Kim bu Zeybekler?
deneme- Cemil Özen
Cepkenimizden renk almış bu dağlar,
Rüzgâr eser, su çağlar. . .
Dağlar, Canım Efeler. . .
Zeybekler. Batı Anadolu’da kendilerine has yaşam tarzları, efsanevi ve özendirici yiğitlik ve mertlik dolu hikayeleri, oyunları, türküleri. . . Bu başkaca duruş, bu başkaldırış, bu yüzden birçoklarını cezbeder, kendine çeker. Mert, cesur, düşenin yanında, haksızlığın karşısında bir abide gibi dikilirler. Bilhassa bu kadim toprakların son kurtuluş savaşında gösterdikleri üstün başarılar ile ünlerine ün katmışlardır.
Peki kimdir bu Zeybekler? Efe kime denir? Nereden gelirler? Biraz daha derinden irdeleyelim, bakalım neymiş işin aslı, hep birlikte öğrenmeye çalışalım.
Efe tabirinin Rumca’dan alınan “Efendi” sözünün kısaltılması sonucu geldiğini savunanlar olmasına rağmen “Efe” kelimesi, efendinin tam karşılığı değildir. Cevat Şakir Kabağaçlı, namı değer Halikarnas Balıkçısı, Efe kelimesinin aslında genç ya da delikanlı anlamına geldiğini söyler.
Celal Esad Arseven‘in düzenlediği‚ Sanat Ansiklopedisinde‘ ise “Eskiden asayişin korunmasına memur, hafif silahlı bir asker sınıfına verilen addır. Selçuklular zamanında Aydın ve Teke taraflarında böyle bir askeri sınıf oluşturulmuştu ki bunlara Efe denirdi“ der.
Bir başka tanımlamaya göre ise Efe sözcüğü ‘Efeb’den gelmektedir. Efeb teşkilatı Yunanistan’dan önce Anadolu’da kurulmuştur. Bunlar da tıpkı Zeybekler gibi dağ başında talim eder, daha sonra kente gelip tiyatroda silah oyunları oynarlardı.
Zeybek kelimesi ise mana bakımından efe kelimesine göre daha eskileri işaret etmektedir. Ahmet Vefik Paşa, “Lehçe-i Osmani”de “Zeybek“tarifini şöyle yapıyor: “Hafif tüfenkçi asker. Devlet-i Selçukiye zamanında Teke ve Aydın yöreleri tarafından Mısır’a celb olunan asker. Zaptiye askeri.
İlk Türk Tarihi yazarlarından olan Aşık Paşa ki, Cevat Şakir Kabaağaçlı’da kendisinin derlediği birtakım bilgileri kaynak olarak almıştır, Anadolu’daki Oğuz Türklerini dört gruba ayırır;
- Gaziyani Rumlar
- Ahiyani Rumlar
- Abdalani Rumlar
- Bacıyani Rumlar
Belirtmekte fayda var. Burada kullanılan “Rum” kelimesi “Ortodoks Hristiyan” manasına gelmez. Roma İmparatorluğu ikiye bölündüğünde Anadolu coğrafyası – Balkanlar ve başkenti İstanbul’a “Doğu Roma” ve bu coğrafyanın tüm halklarına da “Rumi” deniyordu. Örneğin; Celaleddin-i Rumi denilince akla Romalı, yani Anadolu’lu Celaleddin geliyordu.
Aşık Paşa’ya göre Gaziyani Rumlar efe, zeybek ve kızanlardan oluşuyordu. Yazar, birbirinden ayrı düşünülmeyen bu üç unsuru Anadolu kültür medeniyetleri açısından değerlendirip bunlara “İbakki” demekteydi.
Ancak “İbakki” kelimesinin bundan daha da eskiye dayandığı aşikar.
Burhan Oğuz, “Anadolu’da Dansların Bölgesel Ayrımı” adlı yazısında zeybeklerden bahsederken şu anektodu veriyor.
“Zeybek ile arapça “zeybak”ın fonetik yakınlığı bir varsayımın doğmasına yol açıyor. Araplar Mısır’da kullandıkları ve Ahmet Vefik Paşa’nın tarifini yaptığı Zeybek bölgesinden aldıkları askeri “Zeybaki” yani “Civa gibi – çevik ve hareketli” diye nitelendirdiklerinden bu isim o bölge halkına alem olmuş. Daha önce Halife’lerin “tehalükle” Türk esirlerini satın aldıklarını anlatmıştık. Ama bu işler IX. Yüzyıla aitti ve o tarihlerde İyonya’da (Ege ve Akdeniz bölgesinin batısı) Türk yoktu. Türkmen’in oralara varmasından sonra da bunlar arasından Mısır’a asker celb edilmesi ancak Yavuz’dan sonra olabilir ki “Zeybak” adının bu tarihlerden öncelerine ait olması melhuzdur. Şu halde varsayım doğru kabul edildiğinde Mısır’a giden “Civa gibi” asker meskur bölgenin Hristiyan (ya da putperest) unsurlarındandı.”
Cevat Şakir Kabaağaçlı’da Zeybek sözünü mitolojiye dayandırıyor; „Homeros bu sözü „olaks“diye Omeqa ile yazar. Omeqa ise, o dönemdeki inanışa göre ana tanrıçanın ilkbaharda doğurduğu “Dünya” yumurtasının bölünerek iki ayrı “O” halini almasıdır. Ayrılan bu yumurtalardan, tüm yaratıklar (obekkos) ve bitkiler (Tobekkos), yani “İbakki” – “Zeybek” ortaya çıkmıştır.”
Hz. İsa’dan önceki bazı Latin şairleri “İbakki’lerin başlarına Tir (Sur Şehri) kırmızısından bir külah giydiklerini, dans ederken de takma saçlarını havaya fırlattıklarını ve aynı zamanda başlarına asma yapraklarından, kaya sapan sarmaşığı veya kır çiçeklerinden bir çelenk taktıklarını” yazmışlardır.
Tir kırmızından külah, festir. (Zeybeklerin feslerinden sarkan püsküller tartıyla alınırdı. En hafifi yüz dirhem, yani çeyrek okka gelirdi.)
Bu püsküller saç gibi arkadan ya da yandan omuza sarkıtılırdı. Çelenk ise günümüzde Zeybek çevresidir. İbakkiler dağlarda dans ederlerdi. Keçi, geyik ve pars postu giyerler ve postların iki ayağı omuz üzerinden arka aşağıya sarkıtılırdı. Bunlar günümüzün Cepken ve Camadanı olmasın sakın.? Dansları da „Bakkik“ ya da „Dionisiac“ idi. Buna göre Zeybek önce meydanı dolaşır, ellerini kaldırıp üzüm salkımını koparır, sonra kalkar üzümü çiğner ve şarap suyunu çıkarırdı. Zeybekler Tehnel (Defne) ağaçlarının bulunduğu yerlerden hiç geçmez, buraları kutsal sayarlardı. (Defne dalı Apollon çelengidir. Zeybekler için ölümü simgeler.)
Velhasılı toparlayacak olursak zannımca şu ifade yerinde olacaktır; Anadolu’da Efelik ve Zeybeklik, bu topraklar üzerinde yaşamış olan farklı toplumların kültür ve inanç sistemlerinden beslenerek günümüzdeki halini almıştır ve kökleri tarih içerisinde çok derinlere uzanmaktadır.
Eh, isimler ve kökenleri üzerinde bu kadar durduğumuz yeter. Birazda meselenin kültür mirası boyutuna bakalım.
Folklorik unsurlarına bakacak olursak eğer Ege‘nin oyun türü „Zeybektir.“ Biraz daha yer-yurt tabir edecek olursak, Zeybek oyunları daha ziyade Sakarya – Afyon – Burdur – Isparta ve Antalya hattının batısında görülür. Kadınların oynadığı oyunlar ve ezgileri erkeklerinkine nazaran daha kıvrak ve nazik, aynı zamanda bir o kadar da hareketlidir. Erkek oyunları ise daha ağır ve tartımlıdır. Yöredeki bir adı da “Ağır Zeybek” tir. Egenin birçok yerinde oynanan ağır zeybeklerin başlıcaları İzmir, Aydın, Muğla ve Manisa illerinde görülür.
Hüseyin Hilmi Bayındır, 1964 yılında yayımladığı “Tarihte Zeybeklik ve Musıki” adlı kitabında, oyun figürlerindeki çeşitli hareketleri Türklerin kartal, atmaca ve şahin gibi yırtıcı kuşları kutsal bellemelerinden kaynaklanan taklitleri olarak tanımlar. Zira, oyuna duran zeybeklerin kollarını açıp, kapamaları, pençe gibi gergin el ve parmaklar, yükselip süzülürcesine havada asılı kalmalar, dönüp yere pike yaparcasına alçalmalar ve tekrar avını kapmışçasına yerden yükselmeler hep bir kartal ya da şahinin benzer durumdaki tasvirlerini anımsatır.
Orhan Hakalmaz konuyu müzikal açıdan ele aldığı tez çalışmasında “Türk Halk Müziğinde Zeybek sözcüğü müzik türü ve oyunun sembolüdür“ der. Doğrudan doğruya oynanan oyun ve oyunun müziğini işaret eder. Oyun ve müzikler tavır ve uslup açısından diğer türlere göre ciddi farklılıklar gösterirler.
Zeybek oyunlarını diğer Anadolu danslarından ayıran temel özellikleri, bireysel figürlerin çokluğu, tek olarak ve serbest oynanması, toplu oyunlarda ise daire formatında ve ekseriyetle bağlanmadan, temassız oynanmasıdır. Oyunlarda ağır ve vakur bir duruş vardır. Oyuncularda yüksek konsantrasyon ve denge gözlemlenir. İzleyen ve oynayan herkes Zeybek müziğinin kendine has tınıları ile mest olur, insanın içinde yiğitlik, ve kahramanlık duyguları haşrolur.
Halk müziğinde çeşitlerine göre zeybekler Bengi, Kesinti, Mengi, Sekme ve Güvende olarak sınıflandırılır. Tempolarına göre ise Ağır ve Kıvrak (Yürük) olarak ikiye ayrılmaktadır. Oynanış biçimlerine göre ise Tek, Çift, Toplu Kadın, Erkek ve Karma zeybekler olarak ayrışmaktadırlar. Ayrıca icra geleneğine göre de sözlü ve sözsüz zeybekler olarak ikiye ayrılırlar.
Günümüzde geleneksel olarak halen oynanan belli başlı “Zeybek” Oyunlarından bazıları şunlardır:
- Süslü Jandarma Zeybeği
- Yund Dağları Zeybeği
- Kadıoğlu Zeybeği
- Kırmızı Buğday Zeybeği
- Hantuman Zeybeği
- Koca Arap Zeybeği
- İki Parmak Zeybeği
- Yağmur Yağdı Zeybeği
- Kuruoğlu Zeybeği
- Feraye Zeybeği
- Muğla Zeybeği
- Kerimoğlu Zeybeği
- Yağmur Yağdı Zeybeği
- Tavas Zeybeği
- Serenler Zeybeği
- Avşar Zeybeği
- Harmandalı Zeybeği
- Çandarlı Zeybeği
Zeybek oyunları halen yöresinde, yurdunda, ovasında, yaylasında, genç ihtiyar, yediden yetmişe herkes tarafından oynanmakta ve kültür sapasağlam ayakta tutulmaktadır. Bu köklü ve zengin geleneğe gönül veren, sahip çıkan nice dernek, topluluk, kurum ve kuruluş çeşitli vesileler ile kültürümüzün bu nadide parçasını yaşatmaya devam etmektedir.
Zeybek Yemini
Efe: Kızanlar, bu dağların sahibi kim ? Kızanlar: Erimiz!
Efe: Yiğidi kim?
Kızanlar: Efemiz!
- Susuz derelerde kavak biter mi? Bitmez!
- Bitkisiz diyarlarda duman tüter mi? Tütmez!
- Yiğit kime derler?
- Sözünde durup, efesiyle ölene.
- Korkak kime derler?
- Sözünden dönen, aman dileyene
- İnsan dünyaya niçin gelir? Ölmek için!
- Doğup ta ölmekten kuşkulanan bebeler?
- Dertlenip hortlamaya!
- Var yemezlere acımak mı yoksa dayak mı haktır?
- Dayak haktır.
- Yiğitlerde ne yoktur?
- Merhamet.
- Korkaklar zeytini nerde düğerler?
- Ağaç dibekte.
- Yiğitler yağı nerde kavururlar?
- Zalim göbeğinde.
- Sözünde durmayan kahpe bacının öz kızanı olsun mu?
- Olsun!
- Su dualı yatağan böğrüne batsın mı?
- Batsın!
- Doğru söylediğinize ‘Nasuh tövbesi’* olsun mu?
- Olsun!
* Nasuh tövbesi Zeybeklikte, şartlarına uyarak içten, kalben yapılan yakarıştır. Kur’anda 66. Sure olan “Tahrim” Suresinin 8. Ayetine dayandırılır.
“Görüyor musunuz sizde o baş eğmeyen Yörükleri,
Kızıl atlar üzerinde güneşe koşan yiğitleri?”
“O sağrısı geniş, beyaz ve siyah… Ve kızıl atlar,
Özgürlüğün uçsuz bucaksız topraklarından,
Rüzgar kanatları takmış gibi geliyorlar,
Dörtnala ve durmaksızın. . . „
“Cesareti korkunun koynunda görmüş,
Toprağa baş, yıldızlara düş sermişlerdeniz. . .
Ateşler yakarız ateş böcekleriyle. . .”
Adama durup dururken Türkü yakmazlar. . .
“Şu dağlardan geçtin mi, Yörük Ali’yi seçtin mi?
Efelerin efesi, Yörük Ali’yi seçtin mi?” Haziran 20
Yazı- Cemil Özen