Kalanların Hikayesi

Kalanların Hikayesi

Kitaplık: İsmail Kaynar

Fotoğraf: Jeswin Thomas

 

Tarihten bir sayfa açalım önce. Sene M.Ö. 279. Makedonyalılar ile Romalılar arasında Asculum Savaşı gerçekleşir. Bu savaşı Makedonya ordusu kazanır ama aslında kazanmamış gibidir. Çünkü savaşın sonunda öyle büyük bir tahribat olmuştur ki ordunun neredeyse tamamı yok olmuştur. Zaferden dolayı kendisini kutlayan birine komutan Pyrrhus aynen şöyle demiştir: “Böyle olacak başka bir zafer, onu tamamen mahveder.” Bundan dolayı bu zafer tarihte Pyrrhus Zaferi olarak anılır.

Başka bir tarih sayfasına geçelim. Birinci Dünya Savaşı’nda 65 milyon asker görev almış ve savaşta yaklaşık 10 milyon asker hayatını kaybetmiş, 13 milyon asker de yaralanmıştır. Daha beteri ise yaklaşık 7 milyon sivilin savaşta ölmüş olması. Bitti mi dersiniz? Hayır, bitmedi. Bundan daha korkuncu İkinci Dünya Savaşı’nda yaşandı. 6 yıl süren savaşta asker ve sivil toplam 60 milyondan fazla insan ölmüş, bunun neredeyse iki katı kadar insan da yaralanmıştır. Savaş resmen bittikten sonra ise hastalık ve kıtlık nedeniyle ölenler olmuş ve bu savaş yaklaşık 80 milyon insan hayatına mal olmuş. Bu sayı o zamanki dünya nüfusunun yüzde 5’ine tekabül ediyor. Ne korkunç bir gerçek! Alın size başka bir Pyrrhus Zaferi…

İnsanlardan sayı olarak bahsetmekten hiç hoşlanmam ama felaketin büyüklüğünü görmek açısından bu sayıların da konuşulması lazım. Savaş hangi sebeple olursa olsun korkunçtur, felakettir, yıkımdır. Aslolan barıştır, sulhtur. Ama insanoğlu, kibriyle ve küstahlığı ile hep savaşa meyletmiştir. Bu da tarih boyunca çeşit çeşit savaşların çıkmasına sebep olmuştur. Irk savaşları, güç savaşları, din savaşları, mezhep savaşları… Hepsi de birbirinden beter ve hepsi de birer Pyrrhus Savaşı…

Biz savaşın genellikle atlanan ve hiç bahsedilmeyen başka bir boyutuna bakacağız: Geride kalanlara.

Savaşa karar verenler hep büyükler olmuştur, savaşta ölenler ise daima gençler. Ama arada kalan büyük bir çoğunluk var ki onların kahir ekseriyeti bu savaştan doğrudan etkilenmiştir, bazıları ise savaş sırasında ve sonrasında bu etkiyi daima yaşamıştır. Siviller adıyla adlandırılan bu çoğunluk geride kalanlardır işte. Doğrudan savaşa katılmayan ama babasını, eşini, oğlunu, kardeşini savaşa gönderen kadınlar, yaşlılar, sakatlar ve çocuklardır. Tarih kitapları genellikle savaşa gidenlerin destansı kahramanlıklarıyla doludur. Ama bu geride kalanların hikâyesini çok az kimse anlatmıştır. Bunlardan biri de Ernst Glaeser.

 

 

Yazar “1902 Doğumlular” adlı kitabında İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermek üzere olduğu günlerde Almanya’nın küçük bir şehrine götürür bizi. Adaşı olan roman kahramanımız henüz daha on iki yaşındadır. Kendi akranlarıyla birlikte dünyanın her türlü hayhuyundan uzakta, ergenliğe yeni girmiş olmanın heyecanlarını yaşamaktadır. Bir yandan çevresini büyük insanların gözüyle tanımaya çalışırken, bir yandan da kendini ispat etme çabası içinde olan küçük gruplar oluşturmaktadırlar. Bu gruplardan birine dâhil olan yazar, en yakın arkadaşının önderliğinde, hep birlikte Yahudi olan sınıf arkadaşlarını korumak için anlaşırlar. Aynı zamanda onunla ve ailesiyle yakınlık kurarlar. Oysa bu, o zamanların Almanya’sında hiç de hoş karşılanan bir durum değildir. Bu yüzden çeşitli sorunlar yaşarlar. Çünkü Yahudiler Almanya’nın ikinci sınıf vatandaşı olarak görülmektedir. Hatta üçüncü sınıf, beşinci sınıf, dibin dibi, insanlık dışı, hayvan-insan bile denilmektedir onlara. Ama hepsinin imdadına Büyük Savaş yetişir. Artık Yahudiler sınıf atlayarak ülkenin makbul vatandaş kategorisine dâhil olurlar. Çünkü savaşa gidecek asker lazımdır.

Kitapta dikkat çeken bazı noktalar var ve yazar bunları kurgunun kendine sağladığı geniş imkânlar çerçevesinde çok başarılı şekilde işlemiş. Birincisi, bir çocuğun gözünden savaşın kötülüğünü anlatması. İkincisi, yukarıda da değindiğim gibi, çok az bahsi geçen geride kalanların hikâyesine yoğunlaşması. Üçüncüsü, hor ve hakir görülen bir topluluğun (Yahudilerin) savaş öncesindeki perişan halleriyle savaş başladıktan sonraki gururlu tavırlarını başarılı bir şekilde aktarması. Bunu Yahudi tüccarın tutum ve davranışlarından çok iyi analiz edebiliyorsunuz. Artık kendilerinin bir vatandaş olarak görülmelerinin sevincini maaile yaşamaktadırlar. Erkekleri savaşa gidip orada ölseler bile. Hatta ölenler için verilen madalyalara sahip olmaları bile bir sevinç kaynağı olur onlar için. Çünkü devlet onları var saymıştır ve muhatap almıştır. Bu yüzden mevkilerinin yükseldiğini ve hep böyle kalacağını zannederler. Ama tarih bize bunun böyle olmadığını acı bir şekilde göstermiştir. Dördüncüsü ve bence en çarpıcı olan kısım ise savaştan sonra geride kalanların hastalık ve kıtlıkla mücadele ederken, ahlaki, dini, insani bütün değerlerin nasıl tamamen yerle bir edildiğinin anlatılmasıydı. Çünkü açlık insandaki en kuvvetli pekiştireçlerden biridir. Aç kalan insanın yapamayacağı şey yoktur.

Glaeser’in bu kitabı Naziler tarafından yasaklanmış. Hatta toplatılıp yakılmış. Bu da yetmemiş yazarın bütün kitapları yasaklanmış. Zira her zorba zihniyetin bir numaralı düşmanı kitaplardır. Çünkü kitaplarda insanların gerçeğe ulaşma ihtimalleri vardır ve hiç bir zorba/zalim/diktatör gerçeklerin öğrenilmesini istemez. Çünkü zalimler hakikatlerden korkarlar. Çünkü hakikatleri kendi düzlemlerinde eğip bükerek insanlara aktarmışlardır. Bu yüzden bu zalimlerin ilk yaptıkları şey insanların gerçeklere ulaşmasına imkân tanıyacak vasıtaları ele geçirmek ya da yok etmek olmuştur. Kitapları toplatıp yakarlar, yasaklarlar, gazeteleri kapatırlar, gazetecileri tutuklarlar, radyoları ve televizyonları kapatırlar yahut ele geçirip kendi propagandalarını yaparlar, interneti kısıtlarlar, hatta tamamen kapatırlar. Yabancısı olmadığımız işler bunlar.

Ezcümle; 1902 Doğumlular kitabı, savaşa katılmayanların hikâyeleri üzerinden savaşın acımasızlığını anlatan en iyi savaş karşıtı kitaplardan biri. Sanırım bugünlerde okunması en isabetli kitaplardan biri olacak aynı zamanda. Çünkü ben bu ayın başında bu kitapla ilgili bir yazı yazmaya karar verdiğimde henüz İsrail’in Gazze’de giriştiği katliamla ilgili hiçbir gelişme ortada yoktu. Lanet edilecek bir şekilde İsrailli sivillerin katledilmesinin ardından girişilen bu toplu kıyım bugün itibariyle hala devam etmekte. Maalesef uzun bir süre de devam edecek gibi duruyor. Dünya devletlerinin iğrenç ikiyüzlü tutumları Gazza’deki zavallı halkın bir katliama maruz kalmalarına çanak tutuyor. Temennim ve duam odur ki, Rabbim en kısa zamanda bu saldırıları durdursun, yeryüzündeki bütün zalimlerin de bir an önce hakkından gelsin.

Dipnot: Okuduğum ve bildiğim en iyi savaş karşıtı romanların bazılarını aşağıda listeledim. Bu tür kitapları okumayı sevenlere küçük bir katkı.

  1. Aslan Asker Şvayk- Miroslav Hasek
  2. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok- Erich Maria Remarque
  3. Mezbaha 5- Kurt Vonnegut
  4. Trenin Tam Saatiydi- Heinrich Böll
  5. Nagasaki’nin Çanları- Takaşi Nagai 
  6. Madde 22- Joseph Heller
  7. Teneke Trampet- Günter Grass
  8. Silahlara Veda- Ernest Hemingway

 

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi