Zamanın Külfeti
Hikaye: Esengül Ersoy
Fotoğraf: Furkan F. Demir
Sokak lambasının ışığı, tülü açık bırakılmış pencereden odaya süzülüyordu. Güneş ışığının deydiği yerleri renk değiştiren koltuğun üzerinde yavru bir kedi uyukluyordu. Mırıltısı duvarı kaplayan kitaplıkta yankılanıyor, kitapların arasında gezinerek kapı deliğinden koridora, oradan salona dağılıyordu. “Bir kediden bu kadar güçlü ve gürültülü bir mırıltı nasıl çıkabilir?” diyerek ışık dolu odanın kapısını açtı.
Hâlsiz ve yorgun kalan bedenini sürükleyerek kedinin yattığı koltuğa oturdu. Bir an sıçrayarak yerinden kalktı ve yarım kalmış mektubun üzerinde durduğu masaya yöneldi. Günlerdir yarısı yazılmış mektubu sürekli ertelediği için ilgilenememişti. ‘Bir an önce bitirmeli ve sahibine göndermeli.’ diye söylendi. Dolma kalemine mürekkep doldurup saman kâğıdının üzerine yazısını yazmaya devam etti.
“Önceki mektubunda, ‘Zamana bırakalım, her şey biz dokunmadan kendiliğinden gelişsin,’ yazmışsın. Kabul etmiyorum. Bir şey yapmazsak sağlığına kavuşamayacak. Tedavi sürecinde olmasak da bir şekilde dâhil olmalıyız. Biliyorum, ikimiz için zor olacak. Onu en iyi hâliyle hatırlamak varken bu perişan durumunu sürekli anımsayacağız. Belki yapabileceğimiz bir şey vardı da biz geç kaldık diye birbirimizle didişmek var, yaşayacağımız süreçte. Gel, vakit varken onun elini birlikte tutalım. Belki onunla birlikte biz de iyileşiriz, ruhumuzda açtığımız tüm yaraları onarır, tekrar sarılır, birbirimizi tekrar tanırız. Sen er zaman duygularını kaçırandın, neler yaşadığını pek bilmezdik. Bense senin aksine tüm duyguları ortada, hatta ağlamaktan canı çıkan o çocuktum. Hadi gel! Biz, ikimiz… Saçlarında mavi kurdeleli o kız çocukları, annelerinin kahkahalarıyla dans ederken şimdi birbirinden nefret eden iki kardeşe dönüştü. Çocuktuk, zaman bizi elimizden tutup annemizin değil, kendi kucağında büyüttü. Ninnilerimizde annemizin değil, zamanın sesini dinledik. Bir gece ansızın kör bir gece lambasının ışığında masal oldu zaman! Bize, bilinmeyen diyarların, tanımadığımız hayal ürünü insanların hikâyelerini anlattı. Annemizin dizinde uyuyakaldığımızı düşünürken başımız zamanın dizine yaslanmıştı. Büyüyüp aklımız başına gelince ne masallara inanır olduk ne de geçen zamanla iyileşecek kâbuslara! Zaman, geçip giderken masalların yerini gerçek hayat hikâyeleri, kâbusların yerini de korku dolu kayıplara bıraktı.
Oturduğumuz o köhne ev, sokaklarında bisiklet sürdüğümüz mahalle değişti. Biz, sokakta oyun oynamaktan mutlu olan neslin çocuklarıyız. Elimizde domatesli ekmekler, üzerimizde sokağın kiri pası… Pencereden adımızı mahalleye duyuran annelerimizin sesleri, cami minaresinden yayılan akşam ezanının sesine yayılırdı. Çocuk dediğin, akşam ezanı okunduğunda dışarıda gezinmezdi. Hatırlar mısın bilmem! Şimdi aklıma düştü, o çok sevdiği kumaşı kesip biçerek bebeklerimize yaptığımız elbiseleri gören annemizin hayal kırıklığı ve elinde terliğiyle bizi paylaması. Anılarımdan silinip gitmen zor! Benden sana dair tüm anıları unutmamı bekleme! Yok olup havaya karışmak üzereyken elimden tut ve saklandığım o kanepenin arkasından yine çıkar beni!
Lütfen gel, son günlerinde yanında olalım. Koparılıp çöp kutusuna atılan takvim yapraklarından zamanı çıkarıp annemize fısıldayalım. Hep birlikte yine ucu zamana dayanan her şey için hayıflanıp öfkelenelim. Birlikte mücadele edelim. Suçu zamana atmak, biz insanlar için en kolay kaçış yolu! Çünkü o değiştikçe biz de değiştik. Bizi yitirip benliğin peşinden koştuk. Paylaşmayı bilen insanlarken bencilleştik. Birbirimize ayırmamız gereken zaman, sorumluluğumuzdu. Bulunca hemen araya sıkıştırdığımız fırsat değildi.”
İçeriden gelen ses dikkatini çekti. Mektubu yine bitiremediği için sinirlense de birazdan sakinleşirdi. Yine de bir an önce bu mektubu göndermeliydi. Dolma kalemi, kâğıdın üzerine bıraktı. Kapıyı açıp hızla sesin geldiği yere yöneldi. Soluk soluğa salona koşunca başı yana düşen kadının koltuğuna yaklaştı. İçinde bitmek bilmeyen o merhametle yıllara kafa tutmuş, kardeşinin değişiminden geriye kalan hasarları omuzlanmıştı. Şimdiyse annesinin son nefeslerini! Kadının dudakları kıpırdadı. Kulağını yaklaştırıp bu kısık sesi takip etti.
“Hadi, mavi kurdeleni getir de saçlarına takalım Menekşe!”
Annesinden başını uzaklaştırdığında duyduklarından memnun olmayan bir ifade vardı yüzünde. Sakince, anlayışla karşıladıktan sonra doktorların, ‘Bu unutuşa çözüm yok!’ dediği kadının yüzüne istemsiz bir öfkeyle bakıp, “Ben Nergis’im!” dedi. Zamanın değiştirdiği annesi, gençlik hafızasının yarası olarak tüm benliğini saracaktı.
Hikaye: Esengül Ersoy