Ben Denize Aşığım
Hikaye: Mus’ab Atıcı
Serin bir bahar akşamı, gün batımı yine gökyüzünü kızıla boyamıştı. Şimdi şehrin üzerinde telaşla, çığlık çığlığa uçuyordu sığırcık kuşları. Mahallenin tüm çocukları dışarıdaydı sanki. Aylardır, belki yıllardır süregelen belirsizliğin açtığı tüm yaraları sarıyor gibiydiler. Olup biten onca şeyin ardından şehirde ayakta kalan birkaç mahalleden biri de burasıydı. Ama mahalle neredeyse boşalmıştı. Her şeye inat burada kalan mahalle sakinleri hep bir korku, bir bekleyiş içinde günlerini geçirirken tek tesellileri sabah uyandıklarında nefes alıyor olmalarıydı. Ülke yıllardır iç savaşın ve kargaşanın ortasında savrulup duruyordu. Mahalle uzayıp gidiyor, çocuk sesleri korkuyu bastırıyordu.
Mahallenin sonuna doğru, köşede özensizce inşa edilmiş ama bahçesi özene bezene yapılmış iki katlı evden radyo sesleri yükseldi. Haberler pek de iyi değildi. Zaten son birkaç yıldır hiç güzel haber duymamışlardı bu eski radyodan. Şehirlerinin hemen yanı başında onlarca aracın sevkiyatından bahsediliyordu. Üstelik dünyanın farklı ülkelerinin de adlarını da sıkça duyar olmuşlardı bu haberlerde. Zehra huzursuzca kımıldandı. Masanın üzerinde duran çaydan bir yudum daha aldı. Sınırdan ülkelerine giren diğer devletlerin yetkililerinin demeçleri hakkında bilgiler veren radyo haberleri canını çok sıkmıştı. Böyle zamanlarda içindeki belirsizlik onu oldukça hırpalıyordu. İçeride mutfakta bulaşık yıkayan annesi ve hemen birkaç metre ileride bahçe ile ilgilenen babasının duymayacağı şekilde mırıldandı “Ne istiyorlar bizden ?” Başını kararsız ve yorgun bir ifade ile gökyüzüne kaldırdı. Bulutlanmış gözlerinin bir durak arkasında gözyaşları vardı. Az ileride anne ve babasının olduğu aklına gelince ağlamamak için dudaklarını ısırdı. Radyoda dönüp duran haberlerden öylesine sıkılmıştı ki göz ucu ile babasının bahçe işine daldığını görmesi ile radyo istasyonunu değiştirmesi bir oldu. İstasyonlar arasında gezerken bir anda durdu. Küçükken büyükannesinin yorgun sesi ile ninni niyetine kendisine söylediği şarkı çalışıyordu. “Ana baashaq el bahr” Bu şarkıya çok aşinaydı.
Gözlerini kapattı ve eşlik etmeye başladı “ Ben denize aşığım …”
Böyle zamanlarda dünyanın en mutlu çocuğu olduğunu düşünürdü. Güzel bir şarkı dinlediğinde, sevdiği yemek yapıldığında yahut okulda arkadaşları ile güzel vakit geçirdiğinde… Şarkının bitmesi ile yine umutsuzluk yanı başına bağdaş kurup oturdu bahçedeki sedirin üzerinde. Okulu ve arkadaşları aklına gelince durgunlaştı. Kısa bir hesap yaptı. Bir ay sonra iki yıl olacaktı. İki yıldır okullar kapalıydı. Mahallenin tüm çocukları gibi Zehra da özlüyordu okul günlerini. Ne yapsa özlemi, kederi ve korkusu dağılmıyordu. Oysa daha küçük bir çocuktu, tıpkı mahalle arasında sığırcık kuşlarına nazire edercesine çığlık çığlığa oyun oynayan diğer çocuklar gibi.
Zehra o gün akşam yemeğinden sonra geniş avlunun mahalleye bakan kapısının önünde birkaç arkadaşı ile oyun oynarken içeriden babasının sesi geldi. Onu eve çağırıyordu. Zehra ayaklarını sürüye sürüye eve doğru giderken arkadaşları ile sanki son defa görüşüyormuş gibi vedalaştı. Aslında ne Zehra için ne de arkadaşları için bunda garipsenecek bir durum yoktu. Çünkü yetişkinler gibi çocuklarda alışmıştı bu duruma. Son birkaç aydır her ayrılışta son kez birbirlerini görüyor gibi vedalaşıyorlardı.
Zehra eve girdiğinde annesi pür dikkat televizyondaki haberleri seyrediyordu. Büyük ülkelerden birinin devlet başkanı tüm haşmeti ile televizyonda konuşma yapıyor, üstelik barış için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarından bahsediyordu. Zehra çocuk aklıyla konuşmayı dinledi. Konuşma bitince tüm söylenenleri şöyle bir tartı, dudağının kenarı ile belli belirsiz gülümsedi. Bir sonraki haberlerde dünyayı dehşete düşürecek bir son dakika fotoğrafı ve haberi yayımlanmaya başladı. Deniz yolu ile Avrupa’ya gitmeye çalışan mülteci ailenin daha 5 yaşına gelmemiş çocuğu balık istifi bindirildikleri botun alabora olmasıyla denizde boğulmuş ve cansız bedeni bir sonraki gün erken saatte kıyıya vurmuş şekilde bulunmuştu. Sanki dünyaya küsmüş gibi sırtı dönüktü yayımlanan fotoğrafta. Zehra ekranın karşısında donup kaldı. Annesi haber karşısında ne yapacağını bilememiş, birkaç defa elinde sımsıkı tuttuğu kumanda ile televizyonu kapatmaya çalışmış ama rastgele bastığı tuşlarla alakasız kanallar arasında dolaşırken dahi bu haberi diğer kanallarda da görmenin dehşetini yaşıyordu. Zehra’nın göğüs kafesine bir yumru gelip oturdu. Anne ve kız televizyonun karşısında ne yapacaklarını bilemeden birer eşya gibi kalakalmışlardı. Akşam kızıllığı artık yerini karanlığa bırakmaya hazırlanıyordu. Sığırcık kuşları birer haberci olmuş çığlık çığlığa şehrin üzerinden geçiyorlardı. Tüm mahallede derin bir sessizlik vardı sanki. Önce ıslık sesi gibi bir ses duyuldu çok uzaklardan. Sonra şiddetli bir patlama sesi dalga dalga yayıldı terk edilmeye yüz tutmuş mahallede. Sonra bir ıslık sesi daha sonra bir patlama daha… Zehra’nın annesi son bir gayretle Zehra’yı kucaklayıp bahçeye koştu. Zehra’nın tek duyduğu çığlık sesleri olmuştu. Bu defa çığlık çığlığa sesleri gelen sığırcık kuşları değil insanlardı. Babası onlara doğru koşarken en yakından ve son defa duydu Zehra ıslık gibi derinden gelen sesi.
Zehra’nın ilk adımlarını attığı, düşüp dizlerini kanattığı, annesinin yaptığı oyuncak havuzda sıcak yaz günlerinde kahkahalar attığı, babası ile körebe oynadığı, ağlayarak okuldan döndüğü bahçede kopmuştu kıyamet. Bir anda olmuştu olan ne varsa. Mahalle derin ve ebedi bir sessizliğe gömülürken gözlerin gördüğü son şey yıkılan evlerin enkazlarından yükselen toz bulutları oldu. Gökyüzünden sakince geçip gitti sığırcık kuşları.
Serin bir bahar akşamı, gün batımı gökyüzünü kızıla boyarken,
Masum bir çocuk ülkesinden binlerce kilometre ötede bir tatil beldesinin en güzel sahilinde sırtını dönmüştü dünyaya.
Kulağından ninni niyetine “Ana baashaq el bahr” ile
Serin bir bahar akşamı, gün batımı gökyüzünü kızıla boyarken,
Masum bir çocuk ülkesinin tam orta yerinde, oyunlar oynadığı rengârenk çiçekli bahçeyi kızıla boyadı kanı ile. Gökyüzündeki kızıllığa nazire edercesine. Çocuk nefesi terk etti bedenini, kulağında sela niyetine, bozuk radyoda belli belirsiz çalan “Ana baashaq el bahr” ile.
Hikaye: Mus’ab Atıcı