Adalet

Adalet

Yazı- İsmail Kaynar 

Fotoğraf- Feyza Altun 

Tescilli ve iflah olmaz bir Atayist olarak, Tehlikeli Oyunlar’da Hikmet Benol’un söylediği şu cümleyi çok severim: “Kelimeler albayım, kelimeler bazı anlamlara gelmiyor.”

Öyle kavramlar vardır ki ona yükleyeceğiniz hiçbir anlam o kavramın içine sığmaz. Kelime ona dar gelir. Anlamın bir kısmı boşlukta kalır. Ne yaparsanız yapın anlam kelimenin kalıplarının dışına taşar. İşte bu kelimelerden biri, hatta birincisi adalettir.

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre adaletin anlamı aynen şu:

“Adalet: 1-Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme. 2-Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması 3- Bu işi uygulayan, yerine getiren devlet kuruluşları 4- Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme.”

Kelimenin manasını irdelemeden önce, başka bir yerde okuduğum ve taşı tam gediğine koyduğunu düşündüğüm başka bir adalet tanımını aktarayım. Şöyle diyordu adalet için:

“Adalet, bir olgunun/ olayın/ kişinin, olması gerektiği zamanda, olması gerektiği yerde, olması gerektiği şekilde olmasıdır.”

Bu tanıma göre zamanında gelmeyen adalet, adalet değildir. Yerinde verilmeyen hükme adalet denemez. Gereğinden az yahut haddinden fazla verilen ceza adalet olmaktan çıkar. Bu sapmaların her birinin varacağı tek bir menzil vardır; zulüm

Adalet saraylarının(!) kapısının önünde adaleti temsilen bir heykel vardır. Bir elinde terazi, diğer elinde kılıç tutan, gözleri bağlı bir kadın heykeli. Terazi, adaletin dengeli sağlanmasına; kılıç, güce ve cezanın caydırıcılığına; gözlerin bağlı olması, yargılanan kişinin kimliğinin önemli olmamasına; heykelin kadın olması, hükmün vicdana uygun verilmesine delalet eder. Böylece bu kapıdan giren herkes içeride hak ve hukuka uygun, vicdanların razı olacağı kararlar verileceğini vehmeder. Ama biz biliriz ki bu çoğu zaman böyle olmaz. Hiç olmadı. Sanki hiç olmayacak gibi. Nedenlerini mevzumuz olan kitabı anlatırken açıklamaya çalışayım.

Bir cumartesi günü Franz Adler isimli orta yaşlı bir adam, bir hayat kadınını öldürdüğü suçlaması ile sorgu yargıcı Ernest Sebastian’ın önüne getirilir. Sebastian onun ilk sorgusunu yaparken Adler’in liseden sınıf arkadaşı olduğunu fark eder. Ama arkadaşı onu tanımaz. Sorguyu pazartesiye erteleyen Sebastian o akşam yapılan mezunlar gününe gider. Orada arkadaşlarına Adler’in durumundan bahseder. Çoğu kimse umursamaz. Sebastian ise eve döndüğünde onu pazartesiye kadar sancılar içinde bırakacak büyük bir bunalımın içine düşer. Bütün gece boyunca lisedeki yaptıklarını hatırlar. O zamanlar, Yargıtay başkanı olan babasının gölgesinde kalan, zeki olmayan, beklentileri hiç karşılamayan pasif bir öğrencidir. Adler’in de dâhil olduğu sınıfın en zekilerinin bulunduğu bir edebiyat kulübüne sahte şiirler kullanarak zorla girer. Ama kulüpteki herkes kendinden her yönden iyidir. Bu yüzden kendi seviyesini yükseltemeyeceğini anlayınca onları kendi seviyesine düşürmek için her türlü pisliği yapmaya başlar. Ve kendine hedef olarak Yahudi Adler’i seçer. Yaptıklarıyla onu okuldan atılma noktasın kadar getirir. En son, Sebastian yüzünden okuldan, hatta ülkeden kaçmak zorunda kalan Adler, şimdi bir suçla onun karşısındadır. Suçu örtbas etme ile en ağır cezayı takdir etme arasında bocalar. Pazartesi Adler onun karşısına çıktığında ise onu büyük bir sürpriz beklemektedir.

Kitabın özetini böyle detaylı verdiğim için kusura bakmayın ama gerekliydi. Şimdi birkaç maddede kitabın genelini bir değerlendirelim.

Bir: Sebastian, yargının en yüksek makamına çıkmış bir adamın oğludur ve haliyle kendinden çok şey beklenmektedir. Bu da mümkün olmaz. Çünkü her birey farklıdır. Kişi babasından, annesinden, kardeşinden bağımsızdır. Fakat toplumdaki baskın anlayış onun da hukuk alanında başarılı bir insan olması gerektiğini dayatır. Fakat onda bu meziyet yoktur, istek de yoktur. Ama mecburen o yolda ilerlemektedir. Bu açıdan Sebastian tam bir mağdurdur.

İki: Lisede oluşturulan kulübe katılabilmek için unutulmuş bir şairin eski bir kitabındaki şiirleri kendi yazmış gibi gösterir. Böylece insanları ustalıkla kandırabileceğini, yönlendirebileceğini, onlara istediğini yaptırabileceğini fark eder. Sonra bu yeteneğini geliştirir. Yalanın, iftiranın, kışkırtmanın, hilenin ustası olur. Bu açıdan Sebastian tam bir manipülatördür.

Üç: Kulübün en iyisi ve en zekisi olan Adler’i kendine hedef olarak seçmesinde onun Yahudi olması, babasının ölmüş olması ve ailesinin fakir olması en büyük etkenlerdir. Çünkü bu üç durumda da arkasında dayanağı olmayan bir insan vardır ortada. Her türlü kötülüğün yapılması mubah gibidir. Öyle bir vasat oluşturur ki Adler’e yaptığı kötülüklere diğerleri sessiz kalır, itiraz etmez. Hatta bir süre sonra kendileri de katılırlar bu kötülüklere. Çünkü Adler “öteki”dir, “sakıncalı”dır, “sahipsiz”dir. Sebastian, Adler’in hepsinden zeki olmasını bir suç gibi göstermekte ustadır, diğerlerini bunun üzerinden manipüle etmeyi başarır. Böylece yaptığı kötülüklere diğerlerinin dâhil olmasını sağlar. Onları da suça ortak eder ki kendisini ele vermesinler. Yahut bir gün bütün bunlar ortaya çıkarsa cezayı paylaşmak zorunda kalsınlar. Bu açıdan Sebastian tam bir zorbadır.

Dört: Sebastian Adler’e daima dost gibi yaklaşır. Onun derdini dinler (ona karşı malzeme toplayabilmek için), onun yanında olur (eksiğini yakalayıp onun yüzüne vurmak için), evini ziyaret eder (durumunun kötü olduğunu görüp onu kullanmak için), onunla yemeğini paylaşır (minnet altında bırakmak için), ama asla gerçek bir dost değildir. Bu açıdan Sebastian tam bir ikiyüzlüdür.

Beş: En sonunda Sebastian bir gün kendi işlediği bir suçu Adler’in üstüne yıkar, onu bu suçu kabul etmeye zorlar. Adler çaresizce kabullenir ve ülkeyi terk eder. Çünkü o Yahudi’dir. Çünkü o babasızdır. Çünkü o fakirdir. Çünkü o, zenginlerin okuduğu bir okula zekâsıyla girmeyi başarmıştır. Çünkü o hep öteki olmuştur. Onu kabul etmiş gibi görünseler de içten içe hep bir haset vardır kalplerinde. Bu hasedin ortaya çıkmasını, fiiliyata dökülmesini Sebastian sağlamıştır. Adler kaçtıktan sonra kendi yaptıkları ve ortaya çıkmayan bazı suçları da onun üstüne yıkarlar. Çünkü Adler’e suç atmak kullanışlı bir aparat haline gelmiştir, konforlu bir alandır, karşılık verecek ve itiraz edecek kimse yoktur. Bunu da Sebastian sağlamıştır. Bu açıdan Sebastian tam bir suçludur.

Altı: Sonunda Sebastian zor da olsa hukuk alanında ilerleyerek sorgu yargıcı olmayı başarmıştır. Eğer Adler suçu kabullenmemekte diretseydi olay araştırılacak ve sonunda mutlaka Sebastian’ın suçlu olduğu ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla sorgu yargıcı olması Adler’in sayesindedir. Şimdi ise Adler gerçek bir suçla karşısındadır. Gerçi deliller hep ikinci derecededir, fakat onun sorgudan sonra vereceği kararın uygulanacağına emindir. Şimdi ise Adler’e yaptığı kötülüklerin kefaretini verme ihtimali ortaya çıkmıştır. Ya onu bu işten sıyırarak ona olan borcunu ödeyecektir. Ya da suçu ortaya koyup ceza çekmesini sağlayacaktır. Sonunda ikinci derece delilleri kuvvetli delil sayarak, sabaha kadar vicdan azabı çekmesine sebep olan arkadaşının üstüne suçu yıkmaya karar verir. Bu açıdan Sebastian tam bir vicdansızdır.

Yedi: Kitap baştan sona adalet mefhumu üzerinde ilerliyor. Fakat bunun haricinde değindi, ima ettiği, işaret ettiği çok fazla konu var. Eşitlik, insan hakları, din, vicdan, hak, hürriyet, gelir eşitsizliği, ayrımcılık, ırkçılık, yoksulluk, suç, baskı, zulüm vesaire vesaire… Hepsini de kurgudaki ince detaylarla, insanın gözünün içine sokmadan, ustalıkla yapıyor yazar. Bu açıdan, sadece liseli gençlerin maceralarının anlatıldığı bir roman okumuyoruz. İkinci Dünya Savaşı’na doğru giden Avrupa’nın içinde bulunduğu barut fıçısını da görüyoruz. Savaş bittikten sonraki halini de görüyoruz. Zulmün insanı ne hallere soktuğuna da şahit oluyoruz. Edebiyat böyle bir şeydir işte.

Şimdi, şu noktaya kadar kitabın ve yazarın adını yazmadıysam bir sebebi vardır elbette. Çünkü onları bulmayı size bırakıyorum…

Şaka, şaka! Böyle bir adaletsizliği size yapamam. Aşağıda yazar ve kitapla ilgili faydalı bilgiler bulacaksınız.

Franz Werfel 1890 Prag doğumlu. Her edebiyatçı gibi şiir yazarak girmiş edebiyat dünyasına. Viyana’ya taşınıp orada kitaplar yayımlar ve meşhur olur. Almanlar Avusturya’yı işgal ettiğinde yurtdışındadır ve ülkeye dönemez. Artık mültecidir. Nazilerin teslim edilecekler listesinin birinci sırasında Werfel vardır. Yürüyerek Pirene Dağları’nı aşıp İspanya’ya, oradan da Amerika’ya kaçar ve orada vefat eder. Yukarıda bahsettiğim kitabı Mezunlar Günü. Aslında benim bahsettiğim konular dışında daha pek çok hususiyeti var kitabın. Ama ben kasır fehmimle ancak bu kadarını idrak edebildim. Sizlerin okuduktan daha derin manalar bulacağınıza eminim.

Ezcümle: Adaletin kıymeti daima yokluğunda anlaşılır. Kişi masum olduğunu ispat etmeye mecbur kalmışsa orada adalet ölmüştür. Adaletin öldüğü yerde ise anarşi olur. Çünkü adaletin tecelli etmediğini gören insanlar kendi hükümlerini kendileri vermeye başlar. Hükmü kendi veren insan cezayı da kendi keser. Sonunda vicdan devreden çıkar. Vicdanın devreden çıktığı bir toplum ise ya yıkılmıştır ya da yıkılmak üzeredir. Hepsinin temelinde ise adaletsizlik vardır. Çünkü adalet mülkün temelidir.

Vesselam.

Tavsiye Köşesi:

Aslında suça ve cezaya dair mevzular edebiyatın en önemli konuları arasındadır. Buna dair binlerce eser ortaya konmuştur. Hamlet, Suç ve Ceza, Sefiller gibi klasikler hep suçu ve cezayı konu edinmiştir. Aşağıda bu mevzuyu işleyen kitaplara dair kendi yaptığım bir listeyi bulacaksınız.

Ağla Sevgili Yurdum – Alan Paton

Çocuk Yasası – Ian McEwan

Yargıç ve Celladı – Friedrich Dürrenmatt

Tespih Ağacının Gölgesinde – Harper Lee

Soğukkanlılıkla – Truman Capote

Reis Bey –Necip Fazıl Kısakürek

Teresa Raquin – Emile Zola

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi