Soğuk Sandviç
Hikaye- Şüheda Akış
Fotoğraf- Gül Işık
Durdum biraz, nefes aldım. Etrafıma baktım. “Ne oluyor, nedir derdim?” diye sordum kendime, mutfak penceresinden mahalleyi izleyerek. Gözümden damlayan yaşları domates suyuna bulaşmış elimle silerek kalktım masadan. Soğuk sandviçin bile mutlu etmediği günü uykuyla noktalamaya, odama gittim.
Sabah uykusunun en tatlı dakikalarını, lavanta kokulu tertemiz nevresim takımıyla geçirmek yerine metrobüs kuyruğunda boş bir koltuk bulma umuduyla Beylikdüzü ilk durağa zor atmıştım kendimi. Cama kafamı dayayıp biraz uyuyabilmek içindi bu sabah telaşesi. Kazandığım üç kuruş parayı da işe gidip gelirken harcıyorum diye olmadık lafları sıralayan babam geliyor hep bu saatlerde aklıma. “Acaba haklı mı?” diye sorguluyorum kendimi ara ara. Evet, kazandığımı metrobüs biletlerine, her ay fiyatı artan sabah simitlerine, iş arkadaşlarımın arasında şık görünmek için aldığım az bilindik markalı kıyafetlere harcıyordum. Ay sonunda zam gelmiş asgari ücretimin yattığı banka hesabım ve ben uzun uzun bakışıyoruz. İşte tam o anlar da “Baban haklı be Serra!” diyorum.
Of be nasıl da özgürüm ve ne güzel de kendi paramı kazanıyorum! Değil mi? Yeme içmeye ucu ucuna yettirebildiğim maaşımın bir kısmını da her aybaşı mahallemizin tonton bakkalı eski edebiyat öğretmeni Sadık amcaya veresiye defterinde yazılı borcumdan bir miktar düşsün diye veriyorum.
Mahallenin bakkalı eskilerden kalma veresiye defteri işine devam ediyor Allahtan da market zincirlerine nakit çıkartamayınca soluğu bi koşuda Sadık amcada alıyoruz. Sadık amca sadece bir bakkal değil tam bir İstanbul beyefendisi… Mahalleden müşterisi olan gençlere keyfi yerindeyse divit kalemle minik kağıtlara özenle yazdığı şiirlerden, manilerden, kitap alıntılarından hediye eder. Bazen yanında o minik kağıdı açar okurum hemen. Bazen de acelem varsa cebime atar gün içinde daraldığım bir anda okur ufak bir nefes alırım şu dünya hengamesinde.
Herneyse Beylikdüzü – Söğütlüçeşme yolculuğunun sonunda koşuşturma başladı bu sabah da. İş yerine girdiğimde farklı bir manzara karşıladı beni bu kez. Telefon kulaklarında gezen arkadaşlarım darmadağın, her biri bir köşeye çekilmiş ağlayanlar mı dersin teselli edenler mi… Call Center sanırım hüzün yılını yaşıyordu o an. Ve beklenen açıklama Ahsen’den geldi. Bizim küçük müdür, “Serra, sende ufaktan topla eşyalarını. İşine son verilen on kişiden biri de sensin!”
“Günün şakası bu değil mi?” dedim kendi kendime. Sadece “Sebep..?” diye sorabildim, kekeleyerek.
“Asgari ücrete zam gelmiş. Firmamız küçülmeye gidiyor.”
Koşarak kendimi iş yerinin terasına attım. Az önce duyduğum açıklama beynimde yankılanıyordu. İşe gidip gelirken bitirdiğim bir maaşım vardı. “Ne istediniz be ondan, şimdi sil baştan cv düzenle, internetten iş ara, başvur, araya tanıdık birilerini soksun diye konu komşuya haber sal. Başıma geleceklerin fragmanını hayal dünyamda izledikten sonra usulca ofise döndüm. Eşyalarımı topladım, arkadaşlarımla vedalaştım. Ufak tefek resmî işleri de bitirdikten sonra belki de son kez geçeceğim sokaklardan ceketim kolumda yürüdüm metrobüse doğru.
İşte evimdeyim. Bu aylık kirası ödenmiş yuvamda. Dolaptaki malzemelerle en sevdiğim peynirli soğuk sandviçimi hazırlayıp pencere kenarındaki masada yerimi aldım. Güne puanımı on üzerinden verdikten sonra kendimi mutlu etmek için bir ısırık aldım sandviçten, Sadık amcadan bu sabah aldığım kağıdı açmadığım aklıma geldi, elimi attığım gibi cebimden çıkarıp okudum bir solukta;
“Mevsimler neler anlatır insanlara? Dünyanın ne menem bir şey olduğunu anlatır. Başlangıcı ve sonu fısıldar. İyiliği ve güzelliği mırıldanır. Hayatı ve ölümü ifşa eder. İşlerinin, aşklarının, alacak vereceklerinin, ihtiraslarının peşinde kendini kaybedip koşanlara seslenir. “Eeey!… Âdemoğlu!… Dur biraz. Biraz nefes al. Etrafına bak. Ne oluyor? Nedir derdin?” diye sorar. (Mustafa Kutlu)
Öyle ya dedim. Tekrar ettim seslice.
Hikaye- Şuheda Akış