kendisinin başına gelebileceği aklının ucundan bile geçmemişti. Bir yandan için için ağlıyor diğer yandan da bunu yaptığına inanamayarak kahkahalarla gülüyordu. Kim bilir daha neler görecekti hayatta. Hayat; ne kadar da zordu!

“Ben en doğrusunu yaptım! Hayatıma devam edebilmem için bunu yapmam gerekiyordu. İçimde zerre kadar vicdan azabı duymuyorum.”

Bunu derken bile vicdanında gelgitler yaşıyordu. İçi hiç rahat değildi. Aklı evde, mutfakta kalmıştı. Sonra bir an durdu ve düşündü. Artık ölmüş müdür?

Peki… gerçekten ölmüş müydü? Ölüp ölmediğini nasıl anlayacaktı? Onu çöp torbasına koyarken ya dirilirse? Dirilip ona saldırırsa?

“Salak, ölü hiç dirilir mi?” dedi kendi kendine. Aklını kaçıracak gibiydi. Sakin olmalıydı. Ölmese bile ölecekti işte! Zaten daha fazla yaşayabileceğini sanmıyordu.

“Sonunda kurtuldum ondan. Fakat ya hala ölmediyse? Ya kaçmayı başardıysa?” Başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. Kurbanın kaçmış olma ihtimali yüreğine birden tarif edilmez korkular salmıştı. Onu yerde yatarken görememekten korkuyordu. İçine düşen bu kuşkuyla geriye dönüp koşar adımlarla eve doğru ilerledi. O kadar plan yapmıştı. Bu kadar emek boşa gidemezdi. Eğer ölmediyse onu tekrar öldürmek zorunda kalacaktı.

“Aptal! Ölmemiş birini ikinci kez nasıl öldüreceksin? Neden olmasın? Bir kere yaptıysam bir daha neden yapmayayım.” Artık ne dediğini bilmiyordu. Aklı çok karışıktı. Kurbanın kaçmış olma ihtimali onu korkutuyordu. Eve varana kadar neler neler geçmişti aklından fakat eve girip kafasını hafifçe mutfak kapısından içeri soktuğunda onun hala aynı yerde çarmıha gerilmiş gibi yattığını görünce rahat bir nefes aldı. Kurban artık çırpınmıyor ve ölü gibi yatıyordu. Gibisi fazlaydı! Çok

acı çekmiş miydi acaba? Öldüğünden iyice emin olmak için biraz daha bekleyecekti kadın. Hem, tüm evde bir temizlik yapmak gerekiyordu. Ondan geriye tek bir iz bırakmamalıydı. Sonra hemen, kilerden elektrikli süpürgeyi çıkarıp bir hışımla salona geçti. Kurban, o pis ayaklarıyla halıya basmış, evin her yerinde gezinmiş olmalıydı.

Bunu düşünmek bile kadını çıldırtmaya yetmişti. Var gücüyle süpürgenin borusuna bastırarak salondaki halıyı süpürmeye başladı. Daha sonra banyoya gidip ne kadar deterjan varsa su dolu kovaya döktü. Salona gidip halıyı iyice sildi. Sonra içine sinmediği için halıyı hırsla iki kez daha sildi. Bir yandan da söylenmeye devam ediyor, sürekli kurbanını suçluyordu.

“Bir daha evime gelirsen seni öldürürüm demiştim. Öldürttün kendini sonunda. Senin yüzünden öldürdüm seni. Bu senin hatan! Bunu sen istedin.”

Artık cesetten kurtulmalıydı. Tekrar kilere gidip raftan bir çöp torbası aldı. Kocaman cesedin, elindeki çöp torbasına sığmayacağını düşünüp, onu geri bıraktı. En büyük, kalın ve sağlam olan siyah çöp torbalarından birkaç tane aldı. Hem bu şekilde, çöpe atarken ceset görünmezdi. Geriye cesedi ortadan kaldırmak kalmıştı. Belki de en zoru buydu.

“Burası benim evim. Kendisi kaşındı. Onun burada ne işi var? Ben mi çağırdım onu evime. Bir şekilde girmiş; almış alacağını, yemiş yiyeceğini! Eşyalarımı karıştırmış, hatta çalmış. Hırsız! Sağa sola yapıyor. Evi pislik götürüyor. Sanki benimle dalga geçiyor! Kim, kimin yaşam alanını işgal etti? İçimde şu kadar vicdan azabı duymuyorum.”

Kurbanın gizlice eve girmeye başlaması bardağı taşıran son damla olmuştu. Onu rahatsız ediyor, canının istediğini yapıyor dahası onu korkutuyordu. Korku insana neler yaptırmazdı ki? Bunu yaptığına inanamıyordu ve hala aynı soruyu soruyordu kadın.

“Onu sevemez miydim?”

Sevmek, görmek şöyle dursun adını duyduğunda bile ondan tiksiniyordu. Kocaman, iri yarı, sevimsiz bir şeydi. Göğsü de pek kıllıydı. Kısacası ona pek de şirin görünmüyordu.

Kadın, cesedin başına oturdu ve ona uzun uzun baktı. Bir an ağlamak geldi içinden. Fakat kurban yerde ölmüş bir şekilde yatarken o, ona sapasağlam bedeniyle bakıyordu. Bu durum, kadına inanılmaz derecede kendini güçlü hissettirmişti. Neden sonra içini müthiş bir özgüven kapladı. Suratında sinsi bir gülücük oluştu. Bundan zevk aldığını bile hissetmişti. Kendisini çok korkutmuştu ama onunla baş edebilmişti. Küçük zevklerinin peşinde koşarken bir tuzakla işi bitmişti. Her şey bir kapan ve bir peynire bakıyordu! Artık gözünü kırpmadan diğerlerini de öldürebilirdi.

Öldüğünden iyice emin olduktan sonra kadın, eline aldığı bir naylon süpürgeyle kapandan çıkardığı küçücük fareyi tiksinerek küreğin içine aldı. Sonra da dirilip kaçar diye korkusundan, yanında hazır bulundurduğu kocaman çöp torbasının içine kurbanı atıverdi. En zor kısmı da başarmıştı. Çöp torbasının ağzını telaşla bağlarken hala kendi kendine söyleniyordu. “Allah’ım ne kadar da büyük! Korkudan öldürecekti beni! Vicdanım rahat, vicdanım rahat…”

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi