Yeşil Şapka

Yeşil Şapka

Hikaye: Ayşe Üstündağ 

Fotoğraf: Osman Karagöz 

 

Kesinlikle evde biri vardı. Gözlerimle görmedim fakat yıllandığım mesleğimde en iyi öğrendiğim şey, görmediklerimin etrafta fink attığıydı. Hoş aradığımız kadının bi bağırmadığı kalmıştı “Heeeeey buradayım,“ diye, ama zeki insan bunu ziyadesiyle nükteli ve karşısındakileri alçaltıcı bir biçimde yapmıştı. Gel de bunu yeni yetme Sercan komisere anlat. Burnunun ucunu göremeyen değil, burnunun ucundan başka bir şey görmeyen bir adam nasıl komiser oluyor anlamıyorum. Altmışı devirdim, nelere şahit oldum İstanbul sokaklarında, ne fırıldak oyuncular gördüm sorgu masasında ama son üç ayda şaşırdığım kadar şaşırmadım hiçbir zaman. Sercan geleli üç ay oldu doğru  anladınız, komiser momiser demicem o yeni yetme artiste. Allah tip vermiş eyvallah yakışıklı çocuk ama film çekmiyoruz burada. James Bond gibi takılması mı desem, yaz sıcağında bile deri ceket güneş gözlüğü kombinini bozmamaması mı desem, bu ikili  üniforma mübarek, bilemiyorum. Ama iş yapmaya gelince emirler gırla, kıdemlileri dinlemez,  burnunun dikliği Kaz Dağlarını gölgede bırakır. Sonuç?! Elimizde patlayan operasyonlar. Merkez merkez olalı böyle madara olmadı. “Mankenlik ajansı az ötede oğlum, merkezden yedi yüz metre ilerde, senin ilerlemen lazım, buralara göre değilsin,“ diyeceğim geliyor yakıyorum bir sigara, emekliliğe az kaldı, napacağı belli olmaz Bond`un, nükteden babacan tavırlardan anlamaz.  Emekliliği yaktırmayalım  gider ayak diye sigara yakıyoruz Arif`le habire, napalım. Bırakmıştım mereti ama Sercan sağolsun, canı sağolsun paşanın, sigara yakmakla kalırsam şimdilik iyi.

Gece ikide aradı, önemli bir operasyon varmış, saat dörtte merkezin önünde toplanılacak, oradan adrese gidilecekmiş. Böyle operasyonlara kendisi gelmese de olur lâkin meraklı işte geliyor. Bir de güvenmiyor  bize paşam,  geçen gün telefonda konuşuyordu, “Memura güven olmaz,“ dediğini duydum. Arkadaşlarla epey güldük  bunun üzerine. Böyle giderse daha çoook güleceğiz bu toyluklara. Neyse “Bismillah,“ deyip çıktım evden. Merkezde buluştuk, Sercan, ben ve Arif. Ekip beş kişiydi, ikisini çağırmamış, hem gelemezlermiş. Bir iki uyduruk sebep sıraladıktan  sonra “Zaten aradığımız genç bir kadın, yazar takımından,“ dedi. Allah`tan Arif hemen bir sigara çıkardı da bu sivri zeka dik burunla aramıza bir sis tabakası girdi. “Yalnız bir kadın arkadaş da olsaydı bizimle beraber iyi olurdu,“ dedim. Duymamazlıktan geldi.

Adrese vardığımızda saat beşti, Cihangir`de dar bir sokaktaydı ev,  bir binanın en üst katında dubleks bir daireydi hedef. Aracı park ederken “Diğer operasyonlarda yaptığımız gibi yapıyoruz,“ dedi. “Bu sefer kapıyı tekmelemesek apartman sakinleri rahatsız oluyor gerekli bir durum da yok sanırım, üç kişi geldiğimize göre,“ dediysem de sessizliği onaylamadığının göstergesiydi. Nitekim yukarı çıkınca  aralıksız zile basıp kapıyı tekmeledi, raconu bozmadı. Açan olmadı tabii kapıyı, bir iki küfür savurduktan sonra çekildi kenara. Arif devreye girdi bu sefer, daha medeni(!) bir yol denemek için. Apatmanda kapısını açan “Ne oluyor sabahın köründe!“ diye çıkışan olmamıştı ama evlerin içinde kapılara dayanmış kulakları hissedebiliyordum. Karşı dairenin dürbününden birinin bizi izlediğini gördüm. Utanarak çevirdim kafamı. O sırada Arif kilidi kırdı.

Ben alt kattaki mutfağa ve  salona  bakacaktım, Arif ve Sercan da üst kattaki yatak odası, çalışma odası ve banyoyu arayacaklardı. Kapıdan girince salon tam karşıdaydı, mutfak kapının arkasında kalıyordu. Salonun yanında küçük bir banyo vardı. Kapının hemen sağında bir ayaklı askılık ve onun yanında yukarı kata çıkan merdiven uzanıyordu. Sercan ve Mustafa aceleyle yukarı çıktılar. En son ben girdim eve. Askılığın tepesinde üç şapka ilişti gözüme, ziyadesiyle şık duran bu şapkalar, kırmızı, yeşil ve mor renkleriyle eve girenleri selamlıyor gibiydi.

Önce mutfağa baktım, derli toplu bir mutfaktı, yakın zamanda yemek pişirilmiş gibi kokmuyordu ama dolap doluydu . Çöpte de hazır yemek paketleri vardı. “Belki de düne kadar evdeydi kadın,“ diye düşündüm o an. Heyhat koca Mustafa, kadınları onları hafife almayacak kadar iyi tanıyorsun tanımasına fakat yaş altmış küsür de olsa daha öğrenecek çok şey var onlardan. Sonra salona geçtim. Sade ahşap  mobilyalar, küçük bir yemek masası ve sandalyeler, orta boy vitrinde zarifçe dizilmiş porselenlerle cam süs eşyaları ve  bir duvarı boydan boya kaplayan içi dolu bir kitaplık göze çarpıyordu. Odanın ortasında küçük eski bir kilim,  pencerelerde kısa abartısız perdeler. Duvardaki  tablolar ve  renkler arasındaki uyumsa insanı dinlendiriyordu . Zihnim bir şey aramaktan ziyade evin dekoruyla, kadının zevkiyle meşguldu. Kitaplıkta kepli bir kadın fotoğrafı duruyordu sol orta köşede. İddiasız bakışlarının arkasındaki yeşil gözlerin içi gülüyordu adeta. Operasyon gerginliği falan kalmamıştı bende. Balkon kapısına doğru yönelirken ayak sesleri duydum. Sercan ve Arif ellerinde birkaç dosyayla inmiş açık kapının önündeydiler. Banyoya  de bakıp yanlarına gittim, kadın evde yoktu, çalışma odasında buldukları bazı dosyalar kâr kalmıştı yanımıza. O sırada gözüm askılıktaki şapkalara ilişti. Kırmızı ve mor şapkalar aynı yerde dururken, yeşil şapka yoktu. Belki biri çarptı, düşürdü heralde diye yerlere baktım.Yok.  Arif  “Ne arıyorsun?“ dedi.  “Askılıkta bir şapka daha görmüştüm sanki,“ dedim emin değilmiş gibi. “Dikkat etmedim ben,“ dedi Arif. Artistin konuştuklarımıza da dikkat ettiği yoktu, elindeki dosyalarda bir şey arıyor gibiydi.  Askılığa baktım, artık daha çok ilgimi çekiyordu. Yaz ayında olmamıza rağmen uzun kabanlar ve trençkotlar üst üsteydi, onların altında da birkaç uzun elbise asılmıştı, yerlere kadar uzanan kumaşlar askılığın ayaklarını örtüyordu. Arama dosyasına baktım, kadının boyu bir altmış, kilosu elliydi. Minyon bedeni kıyafetlerin altında askılığın içinde kaybolmuştu demek. Biz odalarda oyalanırken kapıya en yakın oydu. Giderken yeşil şapkasını almayı da ihmal etmemişti. Gözlerine en çok yakışan rengi alıp geceye imzasını atarken,  bize de kırmızı ve mor renkleri bırakmıştı.

“Bu dosyalar işimize yarar,“ dedi Sercan, kafasını kağıtlardan kaldırdı nihayet. “Yaramaz mı hiç? Ben aşağıdayım sizi bekliyorum,“ dedim. Onlar karşı dairedeki komşuları bilgilendirme adı altında ayaküstü sorguya çekeceklerdi,  buna katlanmak istemedim. Arif soru dolu gözlerle bakarken evden çıktım.  Arabaya yürürken bir gülme aldı beni. Olanları kimseye anlatmamaya kararlıydım, bu zevk yalnız bana ait olacaktı. Çıkardım bir keyif sigarası yaktım. Kadının zekasına ve cesaretine hayran kalmıştım, şapkam olsaydı şapkamı çıkarırdım.

 

Hikaye: Ayşe Üstündağ 

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi