Düşüncenin Kıskacında

Düşüncenin Kıskacında

Deneme: Nesibe Esra Çukurova

 

Koridordan gelen tıkırtıyla gözlerimi açıyorum, su çoktan kaynamış ve görevinin bittiğini haber verirken hızlıca odalara göz atıyorum. Ahali, suç mahalini terk edercesine kıyafetleri hiç kullanılmamış, tek sıra haline getirmiş, diş fırçaları hazır olda, askılığı öksüz bırakmış. Arkasında bana çay suyuyla yarım günlük ümit bırakmış, kendi zamanından arttırabilen birileri. 

Elime ne geçtiyse giydim, çayımı termosuma alıp dışarı attım kendimi. Ne de olsa çok vaktim yoktu. Neye mi? Ben de bilmiyorum, sonuçta bu aralar kimsenin neye koşturduğundan haberi yok. Ben de ayak uydurma sanatına nail olmak adına memnum gülümsememi yüzüme takındığım gibi tren istasyonuna yürümeye başladım. Yürürken vazgeçemediğim tek bir şey var ama herkese olduğundan da emin olduğum: düşünmek.

Yürürken olduğum insanı dinliyorum şimdi, sokaklarda onlar var sadece. Bizden kaçıp kurtulmuş olan kişilikler ve düşünce trafikleri…

Dinliyorum! Hayatı bir solukta yaşarken, ruhumuzun akışında yavaşlıyor muyuz acaba? Her gün karşılaştığımız silüetlere alışmış, düşünmeye bağışıklık kazanmış, endişeyi kaçış hayalinin arkasına saklamış, film şeridi misali yaşarken ruhumuz boşlukta süzülüp isyan çığlığı atmıyor mu? 

Herkes hızla yürüyor gün içinde, ayaklarının birbirine dolanıp tökezlemesinden korkarmışçasına yürüyor. Aklı yapılacakları listeye dizerken ruhu içerde açılmadık kapı bırakmıyor. Her türlü umut ve dönüşüm kalıntısına razı, yeter ki akışta yavaşlasın gerçekler. Ruhun uzun mesai yaptığı bu süre zarfında biz tam neresindeyiz akışın? Kimimiz gördüklerini aynaya vuran ışık misali patlayan ışık hüzmesiyle dışarı vuruyor. Aracı olmaktan kurtulup yansıtan oluyor. Peki diğerleri? Işık öylesine geçiyor vücudundan öteye ya da rüzgâr savuruyor umursamazca, sanki orada yokmuşçasına. En sonuncusu ise izleyenler; orada yüzyıllık ağaçlarla ahbap olmuşcasına; beklemek ve fark etmek uğruna uzaktan da olsa gözlerini güneşe meydan okurcasına dikenler oluyor. Belki en çok onlar vesile oluyordur tebessümlere, düşünmekten öte fark ettikleri, fark etmekten öte tepkisizliğin akışında kaybolmadıkları için. Ne de olsa izleyenler yaşamın içinde ilk iki tip insanın çatışmasında umut edebilecek kadar cesur olan, kendi yansımasından korkmayan çehrelerde ortaya çıkıyor.

Dünyanın sahip olduğu sonsuz veri akışında küçük bir izleyici ve bunun bir zerresiyim sadece. Her gün etki altında bırakılan ama ısrarla etki alanı oluşturmaya çalışan bir topluluğun parçasıyım. Tüm bunlar aklımda dönüyor, her zamanki gibi yürüyüş sırasında.

İstasyona varınca telefonumu kontrol etme isteği uyanıyor, onca reklamın arasında evdekilerin attığı mesajlara ulaşıyorum. Herkesten aynı mesajı almışım “doğum günün kutlu olsun”. Aynı hızla “teşekkür ederim” yağdırıyorum cansız yazıların altına. İçimden de olsun diyorum, bu sene de günüm düşüncenin zehrini saldığı endişe işçiliğinden uzak, kutlu olsun. O sırada benimle zamanın aynı karesini paylaşanlardan sıyrılırcasına düşlüyorum, düşün bile düşünceden doğduğunu unuturcasına.

Bugün tatil günüm. Haliyle otobüsle işe gidenlere, uzaktan akraba gibi bakıyor, caddede koşturanlara gülüyor, kahvecide siparişine karar veremeyenlerin arakasında beklerken bu sefer sinirlenmiyorum. Markete uğrayıp tarafsız kalan tek gazeteyi raflardan cımbızlayıp parkın   “yani sabah erken saatte kâinatta bulunan en sakin yerin” yolunu tutuyorum.

Parktaki ağaçlara sessizlik çökmüş, yıllar boyu şahit oldukları çocuk bağrışmaları, “baba biraz daha nooolur” serzenişleri, akşamları mesken tutan ayyaşları, yaprak hışırtısında uyumaya bağımlı kent hayvanları, bir de benim gibileri; hepsi gelip geçmiş ve kaydedilmiş yaşamın yorgun sözcüsü ağaç köklerine. Yine böyle bir ağacın gölgesinde oturuyorum bugün; ayaklarımın izlerken şu ana kadar nerelerde dolaştıklarına ve ne için savaştıklarına hayret ediyorum.

Her gün görünmez bir umutla çıkıyorlar dışarı, hiçbir pisliğe batmamak, parlak zeminlerde salınmak, günün sonunda tatlı bir yorgunlukla sızlamak için. Düşünüyorum da herkes ayrı bir gölge buluyor galiba şehrin sadece kendilerinin fark edebildikleri köşelerinde, sonu belli olmayan hikayelerinin işe yarar sızısı olmayı düşlemek uğruna…


Deneme: Nesibe Esra Çukurova

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi