Maymun Gibi

Maymun Gibi

Hikaye: Tuba Sina Aydın

Öğleden sonraydı. Mahkemenin önündeki kalabalık yavaş yavaş azalıyordu. Etraf muz kabukları, tüyler, kuş pislikleri ile dolu olduğundan yine iş başa düşmüştü. Süpürgeyi, faraşı alıp her yeri süpürmeye başladım. Gözlerim yukarıdan düşen pisliğe takıldı. Kafamı yukarı kaldırdığımda kargayla göz göze geldim. Sırıttı. Ardından “Huh hah hah” ya benzemeye çalışan sesler çıkarıp diğer arkadaşlarını yanına çağırdı. Yumruğumu sıktım. Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum ama susmak zorundaydım. Çünkü geçen seferde beni krala şikayet etmekle tehdit etmişti. Eğer üzerlerine gidersem beni terörist yılan ve akreplerin kol gezdiği ormanın en kuytusundaki karakola sürdürürmüş. Yapar mı yapardı. Ne de olsa kralın danışmanlarından birisi onların dayısıydı. Kafamı eğip,  bunları hiç görmemiş gibi yaptım.

       Onlar pisliklerini atmaya devam ederken mahkemeye tutuklu gazeteci papağanı getirdiler. İçerdeki duruşma henüz bitmediği için timsahlar onu salon kapısının önündeki banka oturttular. Timsahlardan birisinin asker kıyafetinin üzerine yanlışlıkla elimde tuttuğum faraştan bir pislik fırlamıştı. Nasıl korktuğumu anlatamam. Timsah bir anda  kuyruğuna geçirdiği postalı sert bir şekilde yere vurdu. Timsahın bu hareketinin ne anlama geldiğini çok iyi bildiğimden hemen “Huh hah hah” deyip parmaklarımla göbeğimi gerdanımı gıdıkladım. Hemen ardından aksayan ayağımın acısına aldırmadan ağaca tırmanıyormuşum gibi yapmaya çalıştım. Hem timsaha gülümsedim, hem de güvenlik kamerasına. Ben böyle yapınca timsah postallı kuyruğunu geri çekti. Ardından maymun tüyü ekili kollarıyla bana “Defol git!” şeklinde bir hareket yaptı. Oh! Rahat bir nefes almıştım. Almıştım da, kalbimin hızlı hızlı atışı kolay geçeceğe benzemiyordu.

Bir başına düşünceli biçimde oturan gazeteci papağanın yanına az sonra avukatı baykuş geldi. Ayaklarına dolanan cüppesinden dolayı düşmemek için kontrollü yürüyordu. Papağanın yanına oturur oturmaz, büyük bir ciddiyetle  gözlüğünü burnuna doğru oynattı. Ardından elindeki dosyaları karıştırıp, papağana bakarak “cık cık” yaptı:

– İşin zor. Hâlâ niye ısrar ediyorsun? Pişman olduğunu belirten birkaç şey yazsaydın gazeteye böyle olmazdı.

– Ben yazdıklarımın arkasındayım.

– Nasıl arkasındasın?  Sen basbayağı anarşi çıkarmışsın. İnsan hiç “Muz yemek karnımı ağrıtıyor.” diye bir makale yazar mı? Hem de koskoca maymun kralın ülkesinde.

Bir sessizlik olmuştu. Papağan iç çekerek karşı duvarı boydan boya kaplayan maymun kral portresine baktı. Kral her zamanki gibi muz yerken ve de muhtemelen “Huh hah hah” derken bu pozu vermişti:

– Neyse boşverin o makaleyi. Baykuş söyler misiniz, ben ne kadar daha yatıcam içeride?

– Sen müebbetliksin!

               Bu cevabı az önceki timsah vermişti. Koca ağzını papağanı yutacakmış gibi açtıktan sonra  sağ omzunu papağana doğru yaklaştırdı. Şerit halinde sıralanmış muz kabuğu apoletlerini göstermeye çalışıyordu. Timsahın hamlesinden sonra papağanın zaten bozuk olan morali iyice mahvolmuştu. Arkasına yaslanıp bileklerindeki kelepçeyi izlemeye başladı. Onun suskunluğunda baykuş konuşmasına devam ediyordu:

– Çok haklısınız timsah. Huh hah hah…Bak papağan, dosyanda maymun olma yolundaki estetik ameliyatlarını eleştirdiğin köşe yazıların da var.  Hele onlardan nasıl sıyrılırsın bilmem. O yazıların yüzünden ormandaki bilmem kaç tane hayvan maymuna benzemekten vazgeçti. Bu düpedüz vatana ihanet! Senin yüzünden onlar da hapiste şimdi. Aklını başına al…

Derken mahkeme salonunun kapısı açıldı. İçeriden kucağında bir tomar muz kabuğuyla tilki çıktı. Peltek, kırçıllı sesine yakışmayan “Huh hah hah”sıyla hoplayıp zıplıyordu. Her taraf bir anda muz kabuğu olmuştu. Peşinden ağlayarak tavuk ve de avukat şahin çıktı. Şahini gören baykuş hemen yerinden kalkıp meslektaşını selamladı. Kendi aralarında birkaç kelam etmeye çalıştılar ama tavuk çok gürültülü ağlıyordu. O buradan uzaklaşana kadar birbirlerinin dediklerini anlamadılar. Tilki hemen gitmedi, az ilerde güvenlik kameralarına ve timsahlara ağaçtan ağaca atlama repliğini göstermeye çalışıyordu. Baykuş merakla şahini soru yağmuruna tuttu: Duruşmada ne oldu? Tavuk neden ağlıyordu? Tilkiyi heyecanlandıran şey neydi?…

– Duruşma çok heyecanlıydı dostum. Bu sabah tilki tavuğun kümesindeki bütün civcivlerini yemiş. Bunu öğrenen tavuk o üzüntüyle maymun kralın yanına  şikayet için gitmiş. Sonra öğlen 12.00’ye mahkeme saati verildi. Taraflar söz alıp durumlarını anlattılar. Yazık, aslında tavuk içerde daha fazla ağlamıştı ama maymun kral tilkinin lehine karar verdi. Meğer Tilki mahkemeye gelirken eli boş gelmemiş. Bir sandık dolusu muzu içeri girer girmez maymunun önüne attı. Bu hoş karşılamanın üzerine bizim kral dönüp bu kez tavuğa sordu: “Sen ne getirdin?” diye. Tavuk da getire getire anca yem soslu muz ezmesi getirmiş. Kral yemi görünce küplere bindi: “Benim kuruyemişle karnım mı doyar?” dedi. Bunun üzerine tavuk son kozunu oynamak için  maymun gibi olmaya çalıştı ama cık. Beceremedi, maymun kral tavuğun kefaletle serbest kalmasına hükmetti.

– Peki tilki için ne karar verdi?

– Valla baykuşçum. Bizim maymun kral tilkiye bayıldı. O nasıl zıplamalar, hoplamalar öyle? Maymun kral yanındaki danışmanlara durup durup “Bana böyle  adam lazım.” dedi. Bu tilki ormanın güneyindeki bankalardan birinde güvenlik görevlisiymiş. Maymun kral: “Bundan sonra oranın müdürü sensin.” dedi. Valla şu tilkiye imrendim doğrusu. Bir günde ne şanstır böyle?

– E peki civcivler?

– Ha onlar da şöyle…

Sözleri yarıda kalmıştı çünkü mübaşir horoz, salon kapısının eşiğinde durup sıradaki duruşma sanığı olan bizim papağanın ismini okuyordu. Timsahların kolları arasındaki papağan ve baykuş mahkeme salonuna geçtiler. Onlar içeri girince salon kapısı sert bir şekilde kapandı. Ardından ortam bir anda sessizleşti. Mahkeme önünde bir tek benle şahin kalmıştık. Avukat şahin benim onunla ne zamandır konuşmak istediğimi biliyordu. Oturduğu banktan bana siyah kanatlarıyla gel işareti yaptı. Gittim, yanına oturdum:

– Bak çekirge. Seni sever sayarım. Buranın emektarı dürüst, efendi adamsın ama malesef sana vereceğim haberler kötü. Senin oğlun için itfaiyedeki o işle alakalı olarak maymun  kralla konuştum. Kral önce makul karşılamıştı ama sonra aldığı duyumlar sonucunda vazgeçti. Timsahlardan gelen araştırma sonuçlarına göre, oğlun geçen sene orman üniversitesindeki papağanın verdiği konferansa katılmış. Benden duyduğunu söyleme ama bak ben seni şimdiden uyarayım. Bu bilgiyi aldıktan sonra büyük ihtimalle oğlun hakkında soruşturma açılabilir. Haberin olsun.

Suratımın ortasına yumruk yemiş gibi oldum, şahine baktım. Elim ayağım titreyerek:

– Ama nasıl olur? O konferansta kral da vardı. Hatırlasana, en ön koltuklarda “papağanı alkışlamayana muz yok” diye bağırıyordu.

Şahin dudaklarını büzdü. Kafasını ilk önce evet anlamında salladı. Daha sonra da  iki avucunu yanlara açıp “Yapacak bir şey yok” demeye getirdi. Ben ise üzüntüyle sıçramaya başladım.  Daha sonra şahine teşekkür ettim. Yanından bir sıçrayarak iki sıçrayarak uzaklaştım. 

N’apalım? Yapacak bir şey yoktu. Ben de elime faraş ve süpürgeyi alıp temizliğe kaldığım yerden devam ettim. Türkü söyleye söyleye  mahkeme salonunun kapısının önündeki pisliklere kadar gelmiştim. Kapıdan  kulağıma içerinin sesleri geliyordu. Dayanamadım kulağımı yaklaştırdım. Cızırtılar “Huh hah hah”lar arasında açıkçası her şeyi duyamadım. Ancak maymun kraldan geldiğine emin olduğum şu birkaç şeyi net duymuştum

– Bana bak papağan! Muz Cumhuriyeti Devleti’nde yaşamayı öğreneceksin!

 

Hikaye: Tuba Sina Aydın

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi