Mut’lu
Hikaye: Meryem Samur
İnsanın insanla yorulduğu bir zamandı. Beklemek ve yaşamak eş değer eylemlerdi hayatımda. Çocukluktan beri dünyayı gezme hayallerimi anlattığım anneme, şimdi küçük şehir insanı olduğumu ispatlamaya çalışıyordum. Dünya ile körebe oynayan bir çocuk misali; ebeleyemediğim sevincim, umut karası bir tülbent çekiyordu gözlerime. ‘Ölmeden Yapılacaklar Listem’ kaderimin ayak izlerini küçültüyor da gerçek mutluluğu toprağın altına itekliyordum. Ne de olsa yurdum insanı gibiydim ben de: Yaşamın mutluluğuna erilecek yegane yer toprağın altı olmalıydı.
Şuradan İzmir’e gitsem yetecekti halbuki. Fakat onun için bile zorunda bırakılmış bir tren yolculuğunu göze almalıydım. Köydeki dayım bunu duysa ‘Ayıp yahu, tren yolculuğunun nesi varmış!’ derdi. İnsanların ellerinden gönülleri hakkında fikir sahibi olmaya çalıştığım lise yıllarımdaki tren yolculuklarının çok geride kaldığını farketmiyordu dayım. Mahsülü para etmese dahi ekonomiye toz kondurmayan dayım, yolculuk yapmanın bile lüks olduğu zamanımızın metropol kentlerinde parça pinçik edilen yaşama sevincinin bitimine gözlerini yumuyordu.
Böyle bir zamanda tanıdım Kemal amcayı. Esmer teni, gözlerinin beyazını öyle ortaya çıkarıyordu ki onunla konuşurken gözlerinin ışıltısı farketmemek için zihninizin başka yerlerde olması gerekirdi. Işıl ışıl parlayan gözleri ‘Hayatın yükünü bu adam mı çekmiş?’, dedirtiyordu. Yıllarca uzun yol şoförlüğü yapmış biri için ne kadar da hareketliydi. Onunla azıcık sohbet eden biri, hayatında kimseye anlatmadığı bir şeyi, muhabbetin beşinci dakikasında anlatmaya başlayabilirdi. Bu his, çocuksu bir güvenden ziyade görmüş geçirmiş fakat bunca gördüklerine rağmen yaşamaktan umudunu kesmemiş birinin kadirşinaslığı idi.
Bir gün Van’da bir kahveye girmiş Kemal amca. Yetiştirilecek yükler var; niyeti çay içip kalkmakmış. Kahvede bir amca tanışmak için laf atmış Kemal amcaya.
-‘Nerelisin?’
-‘Mut’luyum.’ Adam gülmüş.
-‘Nasılsın demedim. Nerelisin?’
‘Mersin’, demiş Kemal amca.
-‘Cahile laf anlatmadım.’, dedi. ‘Güldüm geçtim.’
Güleç adamdı Kemal amca. Mutluluğunun sırrını sorsam gülüp geçmek derdi belki ya da Mut’lu olmam diyebilirdi. Mersin ilinin bir ilçesi olan Mut’tan bahsediyorum. Toros dağlarının eteklerinde esen, Göksu nehriyle güzelleşen bir şehir. Kalesiyle, kayısısı ile, nar ekşisi ve batırığı ile meşhur; tantunisi ile karın doyuran esmer insanların mutlu kenti.
Nereden geliyormuş bu ‘Mut’ ismi deyip Google’a tıklıyorum. Eski bir Mısır Tanrıçası başında tacı ile karşılıyor beni. Anlamı ‘anne’ olan Mut, dünyayı doğurmuş bir tanrıça. Dünyayı doğuran bir şehir canlanıyor gözümde. Toprağının bereketi, insanının samimiyeti bir yana misafirperverliği ile dünyamı doyuran bir şehir.
Kemal amca ile kalabalık bir aile pikniğindeyiz. Karaekşi Mesire Alanı’nda ağustos böceklerinin sesleri altında yakılan mangal ateşi beyleri bir araya toplamış. Çocuklar tahterevalli ile göğe yükselirken, hanımlar dertlerini çitledikleri sofralar kuruyor. Ağustos böceklerinin uğultusu hep kulaklarımda.
Ben:
-‘Haylaz böcekler ötüyor yine bütün yaz!’ deyince Kemal amca lafa giriyor:
-‘Niye haylaz dersin Cenab-ı Hakk’ın yarattığı canlıya? O da yaratılışının peşinde.’
-‘Öyle de Kemal amca, karınca ile ağustos böceği masalını bilmiyor musun?’ diyorum.
Kemal amca zihnini toplayan kısa bir bakışla süzüyor ulu çınarları.
-‘Ah o iftiracı masal! diyor. ‘Kışın ömrü olmayan böceğe yazın çalışmıyor diye iftira eden masal. Karıncayı övelim derken ağustos böceklerine haksızlık etmek nasıl hayat dersi olacakmış çoluk çocuğa!
-‘Nasıl yani?’
Bilgeliğini topraktan almış bir yörük edasıyla anlatmaya başlıyor Kemal amca:
-‘Uzun yollara gidince yolda çok radyo dinlerdim. Bir gün bir programda anlattı spiker. Ağustos böcekleri, bizim buradaki adı ile ‘Cır Cır Böceği’ toprağın altına larvalarını bırakırmış. Bu larvalar coğrafyasına göre 13 yıl, 17 yıl toprağın altında kalır da sıcak bir yaz günü çıkarmış gün yüzüne. Öyle uzun bekledi diye uzun ömürlü olacak sanmayın. 4 hafta yaşarmış bu böcek. O dört haftasını da neslini korumak için harcarmış. Erkek ağustos böceklerinin dişisine bir çağrıymış bu ses. Bir böceğin neslini sürdürme azmi. Pek severim ben bu böceği. Laf eden biri olursa da anlatırım hikmetini.’
Anadolu insanın ruhu öldü diyenlere bir müjde ile sesleniyorum. İncelikleri ile meşhur bu kültür hâlâ nefes alıyor. Burun kıvırarak geçmeyin, dinlemeden iftira etmeyin. Zira ağustos böceklerinin manifestosunu dinlediğim Kemal amca ile uzun bir yola çıktığınız bir ikindi vakti kavun karpuz satan bir yol kenarı manavında rastlaşabilirsiniz. Hatta gece olup umut türküsü çığlıkları atan ağustos böcekleri korosunun altında bu hikayeyi Kemal amcanın dilinden dinleyebilirsiniz. Yeter ki inanmaktan vazgeçmeyin, beklemekten ve yaşamaktan vazgeçemediğiniz gibi.
Hikaye: Meryem Samur