Mevsimler Değişirken
Yazı- Nesibe Esra Çukurova
Ne kadar bakarsa o kadar tutsak kalıyor oturduğu yerde. Eski bir kasaba insanı gibi hissediyor çoğu zaman, asırlara meydan okuyan çınar ağacının yanında Basmane Gar’ın tahta banklarının birinde kışın gelişini selamlarken.
İzmir’le iki çekingen dosttur kış mevsimi, birbirlerini en beklenmedik anda karşılar ve İzmir tüm fedakarlığıyla kışın üstünden atamadığı kış soğuğunu göğüsler. Kimi zaman da belirgin bir başlangıç çizgisidir İzmirliler için kış; yolunu ve yoldan ona kalanları kaybetme riskiyle karşı karşıyadır çoğu zaman İzmirli, İzmir’in kışı bulamamasından. Nihayet yılın ilk yüz yakan, ciğere oturan ayazıyla belirir çan sesleri ve zamanın dolduğunu anımsatır zamanın boşluğundan beslenenlere.
Doğanın var da, ya insanları bu dünyanın, onların da kendi içlerinde var mıdır hatırlatıcıları, yoksa hatırlatıcılar için saat çok mu geç oldu? Sanırım son kullanma tarihi var zamanın, bavulunu toplayıp gittiği, anlamı da yanına aldığı bir tarih. Anlamı; bazen bakmaya kıyamadığın bir fotoğraftan, bazen ne zaman yürüdüğünü hayal meyal hatırladığın bir sokaktan, her gün usanmadan selam verdiğin yabancılardan, her gün içinde mekik dokuduğun kim bilir nereye açılan koridorlardan, hatta ilmek ilmek dokuduğun ve ayakta durman için ısrar eden en önemli parçasından, yuvandan, bir anlamda sevdiğin ve sevildiğin yerden çekip götürdüğü bir vakittir o. Herkes mi yanında bunlarla kaçıp giden bavulunu arıyor günün nefes almaya fırsat bulduğu her anında, yoksa ben miyim bir tek avare yolcu?
Bankta oturan adam da mı benimle aynı fikirde acaba, sanki o da umutla bir şey arar gibi olgunlukla içine çekiyor yakıcı kış esintisini. O da saatini kurmayı unutmuş, doğanın saatinde uyanmaya çalışıyor galiba. Belli de olmaz, onda da o ifade var, yüzyılın zehri “endişe” var. Ben yine bırakacağım; banktaki o adamı izlemeyi de bırakacağım, tıpkı günün geri kalanında yaptığım gibi önümden geçip giden tüm hayatları aç gözlülükle kucaklayıp tekrar korkup bırakacağım. Herkes gibi ben cehaletten korktuğum kadar gereğin fazla bilmekten korkuyorum çünkü. “İnsan insana benzer” derler ya hani, en çok da ondan korkuyorum, bilindik hikayelerin bilindik çıkmazlarında kalıp kendi yolumu bulamamaktan. Başkalarının hikayelerinde kaldıkça değer veriyorum, değer verdikçe gereğinden fazla seviyor ve sevgiye esir oldukça boşlukta kayboluyorum, kimsenin neden orada olduğumu bilmediği, benim bile dolduramadığım boşlukta. Kışın tam da bunlar yaşanırken kiminin içinde, etraftaki bekleyişi sezmemek imkansızdır. Her yer buz kesmiş, günbegün hazırlanıyor yer ve gök; çocuklar rengarenk berelerini çoktan ördürmüş babaannelerine, ağaçlar temiz bir sayfa açabilmek için beyaz bir örtü bekliyorlar üstlerine, Kemeraltı’nın tıklım tıklım kahvecileri salepçilere dönmüş, otobüsler yüzünü cama yapıştırmış göğe bakabilme şerefine erişenlerle dolmuş, işten yeni çıkanlar burada olmaz mı onlar da burada, hatta ilk defa daha az sinirli gözüküyorlar, bir yandan telefonlar çalıyor ve birileri sevdiklerine akşam ezanı olmadan yetişmelerini söylüyor…
Daha çocuklar sabah titremeden uyandıklarını fark etmiyor, herkes bir sonraki günü kovalıyorken bahar habercisi oluyor, kışın bu diyardan ardında sadece unutulanları bırakıp çoktan çekip gittiğinin.