Merdiven Boşluğu

Merdiven Boşluğu

Hikaye- Ayşe Üstündağ 

 

Kapının önüne oturmuş zamanın geçmesini bekliyorum. İnsan zamanın geçmesini bekleyedursun yeter ki, oturacak bir yer bulurdu en nihayetinde. Kapı önleri, otobüs tren durakları, gün doğumunun ve batımının göz kırptığı teraslar, tek kişilik koltuklar, önünde masa bulunmayan sandalyeler, üzerinde uyunulup kalınan kilimler beklemenin caddesinde hazır oldalardı ne zamandır. Bekleyenleri selamlarken, “Ooo siz de mi geldiniz, buyrun, payınızı alırken biraz soluklanın bizde,” diyorlardı hâl diliyle.

Bu sefer kapının önündeydim. Oraya mı bırakılmıştım, yoksa hiç ayrılmamış mıydım oradan? Kapının rengine boyanan gözlerimin bu sorunun ağırlığını taşıyacak hâli kalmamıştı.

Kapının önünde oturmuş zamanın geçmesini bekliyorum. Tıpkı okuldan yeni dönmüş, annesini bekleyen bir çocuk gibi. Nadir de olsa yaşamıştım bu duyguyu. Merdivene oturdum ellerimi iki yanağıma, kollarımı da dizlerime dayadım, apartmandan gelen seslere kulak kesildim. Birazdan ellerimin baskı yaptığı çene kemiklerimin ağrıyacağını bilsem de, nasıl olsa yeterince rahatsız olduğumda çekerim ellerimi diyerek öylece oturmaya devam ettim. Bir evden televizyon sesi, diğer bir evden mırıltılarının arasında mızmızlanan bir çocuk sesi geliyordu, ağlayıp ağlamamaya karar veremiyor gibiydi. Bir mutfaktan tencere tava sesleri akan suya eşlik ediyordu. Bu birbirinden duvarlarla ayrılmış sesler bir monolog senfonisi gibi yayılıyordu merdiven boşluğunda.

Eskiden olsa karşı komşu Hacer abla açardı kapıyı, orta yaş naif sesiyle “Annen gelene kadar bizde bekleyebilirsin Nalan,” derdi. Beklemenin hüznünü teselli etmezdi ama bu sese  hayır da diyemezdim. İkram edilen bir fincan çay ve bir dilim kek, merdivenlerden aldığım soğuktan sonra iyi gelirdi. Annemin eve yaklaştığını düşündükçe de ısınırdım kemiklerime kadar.

Açmıyor kapıyı komşular, iç sesim yankılanıyor boyası dökülmeye yüz tutmuş duvarlarda. Apartman kapısı gıcırdıyor, annemi ayak seslerinden tanıyorum, sakin sakin nefes alışından bir de.

Merdivende beni görünce gözleri açılıyor biraz, telaşlanıyor “Erken geleceğini söylememiştin, pazara kadar gitmiştim, çok bekledin mi?” diyor. Yaşıtlarına nazaran beklemekten payını  fazlaca almış varlığım karşısında, onu daha fazla bekletmeye hakkı yokmuş gibi mahcubiyetle bakıyor gözlerime.

“Yok, şimdi yeni geldim zaten,“  diyorum, zerre kadar  gocunmuyorum bu yalandan.

“Sana da bir anahtar çıkartalım olmuyor böyle,” derken kapıyı açıyor ellerinde poşetlerle. Alışkın tabii, her işini kendi halleder, “Şu poşetleri bi tut kapıyı açayım,“ demez. Ben de kendini yormasına kızsam da hep, onu öyle kabullenmeyi öğrendim yaş aldıkça. Kendini rahat hissetmek önemli bir ihtiyaç, yaşlandıkça daha da vazgecilmez oluyor bu duygu.

Yemekten sonra çay hazırlıyor annem, doktorundan da olur aldıktan sonra hiç tınlamaz oldu babamın “Çayı çok içmesen,” ikazlarını. “Karışmayın keyfime Rüstem bey,“  derken doktor Zahide`nin söylediklerini hatırlatıyor memnuniyetle. Rüstem beyin de niyeti uyarmaktan ziyade  muhabbet olduğundan, gülüp geçiyor bu karşılığa. Onlar atışadursun, ben de dolapta bulduğum iki narı ayıklamaya giriştim. İki koca nar,  büyükçe bir kaseyi dolduracak anlaşılan. “İki koca çuval nar olsaydı keşke,“ diyor iç sesim. Sabaha kadar biter miydi, ya da yarın akşama kadar? Sahi nasıl ayıklanırdı iki çuval nar? Neden ayıklanırdı her şeyden önce? Nar ekşisi yapılabilirdi pek âlâ.

Annem masada sükunetle oturmama şaşırıyor biraz “Ne kadar sabırlısın, iki büyük narı hiç oflamadan ayıkladın Nalan,” diyor. “Niye şaşırıyorsun senin kızınım ya,“ diyorum ama içimden. Oflamamak önemli anneme göre, oflarsan eğer yapsan da kıymetinden çalmış olursun, kıymet hırsızlığı olur. “Anayasada yeri olmasa da kanunda yeri vardır,“ der Rüstem Bey de. Her of bir ah`a davetiye olabilir.

Narları küçük kaselere bölüp içlerine tatlı kaşıkları koyuyorum, tepsiyle götürüyorum odaya,  bu sunumu pek sever bizimkiler. Ayıklanmış narlar, herkese birer kase. Anneme uzatırken tepsiyi çayını bir kenara bırakıyor, gözleri ışıl ışıl bana bakarken… Beklemek diyorum anne, hangi of`un bedeli ki, böyle ahlar dökülüyor hücrelerimden, bir nardan dökülen taneler gibi.

Ayşe Üstündağ

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi