Dersim Dört Dağ İçinde

Dersim Dört Dağ İçinde

Yazı: İsmail Kaynar

 

Biz küçükken televizyonlarda bilgilendirici kısa videolar yayınlanırdı. Şimdilerde adı kamu
spotu olan bu videolarda trafik kuralları, sağlık, vergi gibi konularda insanlar bilgilendirilirdi.
Bunlardan birinde, bir tarih öğretmeni, öğrencilerine müzeyi gezdirirken bir yandan da
müzedeki eşyaları tanıtıp, tarihle ilgili konuşuyor ve konuşmasının sonunda da sürekli “tarih
affetmez!” diye bağırıyordu. O zamanlar bunu bir slogan olarak ve espri malzemesi olarak
çok kullanmıştım ama ne manaya geldiğini hiç düşünmemiştim. Geçenlerde okuduğum bir
kitap beni bu sözün anlamına dair düşünmeye sevk etti. Ve şu sonuca vardım: Evet, insan
affeder ama tarih affetmez.
Doğru ve tarafsız olarak yazılmış tarih bizi hakikatle yüzleştirir. Yanlışın nerede olduğunu
tastamam gösterir. Bize doğru olanı bulmak için rehber olur. Yoksa taraflı yazılmış her tarih
metni, bizi sadece hakikatten uzaklaştırmakla kalmaz, yanlışa ve zulme de yaklaştırır. Bu
yanlış yazılmış tarih bazen resmi tarihtir, bazen milli tarihtir, bazen topyekûn dünya tarihidir.
Ve hepsi de bir kötülüğü gizlemek, bir zulmü perdelemek, bir cinayeti, katliamı, pogromu,
soykırımı örtmek ve unutturmak için o kötünün destekçileri tarafından yazılmıştır. Orada
kahramanlar hainlerle, mazlumlar zalimlerle yer değiştirmiştir. Bizim bu anlatılanlara
inanmamız, onu olduğu gibi kabullenmemiz beklenir. Böyle olduğunda da biz hakikate çok
uzak, zalime ve zulme çok yakınız demektir. Tıpkı şu sözde olduğu gibi: “Aslanlar kendi
tarihlerini yazana kadar hikâyeler hep avcıların kahramanlığını anlatır.” Fakat bir gün,
gerçeğin küçük bir parçası ortaya çıktığında bütün bu yanlış tarih kökünden sarsılır ve
ardından hakikat güneşi parlamaya başlar. Çünkü tarih affetmez!


Yakın tarihimiz buna benzer olaylarla dolu maalesef. Yani önümüze resmi(!) bir açıklama
konulmuş ve “bu böyle oldu” denilmiştir, “ama aslında öyle olmadı” diye itiraz edenler hain,
casus, ajan, yandaş, işbirlikçi, yobaz, çapulcu, terörist, ütücü, son ütücü, son hava bükücü
vesaire ilan edilerek susturulmuş, yetmeyince konuşanlar hapislere atılmış ve
unutturulmuştur. Bu konuda resmi tarihin dışına çıkan kitaplar toplatılmış, gazeteler
kapatılmış, açıklamalar şiddetle yalanlanmıştır. Çünkü bu olaylara yol açanlar hakikatin
kendilerinin anlattığı gibi olduğuna inanılmasını istemektedir. Çünkü gerçekler ortaya çıkarsa
hainle kahraman, aslanla avcı yer değiştirecektir. Çünkü tarih affetmez!
İzmir suikastı, Varlık vergisi, Maraş olayları, 6-7 Eylül olayları, Sivas katliamı, 27 Mayıs, 12
Mart, 12 Eylül, 15 Temmuz, hendek olayları, gar katliamı vesaire vesaire… Bir çırpıda
sayabildiklerim bile beni ziyadesiyle korkuttu. Çünkü zaman gösterdi ki, yukarıda yazdığım
ciğerdelen hadiseler, resmi söylemlerin bize aktardığı gibi olmamış. Tam tersine bu resmi
söylemler bu olayların tamamen karanlıkta kalması için özenle hazırlanmış ve bizlere
sunulmuş. Yıllarca tarih kitaplarında, gazetelerde ve televizyonlarda bize anlatılanlar aslında
avcıların iki metre boyundaki aslanı çakıyla nasıl avladıklarının hikâyesiydi. Oysa ortada iki
metrelik bir aslan yokmuş, aslan kadar aslan varmış ve avcılar ona tuzak kurmuş, ona
zulmetmiş, aslanı çakalların önüne atmış. Bu olayların failleri, azmettiricileri, planlayıcıları,
faydacıları hakikatin ortaya çıkmasından elbette rahatsız olacaktır. Ama bundan kaçış yok,
çünkü gerçeklerin bir gün açığa çıkmak gibi kötü bir huyu vardır ve de tarih affetmez!

İşte yukarıdaki listenin en başına yazılması gereken, insanların zamanla unuttuğu ve
mağdurların “olsun” deyip affettiği ama tarihin affetmediği olaylardan biri: Dersim Katliamı.
1937’de başlayıp 1939’da sonlanan, adına Dersim Manevrası denilen, isyan bastıracağız
bahanesiyle köylerden toplanan insanların kurşuna dizildiği, mağaralara sığınanların gazla
zehirlendiği, köylerin uçaklarla bombalandığı, manevraya katılanlara özel madalya
hazırlanan, bombacı pilotun isminin havaalanına verildiği, çocuk yaştaki kızların alınarak
meçhul yerlere götürüldüğü, devlet eliyle yapılmış tastamam bir katliam bu. Çok uzun yıllar
boyunca az önce saydığım şeyler bilinmiyordu. Daha doğrusu bilen biliyordu ama resmi
tarihin dışına çıkmak yasak olduğu için kimse bundan bahsedemiyordu. Ama şimdi
bulunduğumuz noktada, resmi tarih hegemonyasının yavaş yavaş sarsıldığını, -batıdaki pek
çok devletin yaptığı gibi- kendi tarihimizle yüzleşmenin bir zorunluluk haline geldiğini
görüyoruz. Henüz o büyük/hantal/bürokratik kütle bunların tamamını kabul etmese de en
azından bazı olayların dile getirilmesine, o olay hakkında yazılmasına itiraz etmiyor. Ben de
bu minvalde hazırlanmış ve Dersim Katliamını anlatan bir kitaptan bahsedeceğim size.
Murathan Mungan’ın yönetiminde hazırlanan Bir Dersim Hikâyesi, 23 farklı yazarın Dersim
Katliamını merkeze alan öykülerinden oluşuyor. Bu öyküler derleme değil, Murathan
Mungan’ın talebiyle bu kitap için özel olarak yazılmış. Mungan’ın önsözünden çok önemli
gördüğüm bir kısmı alıntı yapmak istiyorum.
“Anadolu, kanlı sahne. Onca uygarlığın kurulduğu, dağıldığı, el değiştirdiği; onca dilin, dinin,
inancın, kültürün yaşadığı, çatıştığı, iç içe geçtiği zorlu bir coğrafya burası. Ve her geçen gün
biraz daha öğreniyoruz bu topraklarda her inkârın ardında yakın ya da uzak tarihli bir toplu
mezarın yattığını… Toprağa yalnızca ölülerin değil, hakikatlerin, dillerin, kültürlerin,
kelimelerin gömüldüğünü…”
Ne güzel demiş! Çok güzel demiş! Ayrıca şunları da demiş:
“Edebiyat kin tazelemek için değil hafıza tazelemek için yapılır.”
“İyi edebiyat insanlara gerçekleri algılama, hakikatleri üstlenme, sorumluluk alma, gerçeğe
dayanma gücü kazandırmak ister.”
“Kırımları, kıyımları, katliamları halklar yapmaz, zihniyetler yapar.”
“Kendisi farkında olsun ya da olmasın bu ülkede herkesin bir Dersim hikâyesi vardır.”
Bu son cümleyi okuduğumda ben de düşündüm ve evet dedim, benim de bir Dersim hikâyem
var. (Laf aramızda epeyce zamandır bu konuyla ilgili bilgi toplama, okuma ve değerlendirme
yapıyorum. Kafamdaki kurgunun bir romana dönüşmesi an meselesi. Benim Dersim hikâyem
de orada olacak. Ama aramızda kalsın.) Sizin de bir Dersim hikâyeniz var. Olmadığını
düşünüyorsanız bu kitabı mutlaka okuyunuz. Oradaki öykülerde şunu göreceksiniz: Bazı
öyküler olayın tam merkezinden birinin dilinden anlatılıyor ve insanın yüreğini dağlıyor. Bazı
öyküler olaylara uzaktan bakıyor ve bize geniş bir bakış açısı sunuyor. Bazı öykülerin arka
planında bu katliamın canhıraş çığlıkları duyuluyor. Bazı öyküler uçaktan bomba atan pilotun
dilinden anlatılıyor ve sizi epey geriyor. Bazı öyküler olaylara 60 yıl sonrasından bakıyor ve
aslında hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor. Bazı öyküler olaylara doğrudan değinmeden,

anıştırma metoduyla, imgelerle, söylemlerle bize bir olayın kendinden hiç bahsetmeden bir
öykünün içine nasıl yerleştirileceğinin harika örneğini sunuyor. Tam bir edebiyat şöleni. Acı,
ama –Mungan’ın dediği gibi- hafıza tazelemek için edebiyattan daha iyisi yok.
Ezcümle; Dersim Katliamı, resmi tarihin zincirlerinden kısmen kurtulmuş görünüyor. Bu
sayede ortaya farklı türlerde epeyce kitap çıkmış. İnşallah onlardan birinin altında da benim
imzamın olacağını umuyorum. Darısı etkisi hala devam eden ve hakkında resmi söylemin
dışında kalem oynatmanın yasak olduğu zulümlerin başına…
Tavsiye Köşesi:
Aşağıdaki listede yakın tarihin hazin olaylarının anlatıldığı roman ve öyküler var. Hepsini
okudum ve hepsini ayrı ayrı tavsiye ederim.
 Kıran Resimleri – İnci Aral
 Evden Eve Gezen Ölüm – Sadık Yalsızuçanlar
 İstanbul İstanbul – Burhan Sönmez
 Sen – Mehmed Uzun
 Kayıp Gergedanlar – Cem Kalender
 Salkım Hanımın Taneleri – Yılmaz Karakoyunlu

 

Fotoğraf: Mahir Öz

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi