Dert Dinleme Uzmanı
Kitaplık: İsmail Kaynar
İnsan, daha doğar doğmaz dünyadaki ilk sıkıntısını yaşamaya başlar. Konuşamadığı için ağlayarak bunu dile getirmeye çalışan bebek, aslında bir anda ciğerlerine hücum eden hava zerrelerinin canını acıttığını anlatmaktadır. Sonrasında acıktığını, susadığını, bezinin değişmesi gerektiğini, onu rahatsız eden bir şeyin olduğunu bildirmek için hep aynı yöntemi kullanır. Konuşmayı öğrendikten sonra, büyüdükten sonra, hatta yaşlanınca bile ilk öğrendiği bu yönteme sık sık başvurur insan kişisi. Çünkü dile getirilemeyen dertlerin anlatılması için kullanılan en etkili yöntemdir ağlamak.
Elbette her ağlayanın bir derdi olduğu ya da derdi olan herkesin bunu ağlayarak dile getirdiği anlamına gelmiyor bu. Ama şu da bir gerçek ki, ağlayan birini gördüğümüzde hemen bir derdi olduğunu ve bunun üstesinden gelemediği için ağladığını düşünürüz. Ağlamak çünkü duyguların fiziksel olarak dışavurumudur. Gözyaşları bedenin kelimeleridir. Sessiz ama etkilidir. “Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda” diyen şair de galiba bunu demek istemiştir. Çünkü şiiri, “anlatamıyorum” diyerek bitiriyor. “Evet, ben anlatamıyorum ama içimdeki derdi siz gözyaşlarımdan anlayın.”
Ağlamak her ne kadar insanı manen rahatlatsa da bu ağlayışa sebep olan problemin çözümüne çoğu zaman katkı sağlamaz. Ağlayan kişi zaten problemini çözemediği için, çaresiz kaldığı için ağlamaktadır. Yani onu çözüme götürecek yola girebilmesi için harekete geçmesi gerekmektedir. Kendinden motorlu denilen manen güçlü insanlar bunu tek başlarına başarabilirler ve bunların sayısı çok azdır. Geride kalan çoğunluk olarak bizler ise, derdimizi anlatıp tavsiye alacağımız, bize çözüm yolunu göstereceğine inandığımız birine müracaat ederiz. Eşimiz, dostumuz, babamız, annemiz, aile büyüğümüz, yakınımız yahut profesyonel bir danışmandır bu. Böylece, anlatmak bizim çözüm için attığımız ilk adım olur. Atalarımız bu durumu son derece kısa ve net bir biçimde izah etmiş zaten: Derdini söylemeyen derman bulamaz.
Günümüzde profesyonel olarak insanların sorunlarını çözmek için onlara yardımcı olan insanlar var; psikologlar. Batıda, insanın bu ihtiyacı çok iyi tespit edildiği için kişiler düzenli olarak psikoloğa gidip dertlerini anlatarak yardım alıyorlar. (Ya da biz öyle zannediyoruz, bilemiyorum.) Bizde ise (son yıllarda gözle görülür bir artış olsa da) bu mevzu çok yaygın değildir, hatta yok denecek kadar azdır. Toplum olarak psikolojik destek alanlara bakış açımız hiç hoş olmadığı için insanlar psikoloğa gitmezler, gidenler ise saklama gereği duyarlar. Bu yüzden çevremiz, sıkıntılarını ve dertlerini çözemediği için keman yayı gibi gerilmiş, sürekli stres ve baskı altında çalıştığı için her an patlamaya hazır insanlarla dolu. Etrafınıza şöyle bir göz gezdirdiğinizde bu tür insanlardan çokça göreceksiniz. Ya da on dakika televizyonda haberleri seyretmeniz kâfi. Gazetelerin üçüncü sayfaları, sıkıntısını başka türlü gideremediği için, çözümü insanlara, hayvanlara ya da çevreye zarar vermekte bulan şahısların haberleri ile dolu. Sokak röportajlarında konuşan insanların sözlerinden çok jest ve mimikleri bize çok şey anlatmaktadır. Toplum olarak bu soruna kısa zamanda bir çözüm bulamazsak sosyal bir patlama kaçınılmaz görünüyor.
Bu sosyolojik çözümlemeyi başka bir zamana bırakıp, asıl mevzu edeceğim konuya geleyim bir an önce, yazının başlığını da ödünç aldığım, rahmetli Adalet Ağaoğlu’nun Dert Dinleme Uzmanı isimli kitabına. Ama bu kitaba geçmeden önce, zorunlu olarak Dar Zamanlar üçlemesinden bahsetmem gerek. Zira bu kitap bu üçlemeye on sekiz yıl sonra ek olarak yazılmış dördüncü kitaptır.
Dar Zamanlar’ın ilki Ölmeye Yatmak, Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardan 50’li yıllara kadar olan zamanı işleyen bir dönem romanı. Orada, kahramanlarımızın, üzerlerine yüklenen “çağdaş medeniyetler seviyesine yükselme” ödevinde ne denli zorlandıklarını okuruz. Yeni bir medeniyetin inşasının kısa sürede olamayacağının altını da çizer burada yazarımız.
Üçlemenin ikinci kitabı Bir Düğün Gecesi, 60’lı yılları ve özellikle o devrin sol hareketlerinin yaşadığı sıkıntıları işler. Burada da dönemin sağ-sol çatışmasını her iki tarafın gözünden bize ustalıkla aktarır yazarımız.
Üçüncü kitap Hayır… Bu üç nokta kitabın orijinal adında da var. Çünkü yazar 80’li yılları ve darbelerin ülkeyi düşürdüğü zor durumları aktarırken, her türlü zorbalığa da yeter artık dercesine “Hayır…” diye haykırmaktadır.
Dert Dinleme Uzmanı, bu üçleme tamamlandıktan on sekiz yıl sonra yazılmış. Üçlemeye eklenen dördüncü kitap olarak. Bazı eleştirmenler bunun üçlemeyle bir bağlantısının olmadığını, bu yüzden ona eklenmemesi gerektiğini söylüyorlar. Hakları da yok değil. Zira kitapta üçlemedeki karakterlerin hiçbiri yok. Hatta kitapta hiç isim belirtilmiyor. Yer adı yok. Zaman belirsiz bırakılmış. Ama buna rağmen, okuyunca kimden ve nereden bahsedildiği anlaşılıyor. Ben ise özellikle ve mutlaka kitabın üçlemeye eklenen dördüncü kitap olması gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü üç farklı devri anlatan Dar Zamanlar, 2000’leri anlatan yeni bir devir romanıyla bence taçlanmıştır.
Dert Dinleme Uzmanı, bir psikolog değil, editör. İnsanlar gelip ona dertlerini anlatıp rahatlar. Uzmanımız da en iyi yaptığı şeyi yapıp dinler, sadece dinler. Anlatanlar anlatıp rahatlar ama dinleyen doldukça dolar ve taşar. Özetlenebilecek belirli bir konusu yok kitabın. Farklı bölümlerde farklı durumları okuruz insanlar dertlerini anlatırken. Ve başladığı gibi bir anda bitiverir kitap. Ama öyle kolay lokma değil, resmen bir demir leblebi. Zira paragraflara, cümlelere hatta kelimelere kadar işleyen bir ironi, bir sembolizm var. Kullanılan metaforlar, o dönemi yaşamamış veya o dönemle ilgili okumalar yapmamış kişilerin kolaylıkla anlayacağı türden değil. Hiç boşluk bırakmadan kelimelerle bir devrin fotoğrafını çekiyor bize yazar. Ve sanki “Ben bu çağın vicdanıyım.” diyor.
Evet, Adalet Ağaoğlu, bir elinde kılıç, diğer elinde terazi, gözleri bağlı bir şekilde, kime ve nereye vurduğunu gayet iyi bilerek, kırbaç üstüne kırbaç indiriyor. Gençlerin yeni tabiriyle yargı dağıtıyor ismiyle müsemma yazarımız.
Peki, kimlere mi vuruyor bu kırbacı? Benim tespit edebildiklerimden bazıları şunlar:
- Kendisi ve güruhu hariç canını sıkan herkese ve her kesime “Sabetayist” damgasını vuran akl-ı evvellere.
- Genç kızların başörtüsünü başından döve döve çekiştirerek alan “laikçilere”.
- “Van münüt” ve onun coşkun şakşakçılarına.
- Keyfine göre ve adamına göre iş yapan “editörlere”.
- Kadınları savunurken bile kadınlar arasında ayrım yapmayı başaran sözde “feministlere”.
- Her şeyi sahte, her sözü bir hesaba dayanan, her davranışı yapmacık, her işi dünyevi olan ama uhrevi taklidi yapan “dincilere”.
- İnandığı her değeri pervasızca siyasete alet eden “siyasal İslamcılara”.
- Kötü planlanmış bir lavabo gideri gibi sürekli tıkanan “bürokrasiye”.
- Dünyayı satışa çıkarsalar taksitle almaya yeltenecek olan “memur zihniyetine”.
- Gücünü karanlıklardan alan, pısırık ama kendini He-Man gibi güçlü gösteren “medyaya”.
- Tasavvufi bir öğretiyi folklorik bir eğlence figürüne dönüştüren, bununla da yetinmeyip kendilerinin bile kavrayamadığı öğretileri başkalarına dayatan “mesnevicilere”.
- Her dönem farklı bir muktedirin başının altından çıkan ve her defasında yüzbinlerce masumun hayatına kast eden, bir ülkenin topluca mahvına çalışan “askeri ve sivil cuntalara”.
- Adalet mekanizmasında gedik açmak, hukuku bypass etmek için kurulmuş olan “MGK’ye”.
- Darbe mahsulü olduğu söylenip mutlaka değiştireceğiz denilen ama asla dokunulmayan “YÖK’e”.
- Eğitimden zerre kadar anlamayan kişilerin elinde oyuncağa dönmüş olan “eğitim sistemine”.
- Güldürmek kastıyla yola çıkıp, insani, ahlaki ve dini değerleri alaya alıp ciddi hiçbir şey bırakmayan “komedyenlere”.
- Memleketin kalkınmasına hiçbir faydası olmayan “inşaatlara”.
- Yorgun demokratlara, suskun çoğunluğa, azgın azınlığa, yüksek görünen alçaklara, uzun görünen cücelere, güçlü sanılan korkaklara, hayat sanılan ölümden beter yaşamlara, sanat sanılan sayıklamalara, bedava sanılan pahalı zevklere, zorbalara, rüküşlere, sonradan görmelere, sonradan da göremeyenlere, insana, insanımıza…
Ben bir noktadan sonra saymayı bıraktım ama Adalet abla saydırmayı bırakmadı. Hatta bir yerde hızını alamayıp kendine bile sataştı, “İntihar etmeyeceksek içelim bari.” sözüyle hafiften alay ederek Dar Zamanlar’a laf çaktı. Büyük yazar olmak böyle bir şey.
Yukarıda benim yapabildiğim bu tespitler haricinde dikkatli okurların gözünden kaçmayacak olan nice göndermeler ve iğnelemeler var. 90’lı yıllardan 2000’li yılların ortalarına kadar olan kısa bir dönemin adeta röntgenini çekmiş yazar. O yılları idrak edenler zaten yukarıdaki listeyi okuyunca, o devrin siyasi ve toplumsal atmosferini hatırlamışlardır. İnsanın ağzında kekremsi bir tat bırakan küflü bir yiyecek gibi zihinlerimizde acı bir hatıra bırakmıştır çünkü.
Dert Dinleme Uzmanı siyasi bir roman değil. Aksine, siyasete hiç bulaşmadan, daha doğrusu sadece belli bir siyasi görüşü aklayıp diğerlerini şeytanlaştırmaya girmeden, hepsine eşit miktarda laflar söylüyor, hepsini aynı ölçüde eleştiriyor. Bunu da isim belirtmeden sadece imgeler, olgular ve olaylar üzerinden yapıyor. Bir dönem romanı olması hasebiyle daha önceden yazılmış, üç farklı dönemi anlatan Dar Zamanlar üçlemesinin dördüncü kitabı olmayı da sonuna kadar hak ediyor.
Ezcümle; sayısı az olsa da, Türkiye’nin yakın dönemini anlatan siyasi ya da sosyal içerikli romanları okuyunca, toplum olarak içinden geçtiğimiz badirelerin yavaş yavaş bugünkü ortamı oluşturduğunu müşahede ediyoruz. Özellikle 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri, toplumsal değişimi hızlandırarak günümüzün (girişte bahsettiğim) gergin atmosferini oluşturmuş. Bütün bu dönemleri hızlıca hatırlamak ve hatırlarken de insanımızın geçirdiği dönüşümlere edebi bir bakış açısıyla bakmak için, öncelikle Dar Zamanlar üçlemesini ve ardından da mutlaka Dert Dinleme Uzmanı’nı okumanızı öneririm.
.
Tavsiye Köşesi: Türk edebiyatındaki önemli dönem romanlarından bazıları aşağıda listelenmiştir. İlgisi olanlar mutlaka not edecektir.
- Kemal Tahir – Esir Şehir Üçlemesi
- Kemal Tahir – Kurt Kanunu
- Vedat Türkali – Bir Gün Tek Başına
- Murat Uyurkulak – Tol
- Erdal Öz – Gülünün Solduğu Akşam
- Yakup Kadri Karaosmanoğlu – Kiralık Konak
- Halide Edip Adıvar – Sinekli Bakkal
- Nahit Sırrı Örik – Abdülhamid Düşerken