Beni Kategorize Etme
Kitaplık: İsmail Kaynar
Fotoğraf: Ricky Recap
Charlie Chaplin, Charlie Chaplin’e Benzeyenler Yarışması’na katılıp üçüncü olmuş. Bu bir espri ise eğer tam da ona yakışır şekilde komik. Ama eğer gerçekse şaka olmasından daha komik. Çünkü jüri üyelerinin çoğunluğu (belki de hepsi) iki kişinin Chaplin’in kendisinden bile daha çok ona benzediğine hükmetmiş demektir. Bu da bizim için şöyle bir gerçeğin kapısını aralamış oluyor: Seçim yapanlar her zaman hakikati bulamayabilir.
Başka bir örnek üzerinden ilerleyelim. Frank Darabont, 1994 yılında yönetmenliğini yaptığı filmin (Türkçe’ye Esaretin Bedeli olarak çevrilen Shawshank Redemption filmi) IMBb listesinde uzun zamandır bir numara olmasına çok şaşırdığını söylüyor ve ekliyor: “Listede Godfather ve Citizen Kane filmleri varken benim filmimin bir numara olmasına anlam veremiyorum.” İnternet yaygınlaşmadan önce bu sıralama sinema sektöründe kendi alanında uzman olan insanların verdiği oylarla belirlenirken, internetin yaygınlaşmasıyla oy verme işlemi halka, yani izleyicilere de açıldı. Böylece izleyicilerin verdiği oylarla Frank abimizin filmi yıllardır bir numara koltuğunda oturan iki baba filmi alaşağı etti. Bu da yukarıda ortaya attığım önermeyi doğrulayan ikinci bir örnek oldu: Seçim yapanlar her zaman en iyiyi
bulamayabilir.
“Seçim; (Kelimenin doğasında bulunan siyasi çağrışımdan tamamen bağımsız olarak) birden fazla nesne ya da olgu arasından birini veya birkaç tanesini tercih etmek, ya da bunları belirli bir sistematikle sıraya koymak” manasına gelir. Mesela, meyveler arasında seçim yapmak söz konusu olduğunda ben ilk üç sıraya mandalina, karpuz ve inciri koyarım. Bu tamamen bana has bir durumdur ve neredeyse tüm insanlığın sayısı kadar farklı kombinasyonu vardır bu sıralamanın. Ama iş “en iyi” olanı seçmeye gelince insanların seçimleri bazen isabetli olmayabiliyor. Fakat bu da kişilerin beğeni durumlarına göre çeşitlilik gösterdiği için aslında bu tür seçmelerde her zaman tek bir doğrudan söz edilemez. Çünkü (bariz bir hata yoksa eğer) bu çeşit listelemeler sübjektiftir ve genel kanıyı çoğunlukla yansıtmaz. Bu kısım da (benim yukarıda bahsettiğim) insanların her zaman doğruyu bulamayacağı konusundaki tezimden bağımsızdır. Çünkü burası kişisel beğenilerin alanıdır.
Dünya hangi kitapları, neden okuyor?
Bu yaz, edebiyat dünyası tam da böyle bir “en iyi” listesi sebebiyle hararetli ve hareketli günler geçirdi. Dünyanın en etkili gazetelerinden biri olan New York Times, “21. Yüzyılın En İyi 100 Kitabı” başlığıyla bir liste yayımladı. Ardından tüm dünyada bu liste uzun uzun tartışıldı. Tartışılan mevzulara geçmeden önce bu seçimin nasıl yapıldığını anlatan açıklamayı özetle aktarayım.
NYT; romancı, akademisyen, editör, kurgu dışı yazarı, kütüphaneci, yayıncı, şair, eleştirmen, gazeteci, kitapçı ve çevirmenlerden seçtiği 503 kişiye bir anket göndermiş. 1 Ocak 2000 tarihinden sonra (çeviriler dâhil) Amerika’da basılan kitaplar arasından en sevdikleri 10 kitabı
seçmeleri istenmiş. Ayrıca rastgele seçilen iki kitaptan birini tercih etmeleri de istenmiş. Bütün veriler analiz edildikten sonra ilk 100 kitap belirlenmiş. Görüldüğü üzere, liste Amerika’da yapıldığı için, (her ne kadar listenin bir numarasında orijinali İtalyanca olan bir kitap yer alsa da) listedeki kitapların çoğunluğu Amerikalı yazarlara ait. Bu da en çok tartışılan konuların başında geliyor. Diğer tartışılan konuları
başlıklar halinde şöyle sıralayabiliriz.
*Nobel, Pulitzer, Booker gibi ödüller kazanmış kitapların listede yer almaması
*Çeviri kitapların listede çok az yer alması
*Bazı edebi türlerin listede hiç yer almaması
*Listede olmaması gerektiği düşünülen yazarlar
*Çok satılan veya tüm dünyada popüler olan kitapların olmaması
*Çağdaş edebiyatın tüm yelpazesinin tam olarak yansıtılmaması
*Bazı yazarların, bazı ülkelerin görmezden gelinmesi
*Kurgu dışı kitapların tamamına yakınının Amerikan tarihi ve siyasetine dair olması
*Vesaire
Yüzyılın en iyi 100 kitabı
Listenin bizim ülkemizdeki yansıması da aşağı yukarı benzer şekilde oldu. Şu kitaplar neden var, falan yazar neden yok tartışmalarının arasında kaynayan başka bir mevzu çok fazla dikkat çekmedi. Listedeki kitaplardan 73 tanesi Türkçe’ye çevrilmiş ve bunların 22 tanesinin baskısı yok. Bu da yayınevlerinin kitap çeviri ve satış politikasının sorgulanmasına yol açtı şeklinde bir cümle kurmak isterdim ama maalesef küçük çapta birkaç eleştiri dışında böyle geniş çaplı bir sorgulamaya rastlamadım. Zaten ekonomik gerekçelerle kitaba ulaşmanın zor olduğu ve genel olarak kitap okuma konusunda karnesi çok da iyi olmayan ülkemizde, dünya çapında tanınan ve bilinen kitapların neden basılmadığına yahut neden satılmadığına dair edebi bir tartışmaya girmek pek de gerçekçi olmuyor. Ben de bu Pandora’nın kutusunun kapağını kaldırmayacağım son tahlilde.
Listenin tamamına “guugıl” hazretlerinde yapacağınız aramalarla ulaşabilirsiniz. Ben buraya listenin ilk 10 kitabını yazayım.
1- Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım – Elena Ferrante
2- The Warmth of Other Suns – Isabel Vilkerson
3- Kurtlar Hanedanı- Hilary Mantel
4- Malum Dünya – Edward P. Jones
5- Düzeltmeler – Jonathan Franzen
6- 2666 – Roberto Bolano
7- Yeraltı Demiryolu – Colson Whitehead
8- Austerlitz – W.G. Sebald9- Beni Asla Bırakma – Kazuo Ishıguro
10- Gilead – Marylinne Robinson
Dünyanın en iyi ve gizemli kitabı!
Bu listedeki en büyük sürpriz elbette ki listenin bir numarası olan Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım kitabı oldu. Kitabın ünü Amerika’da arttıkça dünya çapında da bir ilgi uyandı. Yazarı hakkındaki gizem de bu merakı ve ilgiyi katladı. Zira kitabın yazarı Elena Ferrante’nin kim olduğu bilinmiyor. Kendini gizli tutuyor. Hiç fotoğrafı yok. Erkek mi kadın mı olduğu bilinmiyor. Nerede yaşadığı bilinmiyor. Sadece İtalyan olduğu biliniyor. Bu gizem kitaplara olan ilgiyi arttırdığı için sanırım uzun bir süre yazarın kimliği gizli kalacak. Kitap, tam bir klasik. Yüz yıl öncesinin realist ve romantik yazarlarının yazdığı aşk, ihtiras, hırs, gizem ve macera dolu insan yaşamlarının modern bir örneğini oluşturuyor. Kronolojik bir sıra takip eden kurgusu da bu tespitimi güçlendiriyor. Kitap, Napoli Romanları dörtlemenin ilk kitabı. Diğerleri de aynı kurguyla devam ediyorsa eğer serinin tamamına Bildungs Roman gözüyle bakabiliriz. Kitabın bu kadar çok ilgi görmesinin ve sevilmesinin temelinde bu özelliklerinin yattığını düşünüyorum. Modern zamanlarda, modern ve postmodern edebiyatın artık her yanımızı sardığı bir ortamda insanlarda eskinin klasik romanlarına karşı bir özlem oluşmuştu. Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım tam da bu özlemi, bu hasreti, bu isteği, bu beklentiyi karşılayacak tarzda büyük bir sükse yaparak edebiyat dünyasına dalış yaptı. Haliyle klasik bekleyenler için büyük bir can simidi oldu. Zira okumaya başladığınız andan itibaren kitap sizi bir can simidi gibi sarıp sarmalıyor ve engin edebiyat denizinin dalgaları üstünde heyecanlı bir gezintiye çıkarıyor. Kitap bir kayıp vakası ile başlıyor. Annesi bir anda ortadan kaybolan bir delikanlı annesinin en yakın arkadaşı olan Lenu’yu haberdar eder. Lenu da bize Lila ile çocukluktan itibaren yaşadıklarını anlatmaya başlar. Anlatıcı Lenu, baskıcı ve fakir bir ailenin en büyük çocuklarıdır. Çok zekidir ve başarılıdır. Ama ailesinin onu okutacak gücü yoktur.
Öğretmeninin gayreti ve desteğiyle ortaokul ve liseyi okur. Lila ise hep bir gün iyi bir ayakkabı markası çıkararak bir anda zengin olma hayalleri kuran ayakkabı ustası bir babanın ikinci çocuğudur. O da zekidir, hatta Lenu’dan daha başarılıdır. Ama ailesi onu okutmaya yanaşmaz ve o da babası ve abisinin dükkânında çalışmaya başlar. Lenu ve Lila, biri okuyan, öbürü çalışan iki mahalle arkadaşı olarak birlikte büyümeye başlar. Ailenin ve mahallenin katı baskısı altında ilk genç kızlığa adım attıkları zamanlar hiç de kolay geçmeyecektir. Buraya kadar anlattığım kısımlar size iyi bir Orhan Kemal dramını ya da orta halli bir Kemalettin Tuğcu melodramını çağrıştırdıysa eğer hiç yanılmadınız demektir. Zira roman bu minvalde devam ediyor ve küçüklü büyüklü olaylar ve skandallarla mahallenin bireyleri ve elbette kahramanlarımız sürekli hop oturup hop kalkıyorlar. Bir yandan iç hesaplaşmalarla uğraşıyorlar, bir yandan ailelerinin sınırlamalarıyla mücadele ediyorlar, bir yandan büyüyen ve gelişen bedenlerini tanımaya çalışıyorlar, bir yandan âşık olup ne yapacağını bilemez
şekilde serseri mayın gibi ortalıkta geziyorlar. Bütün bunlar olurken de Lenu bize kendi iç dünyasını, Lila’nın iç dünyasını ve diğerlerinin tavır ve davranışlarının arkasındaki psikolojik durumları aktarıyor. Kitap ben diliyle yazıldığı için son bahsettiğim kısımlar hiç de kolay olmuyor. Kitabın en büyük çıkmazı da burada zaten. Biz herkesi Lenu’nun bize aktardığı şekilde görüyoruz. Çok karakterli bir roman için zor bir durum. Ama yazar da üstesinden gelmiş gibi duruyor. Diğer üç kitabı okuyunca net bir karar verebileceğim. Ama bu kitapla ilgili son olarak şunu söylemeliyim, ilk sayfadan son sayfaya kadar acayip bir heyecan ve merakla okutuyor kendini. Kitap okumayı sevmeyen, okurken sıkılıyorum diyen, vakit bulamıyorum diyen kim varsa bu kitabı eline alıp on sayfa kadar okusun derim. Devamı
mutlaka gelecektir.
İyiler ve seçimler
Ezcümle; insan iki şey arasında seçim yapmak zorunda kaldığında elbette kendisine göre en iyi olanı tercih edecektir. Burada “iyi” kriteri çok geniştir ve tercih yapmayı kolaylaştırır. Ama seçenekler arttıkça bu kriterler daralır, hatta bazen kesişir ve böylece seçmek zorunda kalanlar “iyiler” arasında geçişler yaparlar. Bu da insanı ister istemez hataya yahut kasıtlı yanlış seçimlere yöneltir. Bu yanlış seçimler kişinin hayatını etkilemeyecek konularda ise eğer, kişi olumsuz etkilenmez. Ama kendi hayatını, hatta başkalarının hayatını etkileyecek ciddi seçimler yapmak zorunda kalan insanlar kılı kırk yararcasına hassas ve ölçülü davranmak zorundadır. Çünkü insan hayatı paha biçilmezdir, yaptığımız seçimlerle onu mahvetmeyelim. Vesselam.