
Evsiz
Hikaye: Adem Yağmur
Her günkü alışkanlığı, dağınık bir evi sabahleyin nasıl bıraktıysa akşam aynı şekilde teslim alıyordu. Çamaşır makinesinin üzerine konan tabaklar, mutfakta biriken kahve fincanları, salondaki kanepenin üzerine dünden çıkardığı elbiseleri. Sabah kahvaltısı sadece bir kahve ve yolda giderken aldığı bir simitten ibaretti. Ev ve iş yeri arasındaki bu kısa mesafeyi yürüyerek kat ederdi. Öğle yemeğini işyerine yakın bir yerde yer, akşam öğününü meyveyle geçiştirir, bu yüzden de pek bulaşık olmazdı. Evdeki bulaşık makinası, mutfakta yalnızlığına terk edilmiş bir vaziyette, ilk zamanlar onu kullanmayı düşündü ama bir hafta da zor dolan makinada bulaşıklar küflenmeye başlamıştı.
Evinde, akşamın yalnızlığına sığınmış bir vaziyette odanın ışığını kapatarak, çayını alır, uzakları seyrederdi. Bu ev onun kendini, tanıdığı yerdi. Bazen gençliğini bazen çocukluğunu şu küçücük evde konuk eder onlarla konuşurdu. Geçmişini unutamıyor, geleceğini kuramıyor, dolayısıyla her gün kendi hikâyesini burada yazıyordu.
Memuriyete iki yıl önce başlamış, hayatından gayet memnundu. İş arkadaşlarının sıkıntılı evliliklerini, hayat şartlarının zorluğunu, politik yorumlarını dinlemeyi hiç sevmezdi. Giyim kuşamına özen gösterir, ayakkabılarını boyasız giymez hatta renkleri biraz değişen ayakkabılarını boyamak yerine yenisini alır. Her gün farklı kokularla kendi ruh dünyasını tazeler bu yüzden de ay sonunu zor getirirdi. Eviyle işi arasındaki yolda kaldırımda yatan bir evsize ara sıra harçlık vermeyi, hâlini hattını sormayı ihmal etmezdi. Akşamları yürüyüşe çıktığında onu renkli ışıklar altında sokak sanatçılarının neşeli parçalarına eşlik ederken görüyor onun adına mutlu oluyordu. Onun kendine benzeyen yanları bazen hoşuna gidiyor bazen de rahatsız ediyor nihayetinde çareyi oradan uzaklaşmada buluyordu.
Evsizin herkesten azade kendi dünyası olan sokaklar ve gecenin karanlığı, onun yalnızlığını daha da derinleştiriyordu. Sokak lambasının solgun ışığı, ellerinin donmuş, yıpranmış derisini iyice ortaya çıkarıyor, uzun zamandır kesilmemiş sakalı, gözlerindeki umutsuzlukla birleşerek kimliğini kaybetmiş bir adamı yansıtıyordu. Uykusuzluk, açlık, soğuk, her biri başka bir yük gibi üzerine çöküyordu. Her adım, onu bu dünyadan daha da yalıtıyor, ömründen geçen her saniye ile birlikte kendisi de yok oluyordu.
Sabahları güneş, binaların arasından sıyrılıp yüzünü gösterdiğinde, sokak bir anda ona uyanmanın ve hayatta kalmanın zorluğunu hatırlatır, yumuşak bir rüzgâr bile, sıcaklığın ortadan kaybolmasına sebep olur, her şeyin aniden değişebileceğini gösterirdi. O, sokakla zaman içerisinde bir bağ kurmuş zaten başka gidecek yeri de yoktu.
Bir yanda sürekli değişen, yabancılaşmış insan kalabalığı, diğer yanda sabah başlayan akşam devam eden yalnızlığı. Sokak onun evi ama aynı zamanda yabancısıdır. Yalnızlık, sokakta daha keskin hissedilir ama sabah olduğunda, sokak yeniden onunla yüzleşir, kaldırımlar onun arayışlarını taşırdı. Maaşı birkaç gün önce almıştı, yol üzerindeki evsiz arkadaşa her zaman ki gibi selam vererek yaklaştı. Elini cebine attığında fark etti ki cüzdanı evde unutmuştu. Ne yapacağını bilemedi, evsizle bakışıyorlardı. Şaşkınlığını üzerinden atmak isterken; “Bugün akşam beraber yemek yesek nasıl olur, hem hava da soğuk bizde kalırsın.” dedi. Evsiz bu teklife çok şaşırdı; “Sen bilirsin.” dedi. Elini onun omzuna koyarak; “Akşam iş dönüşü görüşürüz.” dedi ve ayrıldı. Evsiz onun arkasından şaşkın bir şekilde bakakaldı.
Yol boyunca, neden bu teklifi yapmıştı daha sonra para verse olmaz mıydı, bu tekliften vazgeçmesi gerektiğini düşündü. İşyerine vardığında bu yüzünden hâlâ dalgındı ve arkadaşlarına selam vermeyi bile unuttu. Akşama kadar kendince bahaneler bularak bu misafirliğin olmayacağına kendini inandırdı ve bunu evsize söyleyecekti.
İş çıkışı, evsiz onu güler yüzle karşılayınca, o da asıl maksadını söyleyemedi ve biraz sonra kendi önde, evsiz arkada apartmanın kapısına geldiler. Şimdi söylemeliyim ayıp olursa da olsun diye düşündü ama kekeleyerek; “Seeen!” dedi.
Evsizden; “Siz buyurun.” cevabını alınca, yine söyleyemedi ve evin kapısından içeriye girdiler.
Özkan; “Sen istersen banyoya gir.” dedi. Kendi mutfağa geçti, yemek yapmalıydı. Biraz sonra evsizin hâlâ koridorda beklediğini görünce hatasını anladı. Hemen ona banyo havlusu, tıraş makinesi ve yeni giysiler verdi.
Banyodan çıkıp, tıraşlı ve temiz elbiselerle bambaşka biri olarak mutfak masasına geldiğinde yüzündeki utangaç ifadeyle; “Sağ olasın!” diyebildi. Yemeği utana sıkıla yiyen misafirin rahatlaması için telefondan kısık sesle neşeli bir müzik parçası açtı. Yemek boyunca ikisi de konuşmadı.
Kafasında bir sürü soru dolaşıyor; Kimsin, Ne yaparsın, Neden sokaklarda yaşıyorsun? gibi.
“Adın nedir?”,
“Bana herkes, Evsiz der ama sen Atilla diyebilirsin.”
Bende “quot;Özkan.”
Evsiz “Sen evli misin?” dedi. “Hayır.” cevabını alınca; “O halde ikimizin de adı evsiz!” dedi.
Beklemediği bu cümle karşısında gülse mi, gülmese mi tam bilemedi ama kendini akışa bırakarak
karşılıklı gülmeye başladılar.
Evine ilk defa bir misafir gelmişti. Üstelik bu misafiri yol üstü bir kaç dakikalık sohbetlerle tanıyordu. Kişisel eşyalarını ona vermiş, bunlar normalde yapmayacağı şeylerdi. Kesintilere uğrayan kısa sorular ve cevaplar. Artık geç olmuştu ona salondaki kanepeyi hazırladı ve kendisi de odasına geçti. Bir evde olmak, yeri ve zamanı olmayan evsiz birinin en çok özlediği şeydi. Yastığa başını koyduğunda temizliğin yoğun kokusunu hissedince içini tarifsiz bir huzur kapladı. Ayakkabısını çıkarmış, bu gece ilk defa yatarken üzerinde kirli elbiseleri yok, başkasına ait pijamalarla yatıyordu. Bu gece onun hayatında belki de bir daha hiç olmayacaktı. Karşı duvardaki tablo gözüne ilişti. Tabloda, atlar koşuyordu. Derin bir nefes alarak gözlerini kapattı ve bu sessiz geceyi kendine ait kıldı. İçindeki tüm yorgunluk ve korkular bir kenara çekilmişti. O gece rüyasında kendisi de o atlarla birlikte engin vadilerde özgürce koşturdu.
Evsiz hemen uyumuş ama Özkan’ın gözüne bir türlü uyku girmiyordu, çünkü bedeninin her köşesinde ayrı bir gerginlik vardı. Bir an evsizin kendi odasında uyuduğunu düşündü ya da bir şekilde evini sahiplendiğini. O, zoraki güvenmeye çalıştığı bir yabancıydı. Kendini ne kadar güvende hissedebilirdi ki ya adam gece kendine bir şey yaparsa? Bir yandan vicdanı doğru yapıyorsun derken, diğer yandan korkuları zihnini sarıyor, aklında her türlü olasılık dönüp duruyordu.
Aniden uyandı, odanın kapısının sessizce açıldığını, adımların yaklaştığını hissetti. Nefes alış verişleri hızlandı ama bu olağan üstü durum daha fazla devam etmedi. Karanlıkta saatlerce gözlerini kapatamadı, korkusu yalnızca fiziksel değildi. Kendi güvenliği ve huzuru, kendini bir yabancıya teslim etmenin dengesinde arasında gidip geliyordu. Sabahleyin erkenden kapı sesine uyandığında, evsiz hazırlanmış gidiyordu. Onu, kahvaltı yapmadan göndermek istemedi.
“Ben alışkın değilim öyle kahvaltıya.” dedi.
Ne kadar da masumdu, gece boyunca boşuna korkmuş ve uykusuz kalmıştı. “Hadi beraber hazırlayalım.” dedi. Yemek hazırlarken evsizin çok hamarat olduğunu görünce Özkan’ın şaşkınlığı daha da artmıştı. Masa bir anda alışılmışın dışındaki bir kahvaltı sofrasına dönüştü. Böyle birinin mutlaka güzel bir geçmişi olmalı ama Özkan’ın bunu sormaya cesareti yoktu, sorsa alacağı cevapların ağırlığı altında kalabilirdi; “Bir ailen olmalı.” dedi.
“Annem-babam, büyük ihtimalle bu dünyadan göçüp gitmiştir. Kardeşlerim, bu halde gitsem beni evlerine almak istemezler.”
Çayından bir yudum daha aldı; “Bana, kusura bakma! diyen hiç olmadı. Ben herkesi hep kendi içimde affettim, onların bundan haberi bile olmadı.” Onun cümleleri ne kadar da büyüktü. Kahvaltıdan sonra müsaade istedi. Özkan da onunla beraber çıktı. Yolda hiç konuşmadılar.
Evsiz yine kaldırımlara sığındı. Soğuk rüzgâr, sokakları sarhoş gibi savururken, o, her adımında derinleşen sokağın daha doğrusu hayatın karanlığıyla savaşıyor, bedeninin her köşesinde bir dondurucu soğuk hissediyordu. Kollarını, üzerindeki eski yıpranmış paltosuna sararak yürümeye devam etti. Bir süre sonra kendini, tanımadığı bir sokağın köşesinde, bir binanın arkasında buldu. Sokaklar ona her geçen gün biraz daha yabancılaşırken, içindeki huzursuzluk bir türlü geçmiyordu.
Evsizi kaldırımlara bıraktı ama onun sorumluluğu Özkan’ı bırakmıyordu. Onda kendini bulduğu çok ortak yan görüyordu. İş yerine giderken onun kendisini takip ettiği hissine kapıldı. Arkasını dönüp baktığında kimseyi göremedi. İş yerinin kapısından adım attığı anda yalnız olmadığını fark etti. Girişte ki aynaya çaktırmadan baktığında ayna da evsizi görür gibi oldu biraz korktu ama ayna da sadece bir kişi vardı. Garip bir his kendini sarıp sarmalıyordu. Ayna karşısında bir süre bekledi, bu kişinin kendi olduğundan emin olunca rahatladı ve üst kattaki çalışma odasına çıktı. Farkında olmadan işe geç kalmıştı.
İş arkadaşları ve Müdür Bey son günlerde onun tuhaf ve kirli giysilerle işe gelmesini anlayamıyor ve kötü kokusundan da rahatsız oluyorlardı. O da onların bu tavırlarını hiç umursamıyordu. Kahve makinesinden bir kahve alarak masasına geçti. Kahveden bir yudum içmişti ki, Müdür Bey; “Atilla bey sizinle biraz konuşmamız lazım.” dedi.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.