Halatlı Köyü

Halatlı Köyü

Hikaye- Serkan Öztürk

Memleketin birinde, yurtların güzelinde, diyarların övüleninde, beldelerin şirininde “Halatlı” adlı bir köy varmış. Kışın dumanı tüten evleri, yazın sepserin akan dereleri, ağaçlarında yemişlerin lezzetlileri, temiz havasında rüzgarların efil efil eseni varmış.

Halatlı Köyü’nün sakinlerinin ortak özelliği ise, hepsinin bellerine sarılı ince halatların bulunmasıymış. Adını da buradan almış köy. Bu halatların bir ucu herkesin kendi yaşadığı evine sıkıca bağlıymış. Bağlıymış çünkü köyün ilerisi hiç tekin değilmiş. Belli bir uzunlukta olan bu halatlar, köylüyü korurmuş. Kişi köyden açılıp gittiğinde halat gerilip de belini sıkınca ve daha gitmesine müsade etmeyince anlarmış ki buradan sonrası tehlikeli. Tehlikeli dediysem, öyle basit bir tehlike değil. İnsanoğlunun ancak masallarda anacağı türden tehlikelermiş bunlar. Eğer son halat mesafesinden öteye geçersen; aç kurtlar, çakallar saldırırmış ya da insan başı yiyen tek gözlü devlere yem olurmuşsun. Hiç olmadı en büyük zevki insan evladına kötülük etmek olan eşkiyalar alıp kaçırırmış seni. Bunların daha beteri bile olabileceğine, pek garip varlıkların yaşadıklarına inanırmış Halatlılılar. Bu rivayetler, olağanüstü hikayeler yıllar boyunca kulaktan kulağa gezinip durmuş. Zamanında köye göz dikenlere köylünün kahramanca karşı koyması, torunları tarafından törenlerle, şenliklerle anılır olmuş. Halatlıların en çok övündüğü şey ise bu kötülere, vahşilere hiçbir köylüyü kaptırmamak olmuş. Rızasıyla merak edip gidenlerin akıbetleri de belli değilmiş. Hiç ölümün, ölümden beter yaşamanın merakı mı olur? Gidenlerin ya çoktan öldüklerine, ölmemişlerse bile onlar da o kötülerin kervanına katıldıklarına inanılırmış. Köyün ileri gelenleri, bazı isyankarlara ceza olarak halatını çözüp bırakmışlar tehlikenin kol gezdiği bu yerlere. Onların akıbeti de meçhulmüş. “El aman” dileyip geri gelen isyankarlar, yıllarca bedelsiz halat yapma cezasına çarptırılırmış. Halat yapımı köyün en büyük gelir kaynağıymış. Gidip de yok bir şey diyenlerin, iblis olduğuna, saf köylüyü kandırmak için kılık değiştirip köye geldiğine inanılırmış. Şerrinden korunmak için, zindanlarda hareket edemeyeceği bir zincire bağlanıp açlığa mahkum edilirmiş. Ölüp gidermiş sonra…

Bu köyde Elisa adında güzel ve iyi huylu bir kız yaşarmış. Yaşlı babacığıyla mutlu ve mesut imiş. Elisa’nın da Uraz adlı bir sevdiği varmış. Köylüler pek yakıştırırmış daha yeni nişanlanmış Elisa ve Uraz’ı birbirlerine. Bir tek yakıştırmayan, bu aşkın bitmesini dört gözle bekleyen Hera’ymış. Uraz’ı içten içe severmiş Hera. Arada Elisa olmasa Uraz da onu sevebilirmiş onu ama Elisa yüzünden fark edemiyormuş. Elisa olmasa, çekip gitse Uraz’ın ona kalacağını düşünürmüş. Bu düşünceler içindeyken bir plan yapmış Hera. Bu planla hem Elisa köyden gidecek hem de Uraz ona kalacakmış. Varmış Hera, Elisa’nın yanına. Uraz son halat yerinde seni bekliyor, demiş. Uraz ismini duyan Elisa koşar adımlarla gitmiş. Bu gidiş uzun sürmüş, Uraz hala görünürlerde yokmuş. Sonra içini bir şüphe kaplamış; “Son halat yerine önceleri çok geldim ama bu kadar hiç gitmemiştim, çoktan halatın gerilmesi lazımdı!” Demiş ve durmuş olduğu yerde. Başlamış halatı kendine çekmeye, çekmiş de çekmiş. Birde ne görsün halatın kesilmiş ucu eline gelmiş. Hemen köye doğru koşmuş. Yolda Hera kesmiş önünü. “Gelme köye, sakın!” demiş. “Neden?” demiş nefes nefese kalmış Elisa. “Çünkü baban isyancılara katıldı, öldürdüler. Bana da ‘Kes Elisa’nın halatını, dönmesin köye’ diye tembih etti.” demiş. “Dönerse onu da zincire bağlarlar, öldürürler dedi.” demiş. Elisa’nın başından kaynar sular dökülmüş. Gözyaşlarına, hıçkırıklara boğulmuş. “Dönmeliyim, babam!!” diye inlemiş. Hera “Olmaz, babanın son vasiyeti bu!” demiş. Engellemiş canhıraş koşmasını. “Uraz,” demiş Elisa. “Uraz benim gitmeme razı olmaz!” “Razı oldu çoktan.” demiş Hera. Avucunu açıp nişan yüzüğünü göstermiş. “Babanın isyankar olduğunu görünce, isyankarın kızını istemem.” deyip nişan yüzüğünü attı demiş. “Konuşmam lazım, babamı görmem lazım.” dese de Hera onu korkutup gerisin geriye döndürmeyi başarmış. Elisa da o sinirle çıkarıp atmış parmağındaki yüzüğü. “Beni istemeyen korkağı ben hiç istemem” demiş. Planı tıkır tıkır işlemiş Hera’nın. Önce yüzüklerinize isminizi işleyeyim diye aldığı Uraz’ın yüzüğünü geri vermiş. Bir de Elisa’nın yüzüğünü vermiş Uraz’a. “Bu ne?” demiş Uraz. “Bu” demiş Hera, “Elisa’nın yüzüğü. Attı nişanı, gönlünü bir eşkiyaya kaptırmış, halatını kesip gitti.” demiş. Uraz Elisa’nın peşine düşmüş ama bulamamış. Babası da inanıvermiş kızının eşkiyaya kaçtığına. “Benim artık Elisa diye bir kızım yok” demiş. Hera amacına adım adım ulaştığı için pek mutluymuş.

Elisa’nın o çok sevdiği dünyası, tüm sevdikleri bir anda elinden kayıp gitmiş. Ama yaşamalı, hayatta kalmalıymış. O sadece sevmiş, ama sevdikleri istememişler onu… Günlerce yürümüş. Halatını bir yere bağlamaya alıştığından önce bir ağaca bağlamış. Sonra bakmış başına kötü bir şey gelmiyor, çözerek yürümüş. Yürüdükçe yeni insanlar, yeni çehreler tanımış. Bakmış onlardan da bir zarar gelmiyor tamamen kurtulmuş belindeki halatından.

Elisa, köyün ilerisinde anlatıldığı gibi bir şeye ne rastlamış ne de efsaneleri doğrulayanları görmüş. Hatta içlerinden birisi “Bunların hepsi uydurma, köyü olan sorunlarıyla değil olmayan sorunlarıyla ilgilendirmek bütün gaye.” demiş ve eklemiş “Timsah bataklık içinde yaşayan kurbağaya, bataklık dışının tamamen dışkıdan kaplı olduğuna inandırırmış. İnandırırmış ki günlük minik yemekleri başka diyarlara heves edip gitmesin.” Elisa da anlamış neler olup bittiğini ve “Ben kötülüğü dışardan değil köylümden gördüm.” demiş.

Böylece yaşamış Elisa. “Artık yaşamadan, tecrübe etmeden sadece anlatılana inanmam.” demiş.

Köyde Hera Uraz’la evlenmiş. Ama bir gün yüzü eskisi gibi gülmeyen Uraz, hep rüyalarına giren Elisa’yı aramak için halatını çözüp gitmiş köyden. Uraz Elisa’yı bulmuş mu bilinmez ama bu terk edilişi kaldıramayan Hera, boynunu halatına dolayıp ağaca asmış kendini. Elisa’nın babası da Elisa gibi köyüne ihanet eden bir kızının evlatlıktan red ettiğini köylüye övünerek anlatır dururmuş.

Elisa “Bildiğimiz her şerde bilmediğimiz bir hayır vardır.” demiş ve eklemiş yeni yaşadığı toprağın göğüne bakarak; “Bunlar yaşanmasaydı nasıl kurtulurdum halatımdan?”

Hikaye- Serkan Öztürk

Kendisi için; “Bana şair dense şairler alınır, ressam dense ressamlar incinir, senarist dense senaristler kalemini kırar, aktör dense konservatuvarlar kapanır, sanatçı dense sanatçılara çok ayıp olur. O nedenle ben kendime “özenir” diyorum.” Diyor. Biz de ona kısaca “Serkan Öztürk” diyoruz.

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi