Annemin Bakışları
Hikaye: Esengül Ersoy
Dudaklarımın arasından bir lokma daha koyuyorum ağzıma. Yoğurtla karıştırılmış menemenden geriye parmaklarıma bulaşan yoğurt damlaları kalıyor. Parmaklarımı yalarken gözlerime beni öldürmek istiyor gibi bakıyor. Yüzüme anlaşılmayan birkaç kelime savuruyor. Ne demek istediğini anlamazdan geliyorum. Umursamadan birkaç lokma daha yiyor, birkaç lokma daha şişmanlıyorum. Gerginliği, düşüncelerini ele veriyor. Huzursuz ve memnuniyetsiz!
Anlaşıldı, yolunda gitmeyen çok şey var. İçinde bulunduğum evin havası kasvetli, gün geçtikçe zulme yaklaşıyor bu muamele! İçime çektiğim nefesin hesabı tutulur gibi hep bir çetele altındayım. Bencil bir harekete gebe kalacak tüm eylemlerden yoksun, attığım her adım hep onlara iyimser… Bu kıyafeti üzerimden sıyırmak oldukça zor! Çekip çıkarırken etlerime değip soyuyor onları teker teker… Sanki üzerime biçilmiş bir kaftandı da yaratacağı acıdan kaçınılması imkânsız bir son giyinmek olacaktı bu! Ve o son gergin bakış!
Bakışlarından bedenimi kaçırarak kaftanı bedenime geçiriyorum, sıkmaya başlıyor. Omuzlarını indiriyorum, bu kaftandan kurtulmak ister gibi çırpınıyorum. Bedenim dokunduğum her noktada lime lime ediliyor. Parmaklarımı uzatıp dokunmak isterken her yanım kanıyor, soyulan derilerime bile içsel bir faydam yok. İçimde yer edinmiş öz enerjiyi kendimde tasarruflu kullanmış olmalıyım, tükenmiş. Meğer bir başkasına bağlı kalmaktan memnunmuşum, az önce kahvaltı masasında çayımı içerken fark ediyorum. Bu bağlılığın dışına çıkmaya çalışıp kendimi düşünmeye başladığımda burnumu yerde buluyor, âdeta süründürülüyorum.
Yorgunum, aldığım nefes sırtımın tam ortasında geziniyor. Orada canıma ortak olmaya çalışıyor. Tükenişin son nefeslerine varınca zihnimde sorular peyda oluyor. Bu son günüm müdür? Başım dönüyor, elim kolum titriyor, günden güne dizlerimin dermanı kesiliyor. Yaşamaktan uzak, ölüme ramak kalmış meğer! İnce bir çizginin ortasında yalpalayarak yürüyorum. Omuzlarımda onun yükü, omuzlarımda belirsizliğin ağırlığı… Var mıyım ya da yok muyum, bilinmez ki daima hep dışarıda var oluyorum. Onun yanında ise tümüyle yokluk içerisindeyim.
Son lokmayı çiğniyor, yutmakta güçlük çekiyorum. Masanın üzerinde birkaç kaşıklık menemen. Üzerine döktüğüm yoğurttan geriye sadece yarısı yoğurt dolu kâse… Alıp tezgâhın üzerine koyuyorum. İçine tüm sözcüklerimi kusup onun önüne yığıyorum. Yüzüme bakıyor, gözleri nefret dolu. Bendeyse bıkmışlığın, bitmişliğin bakışı! Üzerimde beni bırak artık diyen bir kibir var. Uzaklaşmanın en doğrusu olduğunu, bir arada bulundukça birbirimize gibi saldırmaktan kaçınmayacağımızı, bu psikolojinin ömür boyunca süreceğini ikimiz de biliyoruz. Kibrimin haklılığının, yokluğa sürüklendiğimin farkındayız.
Elindeki kaşıkla kâsenin dibindeki yoğurdu çöpe sıyırıyor. Hiçbir gücün beni o yoğurdu bitirmeye teşvik etmeyeceğinin iç rahatlığıyla kâseyi elime tutuşturup içeriye gitmeye yelteniyor. Üzerinde giyilmekten aşınmış penyeden kazağı, bacağındaki eski pijamasıyla bana dönüp yüzüme acır gibi bakıyor. Bir yabancıya önemsemez tavırla bakar gibi bakıyor. Eziliyorum, üzerimdeki kıyafetin derilerime yapıştığını hissediyorum.
Onun her bakışında yeniden ölüyor ve tekrar diriliyorum. Alması gereken intikamı beslemek için, yeniden dirilişim için mumlar yakıp bırakıyor, odasındaki nişe! Seziyorum, varlığını istemediği bir bedeni defalarca öldürmek için yapamayacağı zulüm yok. O bitmek bilmeyen mumların ise derilerimi yakan şükür kaynağı olması, bu evde istenmeyen ve doğanın kanununa karşı gelmemek için dünyaya getirmeye mecbur kalınan bu çocuk için daima bir işkence!
Hikaye: Esengül Ersoy