Kaş Köyü Dostluk Spor’un Müstakbel 10 Numarası Sezai’nin Nispeten Gizemli Hikâyesi

Kaş Köyü Dostluk Spor’un Müstakbel 10 Numarası Sezai’nin Nispeten Gizemli Hikâyesi

Hikaye: Süleyman Arif Yıldız 

 

Spor İşleri Müdürlüğü’nün, kapısında “Sicil-Lisans Servisi” levhası asılı odasında, karışık bitki çayımı yudumluyordum. Sporcular, antrenörler, kulüp yetkililerinden oluşan rutin ziyaretçilerimiz gelip giderken iki köylüm göründü kapıda. Biri ilkokuldan sınıf arkadaşım kahveci Necdet’ti. Necdet olmadık mesuliyetleri üzerine almakta usta bir insandı. Rahatsız edici bir sorumluluk duygusuna sahipti. Köylünün cenaze işlerinde yardımcısıydı mesela. Cenaze sahibinden önce mezara atlar, kefeni çözer, sapıtmasını ayarlardı. Sadece
cenaze mi? Düğün, sünnet, kına, nişan gibi tüm yemekli toplantılarda bir anda organizasyon işini üzerine almış olurdu. Bir konuda iddia mı var hemen hakem olur, borçluya kefil, kavgalıya şahit yazılırdı. Üstelik bu sebeple başı bir çok kere ağrımıştı. Kenarda beklemeyi
beceremeyen bir yapısı vardı. İlkokulda sınıf başkanımız kimdi sizce? “Necdet mi?” diye fısıldadığınızı duyar gibiyim. Dolasıyla onu kapıda gördüğümde ne düşündüğümü artık tahmin edebilirsiniz. “ Yine ne işlere bulaştın Necdeeet?”

Gelip oturdular, çay söyledim. Çok samimi olmayan tanıdıklar bir vesile ile karşılaştıklarında birbirlerine neleri sorar ve o sorulara hangi ezbere cevapları verirlerse, biz de o soruları karşılıklı sorup cevapladık. Söylediğim çayların yarıya geldiği bir esnada,
“Sebeb-i ziyaretiniz neydi?” manasına gelebilecek şekilde oturduğum koltukta toparlandım.

Mikrofonu Necdet aldı. Zaten diğer köylü konuşmak için değil, Necdet’i başıyla tasdik etmek için gelmişti. Bakalım Necdet bize neler anlatacak? “Hasan abim hatırlarsın bizim köyün bir futbol takımı vardı. Kimse ilgilenmediğinden kapandı gitti. Şimdi biz onu yeniden ayağa kaldırmak istiyoruz. Biz, üç beş aklı eksik, toplanıp bu konuda kime gidelim kime gidelim diye düşünürken aklımıza sen geldin ağabey.
Kimisi ‘yok olmaz, o bu işlere girmez’ diye konuşunca, ben kabul etmedim. ‘Hasan abim beni kırmaz gidip bi konuşayım’ dedim. Spor camiasını futbolcusundan hocasına, malzemecisinden başkanına senden iyi tanıyanını, mevzuat, tüzük, genel kurul gibi işleri
senden daha iyi bilenini bulamayız. Biz aslında pek çok işi hallettik. Sponsorumuz bile hazır. Bizim köylü İvez Bekir’in oğlu Halil vardı, tanırsın. O şehirde kasaptı sonra işleri büyüttü, pastırma sucuk işine girdi. Gidip konuşunca çok memnun oldu. Hay hay, köyüm için her şeye hazırım dedi. Sponsorumuz oldu. ‘Bekirbey Sucukları’ logusu basılı formamız bile hazır. Abi, velhasıl kelam çok kafanı ağrıtmayayım. Ben derim ki gel başkanımız ol. Ne dersin? Olur mu abi?”

Yer yer nefsimi okşamasına rağmen pek hoşlanmamıştım bu konuşmadan. Yüzüm düştü. Hık mık dedim. Kem küm dedim. Zamanım yok, işim çok dedim. Ama alçak Necdet’in ağzı iyi laf yapıyordu. Köyümüzün tanıtımına katkıda bulunacak böylesi bir konuda onlara
ben yardım etmezsem kim yardım edermiş. Lan oğlum köyünün tanıtılacak hayrı mı kalmış? Köy dediğin üç beş ihtiyardan başka ne ki? Kusura bakma Necdetciğim ben senin gibi enayi olamayacağım kardeşim. Demedim tabi. “Madem öyle, bir düşüneyim” dedim. Sonra haberleşmek için sözleştik. Misafirlerimi koridora kadar geçirdim. Kapıda “Necdet” dedim, sana bir şey soracağım. “Sence saç ektireyim mi?” Kısa süre bakıştık. Necdet’in gözleri önden açılmaya başlayan başımla gözlerim arasında gezindi. Sanat filmlerindeki anlamsız bakışmaları andıran bu sessizliği Necdet’in bozmasını bekledim. “Boş ver abi alan almış, satan satmış” dedi. Tasdikçi hemşerim de sırıtarak kafasıyla tasdikledi. Sonra gittiler.

Düşündüm taşındım, taş atıp da kolum yorulmuyor ya dedim. Köylü arasında az buçuk forsumuz olur dedim. Kabul ettim. Telefonun diğer ucundaki Necdet bu habere çok sevindi. Dakika bir gol bir takımın sorunlarına girdi: “Hasan abi, köylü gençlere ağabeylik yapacak
takıma ağırlığını hissettirecek, oyun kuracak birine ihtiyacımız var.” Cümlesini tamamlar tamamlamaz aklıma Sezai geldi. Sezai liseden arkadaşımdı. Amatör futbol camiasının ‘Deli Sezai’si. Lisede müthiş topçuydu, efsane sol ayaktı, üç defans oyuncusu zor zapt ederdi onu.
Ne kulüpler istedi Sezai’yi. İstanbul takımları istiyormuş, ha gitti ha gidiyor, fiyatta anlaşmaya az kaldı derken Sezai bir yere gidemedi. Sırtından para kazanmak isteyen amatör kulüplerin kurbanı oldu. Sezai’nin yıldızı parlamadan söndü. Çevresinde konuşulanları hiç
duymadı Sezai, bir rüyaya inanmıştı ve uyanmakta direniyordu. Çıktığı her maçta yeteneğini keşfetmek için gelmiş, kenarda onu izleyen Ferguson’lar, Arsene Wenger’ler, Morinho’lar varmış gibi oynadı. Vadesi yettiği halde ölmeyen bir umudu vardı. Hep çalıştı, hep koştu.
Amatör kulüplerin emektar topçusu, yaşlı kurdu oldu. Sezai’nin sol bacağı kırıktı, sağ kaval kemiğini diz kapağının altından oynatır, omzunu çıkarır geri takar, savaş gazisi gibi futbol gazisiydi.

Bir gün Necdet’i yanıma alıp Sezai’nin oynadığı takımın antrenman yaptığı spor tesisine gittim. Niyetim altından girip üstünden çıkmak, ne yapıp edip Kaş Köyü Dostluk Spor’un 10 numaralı formasını Sezai’nin sırtına geçirmekti. Antrenman yapanların arasında Sezai’yi arıyorum yok. Antrenman bitince birkaç futbolcuya sordum. “Burda oynamıyor artık” dediler. “Allah Allah burda demişlerdi” dedim. “Yok abi” dediler. Bir kaçı konuşmak istemedi kaçamak cevaplar verdi. Aradım ulaşılmıyor kapalı telefonu. Nerede oynuyor? Bilen yok. Nereye gitti? Bilen yok. Sor sor Sezai piyasada yok. “Kim bilir peki” dedik. “Abi buradaki her şeyden kulübün malzemecisinin haberi olur” dediler. “Deli meli ama idare edin” deyip gülerek gittiler. Malzemeciyi, futbol sahasının yanındaki kulüp başkanına tahsis edilen odadan çıkarken bulduk. Kulüp başkanı odasının az ötesinde iki köpek kulübesi, kulübelerin önünde iki pitbull bağlıydı. Nasıl bir yere düştük der gibi birbirimize baktık Necdet’le. Malzemeciye Sezai’yi sordum. “Kavun değil kelektir, fistan değil yelektir, eğer tacı ararsan en adi bir köpektir” dedi. Sonra göz ucuyla köpeklere baktı. Köpeklere bakışı ürperticiydi. Bizim gözler de köpeklere doğru kaydı. Köpeklerin bakışı da ürperticiydi. İnsan etine susamış gibi bakıyorlardı. Daha önce hiç insan etine susamış gibi bakan köpek görmemiştim. Ancak insan etine susamış bir köpek bu kadar kötü bakabilirdi. “Ne diyorsun dalga mı geçiyorsun” dedim malzemeciye. “Olanlar oldu, ölenler öldü” dedi. Yan gözle köpeklere bakışını yineledi. Belayı bulmuştuk. Sonradan öğrendiğimize göre verilen görevi bihakkın yerine getirmesine rağmen aklıyla arası olmayan bir adammış malzemeci. Türk Sinemasında ve dizilerde ne kadar deli karakter varsa bünyesinde toplamış. Sonra birden anlaşılır bir şeyler söyler gibi oldu. “Sezai’yi bulmanız için Magmaca bilmeniz lazım. Magmaca bilmek için sözlüğü
bulmanız lazım. Sonra tabakhaneden pusulayı almanız, pusulayı Yeraltı Kitabevi’nde Pörtlekgöz’e okutmanız lazım” dedi. Necdet’le şaşkın şaşkın birbirimize baktık. Bir neticeye varamayacağımız anlayıp ayrılmak üzereyken malzemeciye son bir soru daha sordum.
“Birader sence saç ektireyim mi?” malzemeci “Dökülen saçların senden önce toprak olmaya başlamış bile, bir yandan toprak oluyorsun yani” dedi.

Önümde iki seçenek vardı. Ya memlekette orta saha oyuncusu bitmedi ya canım deyip Sezai ismi hiç aklıma gelmemiş gibi başka bir oyuncu arayışına girecek, ya da merakımın peşine düşecektim. Merakımı gidermek için elimdeki tek şey meczup malzemecinin çizdiği mantık yoksunu yol haritasıydı. O esnada kurumdan müdürüm aradı. “Hasan bey yarım gün izin istedin tüm gün daireye uğramadın” dedi. Açıklamama fırsat vermeden tamam tamam deyip kapattı. Sinkaflı birkaç kelam etmek geldi içimden. Etmedim.

Ertesi gün Necdet’i çağırdım köyden, mesai çıkışı malzemecinin zırvaladığı şeylerin peşine düşecektim. Google’dan civardaki tabakhaneleri arattım. Herhangi bir sonuç çıkmıyordu. İnternet sitesi kuracak kadar teknolojiyle barışık değildi sanırım debbağlar.
Yeraltı Kitabevi’ni arattım sonra. Şehirde öyle bir kitabevi yoktu. Magmaca? Sözlük? Pörtlekgöz? Çözülmesi gereken muammalar beni bekliyordu. Sıkıcı memur hayatından sıyrılıp hafiye rolüne hızlı evrilişim beni de şaşırtıyordu. Bir yandan Sezai’nin oynadığı
kulübün başkanını soruşturdum. Adam belaydı, psikopattı, çalıyı dolaşma sebebi olan it, köprüsünden geçilmeyecek namertti. Zaten itleriyle meşhurdu. Her gün kilo kilo kanlı eti köpeklerine yediriyor hayvanları iyice kudurtuyordu. Köpeklerin korkunç yüzünü ve
meczubun dönüp dönüp köpeklere bakışını hatırladım. Bu durum beni iyiden iyiye kıllandırmıştı. Necdet’le Vezirhanı’ndaki dericileri dolaştık. Şehirde iki tane büyük tabakhane olduğunu öğrendik. Verilen tabakhanelerin adreslerine giderken nedense acele etmek geldi
içimizden. Tabakhanelerden ilkine biz bir pusula arıyoruz diye sorduğumuzda kovarcasına başından savdı adam bizi. Diğerine gittiğimizde korkulanın aksine hiçbir şey sormadan çıkarıp dürülü bir kâğıt uzattı debbağ. İki parmağımı kibarca uzatıp aldım, bir şey söylemeden çıkıp gittik. Mekândaki tatsız kokuya aldırmayıp pusulayı uzatan debbağa bazı sorular sorabilirdim. Nasıl bir dümenin içindeyiz muhterem? Sana bu kâğıdı kim verdi civanmert? Ama sormadım. İzlediğim bilumum dizilerden ve filmlerden hareketle sorsam da bir neticeye
ulaşamayacağımı düşünmüştüm. Kağıtta şöyle bir şey yazıyordu:
H·U·N·D·H H·İ·C·A·R·D·E·K

 

Google Çeviri’de bir şey çıkmayacağını bilsem de şansımı denedim. Şimdi bu pusulayı Yeraltı Kitabevi’ndeki Pörtlekgöz’e okutmalıydık. Öyle demişti malzemeci. Ertesi gün sabahın erken saatlerinde Necdet’le Alfabe Kitabevi’nin sahibi çok muhterem Sedat abiye gittik. Ara sıra mesai çıkışı çayını içtiğim kıymetli bir insandı. O bana bir yol gösterirdi biliyordum. Meselenin evveliyatına girip kafasını bulandırmadan Yeraltı Kitabevi’ni sordum. Sedat abi firaset sahibi adamdı, kısa boyluydu ve kederle bakan gözleri vardı. Şöyle bir düşündü, sonra beni süzdü. “Bu şehirde öyle bir kitabevi yok” dedi. Bulunduğum durumun içerdiği anormalliği sezmiş olmalı ki, “Öyle bir kitabevi yok ama bence senin aradığın kitabevi merdivenle inilen bir yer olabilir” dedi ve ilave etti “Aklıma sadece Anadolu Kitabevi geliyor”. Hay düz mantığını sevdiğimin malzemecisi! Ayrılırken Sedat Abi’ye bir şey soracaktım. Sormadım, ayıp olurdu.
Sedat abinin yanından ayrılıp Anadolu Kitabevi’ni bulduk. Merdivenlerden inip mekâna girdik. İçerisi çay ve kitap karışımı bir kokuyla kaplanmıştı. Kitabevinin köşesinde gözlüklerini önüne düşürmüş kitap karıştıran adam “Aleykum selam” deyip kafasını kaldırdı.
Gözlerine baktım pörtlek filan değildi hatta tam aksine Brezilyalı futbolcu Rivaldo gibi gömülüydü gözleri. Necdet’le bakıştık. Şaşkındık, çok kötü bir senaryonun içindeydik burası kesindi. Maaşını giderlerine yetirmeye çalışan, en büyük lüksü odasında bitki çayını içmek
olan, sade bir memurdum ve bir köy takımının başkanı olmuştum altı üstü. Bu saçmalığa daha ne kadar dayanırım bilmiyordum. “Biz Pörtlekgöz diye birini arıyoruz” dedim umutsuzca. Adam ayağa kalkıp “Buyrun benim Salim Pörtlekgöz” dedi. Soy isim konusunda zamanın nüfus memurları tarafından şakalanmış bir aileden geliyor olmalıydı. Cebimden pusulayı çıkarıp uzattım. Ruloyu açıp baktı. Bir şey söylemeden dağınık raflara doğru uzandı. Saman kâğıdına basılı minik bir kitapçık çıkarıp uzattı. “Magmaca-Türkçe Sözlük” yazıyordu üstünde. İki sayfadan ibaretti. “Bize bu pusulayı okuyacağınız söylendi” dedim adama. “Okudum ve gerekeni yaptım, sonrası size kalmış” dedi. Debbağa sormadığım tüm soruları Salim Pörtlekgöz’ün üstüne boca ettim. “Bu konuda hiçbir malumatım yok, size yardımcı olamayacağım kusura bakmayın” dedi. Sözlüğü alıp çıktık. Necdet’i köye yolcu edip önüme çıkan ilk çay ocağına daldım. Magmaca-Türkçe  Sözlüğü masaya yatırdım. Avuç içi kadar ve iki sayfadan ibaretti. Değil masaya zigon sehpanın en küçüğüne bile yatırılırdı. Uzun uğraşlardan ve bolca küfürden sonra, sözlüğün mantığını çözmeye başlamıştım. Sözlüğün, Magmaca bir harfin ebcet hesabına benzeyen bir takım hesaplarla Türkçe’deki harf karşılığını bulma üzerine kurulu bir yapısı vardı. Eğer tezim doğruysa pusuladaki ilk harf olan Magmaca “H” harfi bir takım hesaplar sonucu Türkçe’de “K” harfini karşılıyordu. Magmaca “K” ise Türkçe’deki “İ” harfine tekabül ediyordu. Yalnız her bir Magmaca harfin Türkçedeki karşılığını bulmak için her seferinde
arklı bir hesap yapmak gerekiyordu. Saat gece 1:00’i gösterirken aşağıdaki neticeye ulaştım:

Masaya sağlam bir yumruk attım. “Buldum!” O gün malzemecinin göz ucuyla köpeklerin olduğu tarafa yinelenen bakışları beynimde şimşek gibi çaktı. Polise giderken Sezai’yle ilgili şiddet ve korku içeren görüntüler canlandı zihnimde. Sonra da köpeklerin pis
bakışı. Polis tarafından spor kulübüne ait tesiste yapılan arama neticesinde, Sezai köpek kulübelerinin arkasındaki bir barakada elleri kolları bağlı ve yaklaşık 25 kilo vermiş halde bulundu. Tanınmayacak haldeydi ve vücudunda işkence izleri tespit edilmişti. Sezai henüz bilinmeyen bir sebeple kulüp başkanıyla ters düşmüş ve psikopat kulüp başkanı ona bu kötülüğü yapmıştı. Kulüp başkanı ve diğer üç şüpheli tutuklu yargılanmak üzere adliyeye sevk edildi.

 

Sezai:
Sezai’yi hastanede ziyaret ettim. Başımdan geçenleri anlatırken gözyaşları ılık ılık
yastığını ıslatıyordu. Özgürlüğünden mahrum kalmış, aç bırakılmış, işkence görmüştü.
Yaşananlar Sezai’yi sarsmış, hayatında ciddi bir kırılmanın yaşanmasına neden olmuştu.
Futbolu bıraktı, babadan kalma sedef kakmalı ve 3 basamaklı boyacı sandığını alıp
medresenin yanında ayakkabı boyamaya başladı.

Kaş Köyü Dostluk Spor:
Kaş Köyü Dostluk Spor aradığı orta saha oyuncusunu hiçbir zaman bulamayacaktı.
Başkanlıktan istifa ettim. Lig başlamadan takım dağıldı. Kaş Köyü Dostluk Spor ayağa
kalkmayı umarken tekrar yıkıldı.

Necdet:
Kahvesine geri döndü. Yaşanan hadise onu da etkilemişti. Kulüp sevdasından
vazgeçti. Şimdilik durulmuştu. Ama huylu huyundan vazgeçmeyecek, ilerleyen günlerde
rahat duramayıp olmadık işlere burnunu sokacaktı.
Malzemeci:
Sezai’yi kurtarmak için hazırlanan mantık yoksunu planın arkasında onun olup
olmadığı hiçbir zaman bilinemedi. Soranlara “olur olur iyi olur” diyordu.

Ben:
Sicil-Lisans servisindeki işime dört elle sarıldım. Kış geldiği için artık bitki çayı
yerine salep içiyorum. Kilo yapıyor diyor bayan arkadaşlar ama kulak asmıyorum.

Sonra mı? Sonra gidip saç ektirdim işte.

 

Bir yanıt yazın

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi