Çukurlar Tümsekler

Çukurlar Tümsekler

Yazı- İsmail Kaynar 

 

(SSCB/CCCP 40 yaşın üstündeki kardeşlerim bilirler bizim zamanımızda Sovyetler Birliği olgusu vardı. Seksenler boyunca evimize yeni girmiş televizyonların tek kanalında sürekli ABD/SSCB soğuk savaşını dinlemek zorunda kaldık. Çocuk aklımla Afyon’un soğuğundan daha soğuk yerlerde savaşan askerler hayal eder ve acırdım onlara. Meğer soğuk savaş öyle bir şey değilmiş. Bir de olimpiyatlarda bazı sporcuların sırtında CCCP yazdığı halde televizyonda SSCB’li sporcu Falanoviç Filanovski yazdığını ve spikerin ona Sovyet sporcu dediğini fark edip adamın üç farklı ülke adına yarıştığını falan zannederdim. Çocuk aklı işte. Bir de elbette Rocky’yi dövüp haşatını çıkaran İvan Drago vardı ki hepimiz kin güderdik ona. Vicdansız, insafsız, nası kıydın İtalyan aygırına! Fakat sonunda hak ettiğini bulup yere serilince yüreğimiz soğurdu. Oh be! Amerika, Sovyet belasını tuş ederek dünyayı bi kere daha kurtardı. Ne mübarek (!) insanlarla dolu şu Amerikanya. Macera dolu Ameeeerikaaaa…)

Herkesin anlayacağı şekilde bir kere daha yazayım; olay Rusya’da geçiyor.

(40 yaşın altındaki kardeşlerim için Rusya demek daha anlaşılır geliyor. Geçen sene ölen ve alnının ortasından dünya haritası taşıyan adam Sovyetleri dağıtıp şimdiki Rusya’yı şekillendirdikten sonra Rusya’nın (her ne kadar bir müddet bocalayıp dünya dengesindeki büyük ülkeler sıralamasında yerini kaybediyor gibi olduysa da) hızlıca toparlanıp, en azından dünya devletleri arasında masaya yumruğunu vurunca kendini dinleten bir ülke seviyesine tekrardan gelmesi pek uzun sürmedi. Sonrasında normalleşen her ülkede olduğu gibi halk düşünüp taşınıp en çılgın adamı başa geçirme ve onu destekleme stratejisini bir kaç seçim boyunca kararlılıkla uyguladı. Şimdi Rusya’nın yine eski gücü yok ama güvendikleri bir şeyleri var; çılgın bir lider.)

Yani anlayacağınız olay komünist Rusya’da geçiyor.

(Kasım’da yapılan Ekim devrimi ile Çarlık’tan komünist sisteme geçiş yapılması, ardından gelen iç savaş, işçi ve köylülere verilen haklar, verilmeyen hatta ellerinden alınan haklar, yanlış uygulamalar, her yönetimde bulunan sistem fareleri, kendini adamış insanlar, zorla sisteme sokulanlar, girmek istemeyenler, istemediği için katledilen yüzbinler, başarı gibi gösterilen başarısızlıklar, dünyadan kopuş, soğuk savaş, uzay yarışları, dağılmanın başlangıcı, Glasnost ve Perestroyka… ve nihayet ulaşılan nokta bir Sumo güreşçisi…)

Olay diyorum, Sovyetler Birliği diyorum, komünist Rusya diyorum, orada geçiyor diyorum.

(Tarih derslerinde hep Rusların sıcak denizlere inme planının önündeki en büyük engel olarak gördüğü Osmanlı Devleti ile pek çok defa savaşa girdiğini okuduk. Savaşlar o kadar çoktu ki artık isim vermemişler ve şu tarihler arası Osmanlı-Rus savaşı olarak nitelemişler. Şimdilerde Rusların hiç savaşmadan sıcak denizlere, Akdeniz'e, Akdeniz sahillerindeki otellere indiklerini görmek de bizlere nasip oldu.)

Olayın Sovyetler Birliği’nde geçtiğini söylemiş miydim?

(Denenmiş ve başarısız olmuş bütün sistemler gibi komünizm de iyisiyle ve daha çok kötüsüyle tarihin ve felsefenin konusu olarak kitaplardaki yerini almıştır. Fakat halen yönetim sistemini komünizm olarak belirleyen ama uygulamada kapitalizm ve faşizmin en katı şekilde kendini gösterdiği ülkeler elbette var. İsim vermeyeceğim, siz az düşününce bulursunuz. Oralarda sisteme uymak istemeyenlere devlet tarafından en vahşi, en acımasız eziyetler ve işkenceler yapıldığı herkesin malumu. Dünyadan bağını koparmış birkaç küçük komünist ülkede ise yoksulluk ve perişanlık hüküm sürmekte ama dışarıya hep biz böyle iyiyiz pozları verilmekte. Komünizmi savunanlar bana kızacak ama bu sistem, sakallı bir ihtiyar amcanın büyüklere masalları olarak nostaljik bir unsur haline gelmek üzere. Belki çoktan geldi de siz fark etmediniz. Bakınız; Che Guavere Hediyelik Eşya Dükkanı.)

Olay Rusya’da geçiyor diye boşuna demedim, çünkü burası çok önemli.

(Bir de bunun tam karşısında görünen bir sistem var. Yani herkes öyle diyor: Kapitalizm. Komünistlerin insanları korkutmak için başına eklediği sıfatla tekrar yazayım: Vahşi Kapitalizm. Orada her şey paradır. Maldır. Makamdır. Servettir. Harcamadır. Herkes daha çok kazanmak zorundadır. Çünkü daha çok harcamalıdır. Para kazanmak için her yol mübahtır. İnsan hayatı, gururu, haysiyeti, din, dil, ırk, soy, vatan, devlet, bayrak, kutsal sayılan ne varsa her şey bu kazanma hırsı için feda edilebilir. Gerçekten vahşilik. Ama günümüzde komünizm dâhil her sistem ona yenilmiştir. İtiraza mahal yok. Bu böyledir. Komünizm insan öğüten bir değirmense Kapitalizm de değer öğüten bir değirmendir. Biri ifrattır, diğeri tefrit. Biri çukurdur, diğeri tümsek.)

Olay, daha önce belirttiğim gibi, hem Rusya’da hem Sovyetler’de geçiyor.

(Yok mu bunun bir orta yolu? İşçinin, köylünün emeğinin dibine kadar sömürülmediği, işçiye hakkının daha teri kurumadan verildiği, sermayenin gücü tekelinde bulundurmadığı, seçilen yöneticilerin halkın efendisi değil haklarını koruyan temsilcisi olduğu, adaletin büyük sinekler tarafından delinen bir örümcek ağı olmadığı, vs. vs. bir sistem yok mudur? Vardır elbet, ama insanlık tarihi boyunca çok az bir kısım topluluklar, çok az ve kısıtlı bir zaman diliminde böyle bir ideal güneş devlet sisteminde, el Medinet’ül Fazıla’da yaşamaya muvaffak olmuşlar. Sonrasında ise hep insan ve devasa hırsı devreye girip sistemin çarklarına çomak sokmuşlar. Ama hâlihazırda demokratik sosyal hukuk devleti normlarını bihakkın uygulayan sistemlerin Güneş Devlet’e daha yakın olduklarını söyleyebiliriz.)

Nihayet sadede gelelim. En başta da söylediğim gibi olay Sovyetler Birliği’nde geçiyor.

 

Komünist sisteme gönülden bağlı işçiler, bütün proletaryanın birlikte kalacağı devasa bir bina inşa etmek için bir çukur kazmaya başlarlar. Ama sistem aynı zamanda onlardan kendi günlük görevlerini de yapmalarını beklemektedir. Her ikisini aynı anda yapmak bedenen ve ruhen ağır gelir proleterlere. Ve canlarını bile verecekleri bu sistem içinde sefaleti ve perişanlığı dibine kadar yaşayarak görürler. Andrey Platonov komünizme inanmış, ona canı gönülden bağlı bir yazar olmasına rağmen sistemin uygulamalarındaki hataları, eksikleri açıkça yazma cesareti gösterdiği için bizzat komünist hükümet tarafından kitapları yasaklanmış bir yazar. Doksanlara gelinceye kadar kendi ülkesinde basılmamış kitapları. Haliyle dünya onu tanırken Ruslar adını dahi bilmiyormuş. Ne hazin. Çukur kitabı, yukarıda bahsettiğim gibi, ifrat seviyesinde bir proleterya kutsallığı üzerinde sistem yöneticilerinin nasıl tepindiğini gösteren enfes bir kitap. Platonov ise,
Zamyatin ve Bulgakov’dan sonra bendeki klasik Rus yazar algısını kıran üçüncü yazar oldu. Okunmasında çok faydalar olduğunu düşünüyorum. Son söz: Buraya kadar okuyanlar şunu kesinlikle anlamıştır artık diye düşünüyorum; olay Sovyetler Birliği’nde geçiyor.

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi