
Baş tacı
Hikaye: Adem Yağmur
Babamla birlikte gelmiş, oturma odasında başköşeye kurulmuştu. Birkaç kişi ile birlikte içeriye ancak girebilmişti. Onun korumaları gibi olan bu adamlar sonra gittiler. Koyu tenli, boy ve kilo oranı birbiriyle uymayan sıska bir tipi vardı.
Evimize ilk defa gelen bu konuğu görünce çok şaşırmıştım. Babam; “Evladım! Bu bizim konuğumuz, misafirimiz, yakınımız velhasıl baş tacımız.” dedi.
Baş tacımız mı?
Babam artık eve her zamankinden daha erken geliyor, gelir gelmez de hemen onun yanı başına oturuyordu. Hatta onun tam karşısına değil de yan tarafına oturarak bizim de konuğumuzun söylediklerini ve davranışlarını daha net görmemizi istiyor arada birde “Bak
bak! iyi dinleyin “diyerek bizim dağılan dikkatimizi toparlamaya çalışıyordu. O, konuşmaya başladığında babam gözlerini ondan alamıyor, hiç sesini çıkarmıyor arada kahkaha atarak gülüyordu. Önceleri edeple tebessüm eden babamın tebessümlerinin şimdilerde kahkahaya dönüştüğünü görüyor şaşırıyordum. Onun konuşmaları ise öyle çok önemli konular değil hep neşeli şeylerden bahsederdi. Oturduğu daha doğrusu kurulduğu başköşeden hiç kalkmaz, herkes beni dinlesin der, hiç durmadan konuşur, dinlemeyenler olsa da onlara hiç mi hiç aldırmaz konuşmaya devam ederdi. Farklı farklı sesleri çıkarma yeteneği vardı; kadın, erkek, çocuk, hayvan hatta bunların
ses tonlarını bile birebir taklit edebiliyordu.
Babam sabah kahvaltısını onunda birlikte erkenden yapardı, oysa önceden hep beraber yapardık kahvaltımızı. Sabah kahvaltısında babamın neşeli sohbetlerini dinlerken, onun gelmesiyle birlikte artık babam konuşmayı unutmuş gibiydi. Annemin dediğine göre o, kahvaltıda önemli haberler veriyormuş, aynı evde kalıyoruz nerden alıyor bu haberleri bilemiyordum. Annem ve ben bu durumdan iyice rahatsız olmaya başlamıştık, ben bütün bu olanları anlamaya çalışıyordum ama annem rahatsızlığını yer yer belli ediyordu; “Bey artık yüzümüze bakmaz oldun bir kusurumuz mu var acaba?” diye babama imâlı bir taş atsa da babam oralı olmuyordu. “Yok, canım siz de abartmayın artık ayıp oluyor ama…”
Akşamları artık misafirliğe gitmez olmuştuk. Babam da eve pek misafir almıyordu. Birkaç kez evimize konuğumuzu ziyarete gelenler oldu ama baş konuğumuzun olduğu yer de kimseye söz sırası gelmiyordu. Hatta ve hatta kimsenin söz hakkı dahi yoktu. Bu ziyaretlerden ne gelen misafirlerimiz ne de biz bir şey anlıyorduk. Aslında konuştuğu şeyler bize yabancı konulardı. Yaptığı şakalar ve neşeli konularda bizim gülmemizi hedeflese de ben çoğu zaman utanıyordum.
Evdeki yemek kültürümüzde yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. Bize hep farklı lezzetler tatmamızı tavsiye ediyordu, babam da bunları bir emir gibi anlıyor annemden bu tavsiyelere uyması için ısrar ediyordu. İtalyan usulü makarna, Rus salatası, tarator, beşamel sosları, hatta annemin ismini bir türlü söyleyemediği, “Suşi”.
Annem ısrarlar neticesi farklı lezzetleri deniyordu ama ortaya çıkan sofraya gelmeden çöpe gidiyordu, hatta Suşi denemesi en çok mahallenin başıboş kedilerine yaramıştı. Tavsiyeler uzayıp gidiyordu; Sedir de oturmayın, çekyat ve divan oturma takımları, sekiz kişilik yemek masası ve yemek takımları, konsol, etajer, vitrin derken evin şekli iyice değişmişti. Amerikan mutfağını ilk defa duyan annem; “ Oturma odası kokudan geçilmez” diyerek babama itiraz ediyordu. Dolayısıyla babamın ödemekte iyice zorlandığı taksitler neticesinde de yer sofrasındaki yemek âdeti yerini aynen muhafaza etmişti.
“Hey dostum! Kopmuşsun iyice, dünyamıza dön” diyen bir sesle uyandırıldığımda babamın gülen yüzüyle karşılaştım. Duyduğum sesler babama mı aitti yoksa rüya mı gördüm bu durumu ayırt edememiştim.
Annemde artık babama kayıtsız kalamamış ilk başlarda şakadan olan ama sonra alışkanlık haline gelen annemin tuhaf konuşmalarına şahit oluyordum. Sabahları annem babamı işe yollarken; “Çüüüz, görüşüçüüüz” diyerek uğurluyor babam da başparmağını yukarı doğru kaldırıyor, diğer dört parmağını da yatay bir şekilde katlayarak bu hareketine birazda tebessüm ekleyerek evden ayrılıyordu.
Evde yalnız kaldığım bir zaman da salonda ki konuğumuzdan, bilmediğim bana yabancı gelen kelimelerle çok ilginç bir şarkı duyunca hemen salona koştum. Alışık olmadığım bir tarz da çok hareketli bir şarkı seslendiriyordu. Hoşuma gitmeye başlayınca ritmine ayak uydurmaya başlamıştım;
Kendisine bakarak yaptığı hareketleri aynen tekrar ediyordum, ellerimi çırpıyor, dizlerimi öne doğru bükerek yarım daire çiziyor, topuklarımı havada birleştirecek şekilde zıplıyordum. Çok hoşuma gitmişti. Şarkı söylemesi bittikten sonra ne olur bir daha söyle diye ısrar ettim ama beni dinlemedi.
Yavaş yavaş onu sevmeye başlamıştım, ilerleyen günlerde bana öyle masallar anlatmıştı ki anlattığı her şeyi aklımda tutabiliyordum. Arkadaşlarıma dinlediklerimi anlatırken bütün ayrıntılara dikkat ediyordum. Her şey önümde bir film şeridi gibi akıyordu. Her akşam babam annem ve ben onun karşısından ayrılmıyorduk. Sadece bana “ Artık saat 21.30 oldu sende bütün çocuklar gibi yatağa girmelisin.” deyince babamın kaş göz işaretiyle annem beni yatağa götürürdü…
Zaman çok hızlı akıp geçiyor, onunla yaklaşık iki yıllık bir birlikteliğimiz olmuştu. Bir cumartesi günü öğleden sonra babam konuğumuzu ani bir hareketle hiç konuşturmadan tuttuğu gibi kapının önüne koyuverdi. O da sanki olacakları biliyormuş gibi bu duruma hiç itiraz etmedi. Annem de ben de çok şaşırmıştık. Çok kısık bir sesle “Baba ne yapıyorsun, yapma” diyebildim ama sesimi duyuramamıştım. Annem kendisine sorulmadan getirilen konuğun evden ayrılmasından mutlu mu oldu üzüldü mü bunu anlayamadım Benim için tek gözlü sevimli bir devi andıran konuğumuzda arkasına bakmadan ve de babama hiç direnmeden çıkıverdi evimizden. Oysa babam onu çok seviyordu. Hayatımıza bir farklılık katmıştı.
Ne oldu da bu hale gelmiştik. Bu durumu o hiç mi hiç hak etmemişti.
Babamın bacağına sarılıp pantolonunu çekiştirerek “Baba ne olur onu bizden ayırma ben onu çok seviyorum.” diye yalvarınca, babam bana doğru iyice eğilerek gözlerimin içine baktı ve şefkatli bir ses tonu ile ; “Biraz sabırlı ol yavrucuğum.” dedi. Birkaç saat sonra aynı şekilde giyinmiş iki adamın kolları arasında birisi geldi ve içeriye girerek salondaki başköşeye önceki konuğumuzun yerine kuruldu. Babam; “ Evladım artık bundan böyle yeni konuğumuz bu olacak” dedi.
Babamın bu konuşması beni çok şaşırttığı gibi iyicede heyecanlandırmıştı. Salondaki konuğumuzun tam karşısına geçerek onu baştan ayağa incelemeliydim. Bu konuğumuz öncekinden biraz farklıydı. Öncekinin dışa doğru çıkık olan gözünün yerine bunun gözü gözlüğünün çerçevesine iyice uyumlu, öncekinin ahşap kasasının yerine bu gri boyalı plastik kasalı, düğmelerine basmadan uzaktan kumanda ile çalışan açıldığında bize renkli bir dünya sunan ve aynı zaman da bize öncekine nazaran geniş bir bakış açısı kazandıran yetmiş ekranlı konuğumuz eskisini kısa sürede unutturmuş, baş konuğumuz daha doğrusu baş tacımız olmuştu.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.