Kaçak

Kaçak

Hikaye: Rana Nur Ülker 

Fotoğraf: Beyza Kaplan 

 

“Tüm ilaçlarımı almış olmalıyım:” dedi yüksek sesle. “Çantamda, eksik bir şey olmamalı.” Nasılsa evde kimse yoktu ve kendi kendine konuştuğunda onu eleştirebilecek tüm gözlerden uzaktı. İsterse sinkaflı bir küfür bile savurabilirdi, isterse sordum sarı çiçeğe söyleyebilirdi bağırarak. Ne kimse detone olmasına laf söylerdi, ne de küfürünün çok ayıp olduğunu, haşa bu ayıp lafları nereden öğrendiğini sorgulayamazlardı. Alnından damlayan teri farketti, sıcak teri buz gibi ayağında hissetmişti. Çorapsız ayaklarıyla o odadan bu odaya koşuyordu ve yerler de soğuktu.

Sahi kaloriferler hâlâ yanmıyor muydu? Hızlıca kaloriferleri kontrol etti. “Evin içinde bu ne hal? Deli dürtmüş gibi koşuyorum. Sahi ben mi kendi kendimi dürttüm? Sabahın bu kör vaktinde yalın ayak, başı kabak uğraştığım işlere bak.” diye bağırdı ve arkası kesilmeyen hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Ağlayışı coşkun gülmeleriyle bölünüyor çılgın bir ahenkle kıyıya vuran dalgalar gibi gülüyordu. Gülüşü çirkin bir histeriye dönüyor, ağlama eylemini yeni keşfetmiş gibi iştiyakla ağlıyordu. Bir müddet bu döngünün içinde devam etti. Babaannesi gibi konuşmaya başlamıştı kendi kendineyken. Komik bulduğu atasözlerini tekrarlıyor, tuhaf deyimler sıralıyordu kimselerin duymadığı cümlelerinin içinde. “İnsan kaçarken de komiklik yapabiliyormuş demek ki” diye geçirdi içinden. Çantası hazırdı, kaçmak için gerekli olan her şey vardı. İlaçlar, su, kalem, kağıt ve mendil.

Kalorifere dokundu sıcaktı ama üzerine astığı ve kaçarken giymeyi düşündüğü pantolonunun beli henüz kurumamıştı. Yumuşatıcı kullanmayı bırakalı çok olmuştu, “sanki ben kullanmadığım için dünyanın nehirleri temizlendi de, kimyasal kullanımı azaldı da, küresel ısınma bitti. Hah! Tüm bunların olmadığı yetmezmiş gibi bir de kıyafetlerim ıslak kalmış sarı bez gibi kokuyorlar.” Pantolonu burnuna yaklaştırdı. Yok, sarı bez gibi kokmuyordu ama kötü bir kokusu da yoktu. Sadece dümdüz deterjan kokuyordu. Pantolonun belindeki, insanın tenini yoklayan nem de çok fazla değildi. Hemen pijamalarını çıkardı ve bu pantolonu giydi. Nasılsa kaçıyordu ve kaçan her kaçak gibi bütün varlığını geride bırakacağını henüz düşünemiyordu. Kaçıyorduysa en güzel haliyle son vuruşu yapmalıydı. Bir insan, dönüşü olmayan bir işi yapmaya karar verdiyse, arkasında bıraktığı son iz öyle güzel, ihtişamlı ve büyük olmalıydı ki geride kalanlar onun cazibesinden hiçbir zaman kopmamalıydılar.

Günlerce odasından çıkmadığı olmuştu ama ilk kez bu kadar uzun süre kimseyle konuşmadan geçirmişti, hatta hiçbir ilişki kurmadan yaşadığı ilk zaman dilimiydi bu geçen günler. Kafasında bazı şeyleri, eşyalarıyla bir toplamıştı. Psikiyatrinin verdiği tüm ilaçları düzenli olarak almaya devam ediyordu. Yoksa kaygısıyla başa çıkmakta zorlanıyordu ama hayatının tümünde ilaç kullanmak istemiyordu. Yine de bu doktora güveniyordu. Kendince düze çıktığında, geçmişinde yaşadığı tüm travmaları sırtındaki kamburdan kazıdığında bu ilaçları da kullanmayı bırakacaktı.

Ağlama ve gülme arasındaki gidip gelmeleri sakinleyince önceki gün marketten aldığı kocaman makarna kutusunun kapağını açtı. Aksi gibi koli bantları, kolinin orasına burasına yapışmıştı ve o itici sesleriyle kahverengi kağıttan zorla ayrıldılar. “İşte böyleeee” dedi. E yi uzattıkça rahatlıyordu. Birkaç kez daha aynı kelimeleri tekrar etti. “İşte böyleeee.” Kutunun içine girdi. Eline aldığı kalemle bir şeyler çizmeye başladı. “Burası çocukluğumun geçtiği bahçeli ev, tüm sitenin foseptik gideri buradan geçtiği için zaman zaman bahçemize komşuların tuvalet giderleri taşabiliyor ama annemin profesyonelliğiyle hemen itfaiye aranıyor ve vidanjör çağırılıyor bütün pislik temizleniyor. Vidanjör ne ilginç kelime.  5 yaşındaki bir kız çocuğuyum ve koca bir sitenin giderinin tek bir yere bağlanmaması gerektiği mühendislik bilgisine sahibim hem de vidanjörün ne anlama geldiğini biliyorum.”

Elindeki kalemin ucu bitiyordu. “Hayatta en sevdiğim şey yazarken bitmiş kalemlerdir.” dedi sevinerek. Bir müddet bekledi, başlayacağını düşündüğü ağlama döngüsü başlamıyordu. O da eline yeni aldığı kalemle kaldığı yerden devam etti. “Burası, eniştemden borç para alarak aldığımız ev. Ondan önceki dağ manzaralı evi çizmedim zaten az oturduk. Annem bütün odalarını tek başına badana yapmıştı ama ev sahibi hemen çıkın Almanya’dan oğlum gelecek dedi diye tüm duvarlara resim yapmamıza izin vermişti. Ha bir de şey, Halley Kuyruklu yıldızı o sene geçmişti ve arka balkonundan izlemiştik ailecek.”

“Kaçamıyorum, kaçamıyorum” diye söylenirken buldu kendini. Yeni evi çiziyordu, şu borçla almış oldukları. Babasının işten çıktığını, sıra arkadaşının her gün simit yediğini ama ona bir parça bile vermediğini hatırlıyordu. Gözleri doluyordu ve burnuna simit kokusu geliyordu. Evin yanına kocaman bir simit çizdi. Sonra abisi geldi düşüncelerine, kırmızı alevli bir şort giymişti. Onun orada olmasına çok sinirlenerek bir hışımla çizdiği abisini sildi, kalem güzel silinmediği için hınçla karaladı. Yanına da kız kardeşini çizdi, hem çizdi hem de uzun uzun izledi. Öptü onu, kokladı, ellerini sevdi. “Saçma sapan bir adamın peşinden gidip beni burada bıraktın” diye gürledi içindeki ağlama ırmakları. Kız kardeşinin duvağından bir damla kan damladı Babasını çizmeye başladı yavaş yavaş. Bıyıklarını, tombik ellerini, çok sevdiği yüzüklerini. “Neredesin?” dedi.  “uyuyor musun?” “Yoksun…”

Üst komşunun ayak sesleri dikkatini dağıttı ama o çizmeye devam etti. “Bugün bu kaçma işini halletmeliyim. Ne kadar zamandır uğraşıyorum. Hayallerimi bırakamam, kaç kimlik eskittim ardımda, kaç gün korkudan tir tir titredim… Ne olur sürüme şu terliklerini diye bağırdı tavana doğru.”

Yaptığı resimleri aynı anda anlatıyordu “Şurası üniversite binası, burası da yanındaki kafe, acayip güzel patatesli börekler yapardı. Şuraya da kocaman bir patatesli börek çizelim. İnsanın kaçarken bile aklına börek gelmesi ne tuhaf. Burası eşimle tanıştığımız AVM. Çıtır çıtır lahmacunlar yapan bir restaurant vardı yanına da soğuk bir ayran çizelim.” Kaçış planından çok yemek kitabına benzeyen kutunun içine baktı.

Daha da çizmek istedikleri vardı ama şimdilik kaçmak istedikleri bu kadardı. Kutunun içinden hızlıca çıktı. Artık görmek istemediği insanlardan gelen hediyeleri, kendini kötü hissettiren kıyafetleri, yazdığı birkaç şiiri kutuya attı. Bu kadar mıydı? Günlerdir korktuğu her şey, hayatı boyunca canını sıkan bir çok şey bu kolinin içinde miydi? Kaçmak bu kadar hızlı mıydı? Çantasına uzandı bir tane ilacını aldı ve içti. Bir ağlama döngüsüne kapılması çok kolay olduğu için mendili hazır etti. Yok… Belki de 5-6 yıldır ilk kez aynaya baktığında kendisine gülen bir kadın göreceğini hayal etti.

Kafasının içindekiler onunla gelmeye devam ettikçe, dünyanın neresine kaçarsa kaçsın, kendinden kurtulamayacağını biliyordu. Hatıralarını ve olmak istediği insan için çabalarken onu geriye çeken her şeyi bu makarna kolisinin içine koyduğunu biliyordu. Masanın üstünden koli bandını aldı koliyi bantladı. Sonra internette gezinirken okuduğu bir yazı aklına geldi. “Kendini inşaa ederken kullanacağın malzemeleri seçme hakkın var, fark et!” Aynaya bakıp gülmeye başladı, kendinden kaçak bu delinin inşaa malzemesi biraz tuhaftı. “Bizimki makarna kolisinden devşirme” dedi. “Hiç olmadı yapar bir salçalı makarna yolumuza devam ederiz.”

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi