Zamanı Yutan Kuş
Öykü: Feyza Yılmaz
Fotoğraf: Sami Aksu
“Mahlukatın tenine henüz günahın değmediği, şeytanın kulağına çöktüğü kullarıyla birlikte kısacık bir uykuya yattığı, semaya yükselen duaların ılık büyüsünde kuşların raks edip ruhların kanatlandığı, açık kalplere kevser şerbetlerinden ab-ı hayat, kapalı gözlere buruk bir miskinlik üflenen o mahrem zamanların birinde ismi unutulan ak bir güvercin yaşarmış.
Her kim ki bir lahza onun çehresine baksa, bir kuştan fazlasını görürmüş. İki kanadının ortasına görkemli bir kubbe misali oturtulmuş minicik kafasının üstünde bembeyaz tüyler uçuşurmuş. Kendi güzelliğinden bihaber olan bu güvercin sabahın nuruna fıtri cıvıltılarını uçurdukça, yeryüzünün en ırak köşesinde saklı kalmış biçare gönüllere bir nefes üflenir gibi olurmuş. Oysa, ona en uzak olan güvercinin ta kendisiymiş. Sayfalarının arasına hüzünlü şarkıların yazıldığı bir ‘kitap’ gibi bir yerlerde saklıymış kalbi. Kitabın sayfalarını karıştırmadan duyulmazmış sesi. Güvercinin gözleri, ruhuna hayat veren bu mushafı arayıp dursa da kalpsiz bedeni katiyen hareket etmezmiş. Cümle kuşların mayasında olduğu halde, istese de uçamazmış bu beyaz tüylü güvercin. Zira bir kanadı uzun, diğeri ise kısaymış.
İşte kimilerine pek uzun kimilerine pek kısa gelen ahir ömründeki günlerinin birinde, başındaki kubbesinin altında iki kızıl gözbebeği alev alev yanarken çehresini ‘dünyanın merkezine’ doğru çevirmiş. Gördükleri karşısında mest olan gözlerinden tane tane dökülen gözyaşları katılaşarak saydam bir cama dönüşmüş. Böylece iki merkez ayrı düşmüş birbirinden. Camın berisi beyaz tüylü güvercinin, ilerisi ise merkezin mekânı olmuş. Kendini kaybeden zavallı kuş, karşısındaki cama yansıyan bir kanadı uzun diğer kanadı kısa mahluku arzın tanrısı sanıvermiş. Koskocaman arzın üstünde şaşmadan dengede duran şu iki kanatlı kalpsiz kuşu senebesene izleyip durmuş. Zamanın çıldırtıcı tekerrürüne boyun eğercesine tarihsel bir oyuna kurban olması an meselesiymiş.
Kalbiyle arasına giren bu sırlı cam parçasının altında sayfaları sararmış bir kitap dururmuş. Fersah fersah uzaktaki memleketlerde bulunmaz sandığı kalp kitabı, işte şu bakadurduğu aynanın arkasında gizlenmiş apaçık bir hazine imiş. Değil mi ki baktığı camın ötesinde gördüğü, yalnız kendisiymiş.
Tarihin ummanlara karıştığı bir gün, sayısız dervişin hasretle yanıp tutuştuğu sonsuzluk rüyaları arasında zamanın peşi sıra aktığı yanılgısına yenik düşmüş bir an. Uçmaya meyletmiş! Gel gör ki uzun kanadına duyduğu güven onu kitabıyla birlikte suya düşürmüş. Susuzluktan dili damağı kurumuş halde, bulduğu sonsuz kaynaktan kana kana su içmiş. İçtikçe daha da yanmış, susuzluğunu daha şiddetli hissetmiş. Ancak, güvercinin narin bedeni suyu külliyen yutmaya yetmemiş. Şimdi, suyun içinde, kendini ilk kez tepeden tırnağa olduğu gibi, kırılgan ve aciz, güzel ve zavallı, balon gibi ağzına kadar ömrüyle şişmiş bir halde, arafta, varlıkta yok oluyor gibi hissetmiş. Zira, içine düştüğü su zamanın ta kendisiymiş. Ya boğulacakmış bu uçsuz bucaksız sonsuzluktan ya da kana kana yanacakmış aşktan.”
Uzaklardan gelen şarkıların nasıl da ikircimli bir çekiciliği var. Bir taraftan aldanırken diğer yandan aldatır. Bir yarısı alabildiğine doğru, kalan yarısı izafi bir yalandır!
Tüm bu aldanmışlığın içinden muhakkak payını alır isimsiz bir hakikat. Tıpkı doğuyla batı, güzel ile çirkin, sağ ile sol, haklıyla haksız, alim ve cahil, akıl sahipleriyle deliler gibi. Birinin hakikat olduğu, kıyasen zıddı olmadan idrak edilmez. Çelişkiler ayırır yolları. Gayrı düşen yollar doğurur çatışmaları. Bu yüzden hakikate giden yolda kavgalar hiç bitmez. Ta ki kuşlar zamanı yutana dek…
Öykü: Feyza Yılmaz
..sınırlar hayal gücünün düşmanı sanırız,
oysa sınırlardan başlar benim düşlerim.