Aşkları Da Vururlar

Aşkları Da Vururlar

Yazı: İsmail Kaynar 

Fotoğraf: Beyza Kaplan 

Trajedi nedir? Çok beğendiğim bir yazarın ağzından harika bir trajedi tanımı duymuştum. Aynen şöyleydi: “Trajedi, aynı yüksek değere sahip iki erdem arasından biri tercih etmek zorunda kalma durumudur; hangisini seçerseniz seçin diğerinden mahrum kalacağınız için aslında kaybetmiş sayılırsınız.” Orada Romeo ve Jüliet’i örnek olarak vermişti. Aşk ile aile arasında kalan bu iki âşık, ikisinden birini seçip diğerini kaybetmekle karşı karşıya kalmış ve her durumda da kaybetmişlerdi. İşte trajedi buydu.

Kişinin aşkı ile mefkûresi/ dünya görüşü/ ideolojisi arasında yapacağı seçim de böyle bir trajedi doğurur. Her ikisine sahip olunamıyorsa ikisinden birini seçmek elbette mantıklı, cazip ve olması gereken şey gibi görünüyor. Ama seçen kişi açısından bakarsak bu seçim mutlak bir felaket. Elbette böyle bir tercih yapıp arkasına bile bakmadan, çevreden hiç etkilenmeden, dosdoğru yaşayanlar da vardır ama bu, çelik gibi bir irade, sapasağlam bir maneviyat, dipdiri bir bedensel güç ister. Bu üçüne sahip olan çevremizde kaç kişi var ki zaten?

Peki, neden böyle bir tercih yapmak zorunluluğu doğar? Bunun kişisel ve toplumsal olarak pek çok sebebi olabilir. Ailevi yapı, kültürel ayrılıklar, dini anlayış farklılığı, maddi beklentiler, çevrenin olumsuz etkisi, baskıcı bir otoritenin zorlaması, kişilerin içsel mekanizmalarının zayıflığı, özgüven eksikliği, hoşgörüsüzlük, psikolojik sebepler vb… Olumsuzlukları sıralayınca hepsi de aşılması zor birer dağ gibi göründü ama aslında zaten öyleler. Kişinin tek başına aşması imkânsız birer dağdır hepsi. İki kişi belki elbirliği ile birkaçını aşabilir ama hepsini geçebileni ben henüz duymadım.

Misal mi? Çok spesifik bir örnek olacak ama uhdesinde bulunduğumuz kitapta anlatıldığı şekliyle çarpıcı bir misal yazayım: Dindar, Sünni bir Türk erkeği ile Alevi bir Kürt kızının (ya da tam tersi) aşkları. İtiraz edenleriniz olacaktır ama ülkemiz şartlarında şu örnekteki iki insanın birlikte mutlu bir ömür geçirmesi ihtimalinin ne kadar olduğunu bana söyleyebilir misiniz? Galiba sıfıra yakın.

Kitapla ilgili mevzulara dalmadan önce bir parantez açıp okuma üzerine birkaç kelam etmek istiyorum müsaadenizle.

Yarım asra yaklaşan ömrümde, yaşadıkça ve okudukça daha çok öğrendim ve daha çok olgunlaştım. Yirmili yaşlardaki fikirlerimden daha farklı şeyler düşünüyorum şimdi. Elbette bunun yaşla ve hayat tecrübesiyle de ilgisi var ama asıl büyük etken kitap okumaktı. Okuma sayesinde olaylara daha şümullü bakabiliyorum artık. Daha farklı perspektiflerden değerlendirebiliyorum. Bakış açımı değiştirip tam tersi noktadan bakabiliyorum çoğu zaman. Empati yeteneğim gelişti. Hoşgörü anlayışım kimsenin tahmin edemeyeceği kadar gelişti, genişledi. Yaşayıp olgunlaştım, okuyup geliştim. Yaşlandıkça iyice kemikleşen, katılaşan, sertleşen fikirlere değil kendini geliştiren, gerekirse değişip dönüşen fikirlere sahip oldum. Evet, bunların hepsi okuma sayesinde oldu.

Tam burada yeni bir parantez açıp atladığım bir noktaya açıklık getirmek istiyorum. İnsandaki cüz’i iradeye ve kadere. Amentüdeki “…ve bil kaderi, hayrihi ve şerrihi min allah-u teala…” imanın altı yıkılmaz sarsılmaz temel taşından biridir ve elhak iman edip kabul ettim. Ayrıca iradeyi tamamen devreden çıkaran bir kadercilik anlayışından ziyade, insanın cüz’i iradesini kullanarak “meyelan veya meyelanda tasarruf” ile kendine çizdiği kadere de baş eğmesi gerektiğine inanırım. Zira kendi çizdiği kadere itiraz etmenin “başını örse vurup kırmak” kadar tehlikeli olduğunu da bilirim. Nereden mi? Dedim ya, okurum. Okumak çünkü büyük ve kutsal bir emirdir.

Kaderle ilgili mevzular çok geniş ve derindir, anlayıp kavraması zordur ve vakit alır. Bu yüzden onu mevzuyla ilgili yazılmış kitaplara havale edip okuma üzerine açtığım paranteze geri dönüyorum.

Benim kitap okumayla ilgi yıllar boyunca uyguladığım ve soranlara tavsiye ettiğim üç prensibim var.

*Birincisi: İlk önce sahip olduğunuz görüşe uygun kitaplar okumalısınız. Dini, felsefi, siyasi olsun hangi dünya görüşüne sahipseniz ilk önce o görüşe ait temel kitapları okumalısınız. Hem öyle okumalısınız ki bu fikir artık benim diyerek onu sahipleneceğiniz noktaya gelmelisiniz. Hatta bazı kitapları birkaç defa okumalısınız. Benim üniversite yıllarımda bazı kitapları beş defa, on defa, hatta daha fazla okumuşluğum vardır. Çekinmeyin, korkmayın, ertelemeyin, ahesterevlik etmeyin. Kişinin ideal olarak benimseyeceği ve ona hayatını adayacağı bir fikre sahip olması kadar değerli çok az şey vardır. Bütün bunları okuyup temelinizi çok sağlam atmalısınız. Bunu Türkçe’de karşılayacak bir kelime bilmiyorum ama İngilizce’de harika bir tabir var: Backround.

*İkincisi: Kendi “bacround”unuzu oluşturduktan sonra başka fikirlerin anlatıldığı kitaplar okuyabilirsiniz. Göreceksiniz, kendi fikirlerinize zıt fikirler tehlikeli değiller. Hatta onlardan çok şey öğreneceksiniz. Zira kendi fikirlerinizde sizin göremediğiniz pek çok farklı noktayı ve detayı farklı bir bakış açısıyla başka birinin gözünden görmüş olacaksınız. Ve eğer ona hak verirseniz korkmayın; değişin ve gelişin. Çünkü değişmek sadece tam tersi görüşleri kabul etmek değildir, kendi fikirleriniz geliştirmek de değişimin bir parçasıdır.

*Üçüncüsü: Bu aşamaya gelmişseniz artık belirli bir okuma zevkine erişmişsiniz demektir. Bu noktadan sonra kurgu olsun, kurgu dışı olsun okumaktan keyif aldığınız ne varsa okuyabilirsiniz. İşte o zaman tam olarak ilk iki maddedeki okumalarınız bir pusula gibi yön gösterecektir size. Şu tür ifadeleri çokça kullanacaksınız o zaman: “Falanca yazarın görüşleri benim görüşlerimin tam tersi ama ne kadar güzel yazıyor.” Çünkü muhtemelen o da bu safhalardan geçmiş ve bunu da en güzel şekilde yazmış.

Bunun bir sonraki aşaması daha var ama oraya gelince belki bir gün onu da yazarım.

Trajedi diyordum, oradan devam edeyim. Sünni bir Türk erkeği Alevi bir Kürt kızına âşık olur ve karşısına bir ikilem çıkar. Ya aşkı tercih edip iki taraftan gelecek her türlü zorluğu aşmak için mücadele edecektir yahut idealini seçim hayatı boyunca bu aşktan mahrum yaşayacaktır. Her iki durumda da pişmanlıklar, keşkeler peşini bırakmayacak ama iradesiyle çizdiği kadere de itiraz etmeyecektir.

 

Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık kitabı tam da böyle bir trajedinin hikâyesi. Baz (Şahin), Dersim olayları sırasında ailesi katledilmiş bir çocuktur. Bir komutan onu ölümden kurtarır ve kendi evlatlığı gibi yetiştirir. Sonunda asker olan Baz devleti kutsal sayan ve onun düşman gördüğünü kendine düşman olarak gören bir zihniyetle büyür. Bu süreçte aslını tamamen kaybetmiş yepyeni bir kimliği ve benliği olmuştur. Böylece hiç bilmeden kendi içinden çıktığı insanlara düşman olmuştur. Bir gün kendinden yirmi yaş küçük Kevok (Güvercin) çıkar karşısına ve ona âşık olur. Oysa düşman bildiği insanlardan biridir Kevok. Burada onun trajedisi başlar. Ya kutsal bildiği devletini seçip Kevok’u öldürecektir ya da Kevok’u seçip kendi kutsalının karşısına geçecektir. Tam bu noktada kendi geçmişiyle ilgili gerçeği öğrenir ve trajedi ağır bir drama dönüşür.

Kitapta olaylar bilinmeyen bir ülkede, bilinmeyen bir zamanda geçiyor. Ama okuyan herkes neyin ne olduğunu hemen anlıyor elbette. Yürek burkan bir hikâyesi var kitabın. Çünkü rivayete göre gerçek bir olayı anlatıyor kitap. İnsanın içini burkan da bu. Benim en çok etkilendiğim bölüm ise Baz’ın gerçek ailesini öğrendikten sonraki tepkisi oldu. “Ben de mi onlardanım?” Bu bir şaşkınlığın değil, bir korkunun hatta bir hayal kırıklığının ifadesiydi.

Yukarıda yazdığım gibi kendi fikrimizin tam teri fikirlerden de bir şeyler öğreniriz. Bu açıdan kitap benim için çok öğretici oldu. Mehmed Uzun bu kitabı nedeniyle yargılanmış ve beraat etmiş. Zaten kendisi de fikirleri nedeniyle çok sevdiği ülkesini terk edip uzun yıllar uzakta yaşamak zorunda kalmış. Hastalığı ilerleyince ölümüne yakın bir zamanda memleketine dönmüş ve burada ölmüş. Avrupa’da yaşadığı zaman diliminde Kürt edebiyatı ve Kürtçe üzerine çalışmış. Dil üzerine yazdığı yazılar yanında deneme ve roman türünde pek çok eser vermiş. Şiirsel bir üslupla yazdığı romanlar hem teknik olarak çok başarılı hem de konusu itibariyle etkileyici. Aşağıya Mehmed Uzun’un okuduğum kitaplarını tavsiye olarak yazdım. İlgilisine.

Ezcümle, öyle bir coğrafyada bulunuyoruz ki insan üzüntüsünü de sevincini de yarım yaşıyor. Duygularımızı doyasıya yaşayamadan baskılanıyoruz. Ayrıştırılmış, kategorize edilmiş, izole bir yaşam sürüyoruz. Kimi seveceğimiz, kimden nefret edeceğimiz, neye üzülüp neye sevineceğimiz yazılı olmayan kurallar olarak bizden öncekiler tarafından tespit edilmiş. Serbestçe ve özgürce kendi istediğimiz gibi mutlu bir yaşam kurmak imkânı daha biz doğmadan elimizden alınmış. İnsan sevmek için bile bu kalıpların dışına çıkamıyor. Çıkmak isteyeni taşlayıp yeniden hizaya sokuyorlar. Olan hep masum duygularımıza oluyor. Kesip biçiyorlar kendi kalıplarına sığmayan dallarımızı. Başka yerden sulanmasın diye köklerimizi buduyorlar. Kokusu başkasına ulaşmasın diye daha tam açmadan koparıyorlar çiçeklerimizi. Sevgiyi kökleyip nefret tohumu ekiyorlar yerine. Hoşgörünün dibine asit döküp önyargıyı koyuyorlar yerine. Huzuru örseliyorlar, mutluluğu kesiyorlar, aşkları da vuruyorlar. Bize düşense hep keder. Va esefa.

Tavsiye Olunan Mehmed Uzun Kitapları

-Sen

-Yaşlı Rindin Ölümü

-Kader Kuyusu

-Yitik Bir Aşkın Gölgesinde

-Abdalın Bir Günü

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi