Küçülürken

Küçülürken

Deneme- Nesibe Esra Çukurova 

 

Her mevsim geçişinde birileri çantasını topluyorken diğerleri açıp yerleştiriyor. Dünya her zamanki düzeninde birinin açtığı yarayı kapatıp diğerinin açacağı yarayı bekliyor. Kuşlar sıcak iklime yol alırken değişimi selamlıyor, kalan son sıcaklığı aranıyorlar. Gözlerde son bir kıvılcım, çehrelerde son bir tebessüm, tutulmamış sözlerden kalan son bir umut belirtisi, hayır hiçbiri yoktu. Kuşlar da gitmişti bu memleketlerden, üzgün gitmişlerdi. Çünkü yoksulun bile elindekinden “umudundan” olduğunu görüp gitmişlerdi. Şimdi garip bir yas hali vardı şehirlerde, belki de bazılarının görebildiği yüzünde. Diğer yüzü güllük gülistanlık, o tarafta gam yok, o tarafta düşünce dilini yutmuş, hislerin pimi çekilmiş, arada bir ortaya çıkan hakikat göze çarptığı an gözler buğulanıyor ama neyseki unutulmuş artık mazi. Kalplerdeki loşluk hâkim artık sorulma ihtimali olan her soruya.

 

Sanki dünya baştan beri iki bölük halindeydi ve bunları hiçbir güç, hiçbir rejim bir araya getirememişti. Aradaki bu uçurum hep “böyle olması gerektiği için” sözünün içine hapsedilmiş ve bu yüzden her çocuk iyi veya kötüyü seçmek zorunda olduğunu zannederek gittikçe şıklarını elemiş, çizgilerini çekmiş ve bir daha kafasını farklı bir yöne çevirmemek üzere bakışlarını tek bir tarafa mühürlemiş. Bu çocukların büyüdükçe, küçülmüş dünyaları. Mânaya bakan tarafı körleşmiş ruhlarının. Bir gün tam anlamıyla büyümüşler ve küçülmüş hayat, artık bedenlerinden başka hiçbir şey sığamaz olmuş hayatlarına. Sonunda yalnızlığa katlanamadıkları için kendilerini küçültmeye başlamışlar ve o kadar küçülmüşlerki, sanki dünyayı hiç tanımamışçasına hayretle izlemişler kapladıkları alanın görünmez yüzünü. Onlar mazisini kaybetmiş şehirlerin çocuklarıydı işte. Tabi bu küçülmeye direnenlelerin varolmakta olduğu ve değişimin umudu oldukları gerçeğini değiştirmeyecekti.

 

İşte bu umudun potansiyeliyle doğuyor bir çocuk daha,  kış ile ilkbaharın hakimiyet kavgasına tutuştuğu bir nisan sabahında. Hayat onu da ilk insandan bu yana hiç değişmeyen geleneğiyle “keşmekeş” ile karşılıyor. İlk başta geldiği karanlığı özlüyor ama son olacak o özleyiş, öyle bir yere geldi ki tebessüm ve gözyaşının arkadaş olduğu bu evrende, kendini bulma savaşında unutacak tüm geçmişi ve anlayacak burada tek bir amaç var: ânı yaşama sanatına nail olabilmek. O da var gücüyle direnecek zaman çıkmazına, önce hayretle bakacak cildinin tazeliğine sonra büyülenmeye başlayacak hayatın göz alan cilasından. Bir süre sonra içini tanımaya başlayacak hayatın, bir sürü küçük insandan biri olduğunu fark edecek, sonra o küçük insanların pek güvende olmadığını anlayacak. Böylelikle nefes almanın incelikleriyle tanışacak; içi içine sığmazken nefes almayı, üzgünken nefes almayı, haksızlığa karşı eli kolu bağlıyken nefes almayı, düştüğü yerden kalkarken nefes almayı, severken nefes almayı, sevdikleri için nefes almayı… Kazayaklarını selamlayacak, hatları belirginleşen ellerinde özlemle arayacak geçmişi, hepsiyle barışacak zamanla. Bir gün tanıştığı her yüzünden sıkılacak hayatın, yeni yüzler ararken bulacak kendini, tek bir tarafta kaybettiği her saniye için hayıflanırken. Asıl o zaman anlayacak en büyük ganimete “arayışın huzuruna” kavuştuğunu. Bu fark ediş yaşlılığın kapılarını aralayacak ona, yeniden hatırlayacak karanlığı ve sessizliği, onu ne kadar özlediğini. En gizemli doğumu kucaklayacak o zaman: ölümü. Şanslıysa küçülenlerden daha onurlu bir ölümü.

 

Deneme- Nesibe Esra Çukurova

 

 

 

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi