Çuvaldaki Hikayeler

Çuvaldaki Hikayeler

Hikaye- Esra Çetin 

 

Çuvalın ağırlığı sırtını acıtıyordu acıtmasına ama bu dik yokuşu çıkarken hiç bu kadar güçlü hissetmemişti. Dükkanların yanından geçti. Önünde kalan esnaf sayısı arkasında bıraktığından daha fazlaydı. Henüz hiç hikaye satamamıştı. Ona göre bu satamayacağı anlamına değil, denemeye devam etmesi gerektiği anlamına geliyordu. Yine bir kapının önünde durdu ve çuvalını kapının eşiğine bıraktı,

“Hikayelerim var! İlgilenirseniz içeri getirmek isterim.”

Dükkan sahibi genç adam gözlüğünün üstünden bir bakış atarak sordu, “Hikaye demek, ne hakkında?”

“Kırgınlıklar, savaşlar, ümitler ve rüyalar.” İki adam bir süre bakıştılar. Sanırım iki taraf da karşıdakinin konuşmasını bekliyordu. Genç adam sonunda elini onu başından savarcasına salladı,

“Yeterince doluyum. Başka sefere.”

Hikayeci adam yeniden sırtlandı çuvalını. Sokağa çıktı, yokuşu tırmanmaya devam etti. Yorulduğunu kabul etmek istemiyordu. Bir sonraki kapıyı denedi,

“İyi günler! Hikaye satıyorum, ilgilenir misiniz?”

Bu dükkanın sahibi içeriden çıkmaya bile tenezzül etmemişti. Tezgahın arkasından bağırdı,

“Ne hakkında?”

“Kırgınlıklar, savaşlar, ümitler ve rüyalar.”

“Çok sıkıcı!” diye bağırdı. “Bu günlerde herkes bunları satıyor!” Bunu duymak hikayeci adamı üzmüştü.

“İyi ama bütün bunlar bana ait olan kırgınlıklar, savaşlar, ümitler ve rüyalar. Bir başkası bana ait olan hikayeleri bilip satamaz ki!” Başka bir kapıyı denemesi gerektiğini düşünerek o dükkandan da çıktı. Sabahtan beri yollardaydı, erkan saatlerde mavi ve berrak olan havanın bulutlanmaya başladığını fark etmişti.

Girişinde büyük şemsiyeler olan başka bir dükkan gördü. Şemsiyeler dükkanın önündeki kasalarda duran kitapları güneşten korumak için konulmuştu. Bu görüntü sebepsiz yere içini ısıttı, şansını kullanmak zorunda olduğunu düşündü. Sakin adımlarla içeri girdi, çuvalını yere bıraktı ve sabahtan beri sayısız kere söylediği kelimeleri yeniden söyledi,

“İyi işler. Hikaye satıyorum, ilgilenir miydiniz?”

Çalışan çuvalı baştan aşağı süzdü. Kendine ve hikayeci adama bir sandalye çekip oturdu. “Bir tane ver bakalım.” dedi. Hikayeci adamın heyecanına diyecek yoktu. Çuvalın ipini açtı. Önce hangisini vereceğini bilemedi, bu yüzden gözünü kapatıp çuvaldan rasgele bir tane seçti. Çalışana uzattıktan sonra karnında garip bir hisle sandalyede sallanmaya başladı. Çalışan adam kağıttakileri tepkisiz bir yüzle okuyordu. Saniyeler saatler gibi geçmeye başlamıştı ki çalışan kağıdı geri uzattı,

“Böyle bir hikayenin neden okunmak isteyeceğini düşünüyorsunuz?” diye ani bir soru yönelttiğinde hikayeci bakakalmıştı. “Ee..” çıktı ağzından. “Bilmiyorum, çevremde beğendiğini söyleyenler vardı.”

“Bakın, size karşı sert olmak istemem, ama bugün okuyuculara ulaşmak zaten bu kadar zorlaşmışken böyle basit ve herkesin tahmin edebileceği yazılara yatırım yapmak benim için mümkün değil. Buraya gelmeden önce kaç yere başvurdunuz?” Hikayeci kısa bir şokun ardından cevap verebildi,

“Çok…”

“Herkesin sizi neden geri çevirdiğini hiç düşünmediniz mi?”

Düşünmüştü ama inanmak istememişti. Pes etseydi hikayelerinin değeri kalmazdı. Pes etseydi o yokuşu çıkamazdı, çuvalı kaldıramazdı, emekleri boşa giderdi, birinin hikayeleri alacağını düşünmek daha kolaydı. Cevap vermedi. Ortamda gergin bir sessizlik oluşmuştu. Çalışan adam işinin başına dönmek istediğinden ayağa kalktı,

“Gitseniz iyi olur. Yerinizde olsam pes ederdim.” ve hikayeci adam yalnız kalmıştı. Son kez sırtlandı çuvalını. Dışarı çıktı. Başını çevirip bitmek bilmeyen yokuşa baktı.

Yürümeye başladı başlamasına ama aklında susmak bilmeyen bir ses ortaya çıkmıştı. “Değecek mi yürümeye? Onca hikayeyi ne yapacaksın? Bıkmadın mı?” Saatlerdir tüy gibi gelen çuval bir anda ağırlaştı. Adam ağırlığıyla eğildi. Adımlarını zar zor atar oldu. Nefes nefese kaldı. İlerleyemiyordu, labirent olmuştu sokaklar ve güneş batmaya başlamıştı. Sinirleri bozuldu. “Artık hikayelerimi sevmiyorum…” diye düşündü. Sırtı ağrıyordu, omuzunda çuvalın izi çıkmıştı. Nefret etmeye başladı sırtındaki yükten. Yenildi. Yere bıraktı.

Kimse kalmamıştı sokakta, sinirle etrafına baktı. Nefreti dükkan sahiplerinden çok hikayelerine yönelikti. Onun ne yaşadığını kim ne yapsındı? Savaş savaştı, rüyayı herkes görürdü. Buna kendini çok çabuk inandırmıştı. Yerdeki çuvalı, gözünde yenilmesi gereken bir düşmana dönüşmüştü. Ve o an yapmaması gereken bir şey yaptı.

“Amaaaaan!” diye bağırdı. Çuvalın ipini çözüp içindekileri havaya fırlatmaya başladı.

Sanki renk renk kağıtları değil de bir çuval kumu havaya atıyor gibiydi. Parmakları arasından kayıp giden kum rüzgarla havaya karışıyordu. Bir sağ eliyle fırlattı bir sol eliyle. Çuval boşaldıkça şeklini kaybediyordu. Nefes nefese devam etti. Dışarıdan bir toz dumanın ortasında gibi görünüyordu. Dibi gördü, durmadı, tamamen boşaldığında dakikalar geçmişti.

Çuval taş sokağın üstünde arabalar tarafından ezilmiş gibi yassı halde duruyordu. Havaya atılan hikayelerden eser kalmamıştı. Arkasında bıraktı çuvalını. Hızla yürümeye başladı. Önüne değil, sadece yere bakıyordu.

Güneş henüz batmamıştı. Alacakaranlık sokaklarda kalp atışları yavaşlayana kadar yürüdü durdu. Neyi neden yaptığını kavrayamıyordu. ‘Neden?’ sorusunu kendine soramıyordu. Acımasızdı. Hikayeler de şu hayat da acımasızdı. Yaptığı hatanın farkına varması bir su birikintisinin yanından geçene kadar sürdü. Su birikintisi ayna gibi gökyüzünü yansıtıyordu. Yorgunluktan bitmiş yüzüne baktı önce. Sonra aniden garip bir şey fark etti.

Gökyüzündeki bulutların arasında insanlar vardı. Küçük kuklalar gibi, hikayeciye çok tanıdık gelen insanlar vardı. Başını su birikintisindeki yansımadan gerçek gökyüzüne çevirdi, gerçekten bulutların etrafında koşuşan şeyler vardı!

Yaklaşık bir saat önce yaptığı şey geldi aklına. Havaya attığı hikayeler… Bunu düşündükten sonra gökyüzünde koşuşturup duranların kaybettiği hikayeler olduğunu anlaması uzun sürmedi.

“Nasıl çıktı hikayelerim oraya? Bu nasıl mümkün olabilir?” Yıllar boyu aklından geçen karakterler ve ilhamlar bulutların üstünde gerçekleşen bir tiyatroya dönmüştü. Bir tarafta uçsuz bucaksız arazileri görüyordu, diğer tarafta şehrin ortasındaki insanları. Savaş çıkmıştı bir bulutun üstünde, bir diğerinde yalnız bir kadın oturuyordu. Bakakaldı hikayeci. “Kaybettim.” diye mırıldandı. “Hikayelerimi kaybettim…”

Son bir umutla sokakta bıraktığı çuvalı almak için koşmaya başladı. Yalnız o koştukça rüzgar hızlandı. Yokuş aşağı inerken rüzgar ardından esti. Kısa bir an gözlerini yeniden gökyüzüne çevirdi. “Rüzgar,” dedi nefes nefese,

“Rüzgar, hikayelerimi götürüyor!”

 

Hikaye- Esra Çetin 

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi