Göçebe Düşler

Göçebe Düşler

Hikaye- Ayşe Üstündağ 

 

Hayal kurmayı ne kadar ilerlettiğimi bilemezsiniz. O kadar büyük bir pistte buz pateni yapıyorum ki, büyük bir göl donsa ve civardaki çocuklar patenleriyle yarış yapsalar, heyecanıma yetişirler mi bilemem. Arkadaşım Cedva, sakin fakat şaşırmış gözlerle bakıyor, ayaklarındaki patenlerden ve zemindeki buzdan pek hoşnut görünmüyor. Güneş enerjisiyle çalışan televizyonumuzdan öğrendiğim bilgileri bir yandan uygularken bir yandan da  Cedva`ya anlatıyorum “İşte böyle, ayaklarını v şeklinde açıyorsun, çam ağacı kayışıymış bu. Bir sağa bir sola küçük adımlarla ilerliyorsun, yeni öğreniyoruz ya büyük adım atarsak düşebiliriz,“. Cedva çam ağacını duyunca, koyu kahve gözlerinde beliren soruyu, çift katlı kirpiklerinin arasından, kendine has soğukkanlı yüz ifadesiyle yöneltiyor  ve  hayalimden uyandırıyor beni. “Çam ağacı da ne?“

Gözlerim turuncunun açık tonlarıyla ufkun buluştuğu noktaya dalıyor, uçsuz bucaksız bir kum pisti. Kalbim çölü içine çeken bir karadelik. Zemin sımsıcak elektrikli bir battaniye adeta, buz serinliğinden epey uzak. Bir hurma ağacı gölgesine doğru ilerliyoruz. Faslılar derler ki “Hurma ağacının başı ateşte, ayakları sudadır,“. Gökyüzüne doğru uzanan yeşil yaprakları güneşte pişiyormuş gibi görünürken, ayaklarının dibi  buz gibi serindir, yüzeydeki sıcak kumu uzaklaştırdığınızda. Bedevilerin ve kâfilelerin iyi tanıdığı bir ağaçtır. Ve bizim… Ama çam ağacını tanımıyor Cedva. Ben de birkaç kez televizyonda görmüştüm, bir kitapta da adı geçmişti. Buzu da bilmiyor o, kumlara alışkın, bir de taşlara. Babam dondurucu aldığında görmüştüm suyun donup buz olduğunu. Ama buzdan pistlerin olduğunu hayal edemezdim, dünyanın uç noktalarında buz dağları olduğunu da kitaplardan okudum. Kum tepelerini ve devâsâ kayaları yakinen tanıyoruz biz, çölün asırlık göçebeleri olarak.

Benimle aynı yıl doğmuş Cedva. Göçebe hayatta tek daimi arkadaşım o. Bol yağmur ve rahmet demekmiş isminin anlamı. Bana da Ümran adını vermişler, mutlu olmam ve bereket içinde yaşamam için. Çölle bütünleşmiş iki isim Cedva ve Ümran. Annem der ki, Cedva doğduktan sonra su hiç eksik olmamış hayatımızda. Yağmur suyunu toplamak için çadırın önüne yerleştirdikleri beş büyük bidonda tükenmemiş su. Yolculuklardaysa sıkıntıya düştüklerinde ya bir vâha, ya  bir su kuyusu ya da suyu olan başka bir yolcu çok bekletmeden karşılamış onları. Ben de hatırlamıyorum susuz kaldığımızı ve bilmiyorum susuzluğu, çölün kavurucu iklimine rağmen.

Serinliğe kavuşmak için kumları bir tarafa itiyorum, altta kalan kum tabakasının üzerinde oturuyoruz. Geniş yapraklarıyla  gölgelik yapan ağaca şükranla bakıyoruz, bu ivazsız misafirperverliği için. Bir kum balığı hızla geçiyor önümüzden. Kertenkeleler için burası bir umman ve onlar da çölün balıkları. Cedva`ya bakıyorum, dikenli ot yerken de değişmeyen masum  yüzü ve itminân içindeki hâli,  yemyeşil bir vâhaya dönüştürüyor çölü kalbimde.

Hayallerime dönüyorum, Cedva piste gelmek istemiyor bu kez, patenlerini çıkarıyorum, çıplak kalınca ayakları, şaşkınlığı da siliniyor yüzünden. Bense kaymaya başlıyorum küçük adımlarla, biraz daha büyüyor adımlarım, geniş bir yay çizerek dönmeye çalışıyorum. Cedva boynunu uzatmış  bana bakıyor, gözleri ışıl ışıl. Çemberi daraltıyorum, daraltıyorum, derken kendi etrafımda dönüyorum yavaşça, sonra hızlanıyorum, hızlanıyorum, kum fırtınası hızına yetişiyorum. Kalbimdeki vâha savruluyor dört bir yana,  Cedva`yı göremiyorum. Düşüyorum birden, zemindeki buz ellerimi kollarımı yakıyor. Acıyla açıyorum gözlerimi, Cedva yanımda, hurma ağacının altındayız. Uykuya dalmışım, kollarım hâlâ yanıyor kızgın kumda.

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi